Abbas Pirimoğlu, üç bölümden oluşan bu makalesinde, Dr. Selim Sözer´in Meriç Yayınları tarafından basılan ?Gelenekten Modernliğe İskenderpaşa? adlı çalışmasını değerlendiriyor.
Kitabın yazarının, ?Gelenekten modernliğe´ konsepti içerisinde, bir cemaat ve aynı zamanda da, öteden beri getirip savunduğu ve kendine ait paradigmalarının aksine ?modernizm gibi ?yeni´ ve ?batılı´ anlayışı yansıtan Batıcı anlayışları içselleştirdiğini vurgulamaktadır.
Pirimoğlu; eserden hareketle reel pratik açıdan ?Modernleşirken iki yol takip edilebilir. İlkinin, zorla da olsa moderniteyi yani modernliğin temellerinin Batı dışı bir topluma hâkim kılınması yolunun olduğunu, Kemalizm üzerinden okumakta(ontolojik modernlik); ikinci yol olarak da ?muhafazakârların yaptığı gibi olanıdır´ diyerek. geleneğe savaş açmayan, ama modernliğin bütün ürünlerini tükettiğini söylediği ve ele aldığı eserde de değerlendirildiği üzere(formel modernlik). Muhafazakârların var olan problemleri sırtına yüklendiğini, bununla da içselleştirmenin akli kılıflarını bulmakla oyalanıldığı vurgulamaktadır.
Pirimoğlu; aynı zamanda eserin yazarının, modernleşmeyi ?yer, yer´ eleştirmesine rağmen, batı dışı modernleşmenin yerine, kimi yerde, batının formüle ettiği modernliğe de atıf yaptığını belirtmektedir.
Bizde Pirimoğlu´nun Milat Gazetesi´nde üç ayrı tarihte, kendi sıralamasını esas alarak yayımlanmış bulunan üç yazısını, bir araya getirme suretiyle siz değerli okuyucularımız için yayımladık.
Umarız ki yararlanmışsınzıdır.
***
Modernlik ve tarikat 1-2-3
Ramazan ayının başlarıydı, akademisyen dostum Dr. Selim Sözer tarafından bir iftar sonrası telefonla arandım. Bana doktora tezinin kitap halinde basıldığını ve imzalı bir suretini tarafıma vermek istediğini söyledi. Gerçekten çok mutlu olmuştum, duygularımı ilettikten sonra kitabı bırakabileceği yeri söyledim. En kısa zamanda okuyacağımı ve değerlendireceğimi de sözlerime ekledim.
Meriç yayınları tarafından basılan Kitap ?Gelenekten Modernliğe İskenderpaşa? ismini taşıyor. Çalışmayı okuma süresi içerisinde zaman zaman çay bahçelerinde oturarak yazarıyla birlikte mütalaa etmek fırsatını buldum.
Dostum yaptığı çalışmanın sosyolojik terimi ile bir nitel alan çalışması olduğunu söyledi. Metin, gözlem ve derinlemesine mülakat yöntemiyle meydana getirilmiş. Çalışmada amacının ne olduğunu, teze başlarken hangi soruya cevap aradığını sordum. Sayın Sözer cevaben ?geleneksel cemaatlerin yaşadığımız süreç içerisinde nasıl ve ne şekilde modernleşmeye başladıklarına dair kanaate ulaşmak istediğini, bunun içinde somut bir cemaati yani İskenderpaşa cemaatini seçtiğini?söyledi. İskenderpaşa cemaati toplumca tanınan, tarik olarak Nakşî kolunda faaliyet gösteren geleneksel bir oluşumdu. Lakin her geçen gün geleneksel halinden uzaklaşıp modernleştiğini gören yazar bu değişimin sosyolojik neticesini alabilmek için kendisine cemaati çalışma alanı olarak seçmiş.
Aslında yazar İskenderpaşa cemaatinin şahsında, Türkiye´nin yaşadığı sosyolojik değişimi kendisine sorun edinmiş ve son derece netameli bir dikotomi üzerinde fikir işçiliğine soyunmuş: Modernizm ve gelenek
Kitap giriş bölümünden sonra? Kavram Analizi? başlığı altında sunulan birinci bölümü ile çalışmanın üzerine bina edileceği kavramsal çerçeveyi belirlemeyi amaçlıyor. Sosyal grup, dini gurup, gelenek, cemaat ve tarikat gibi kavramların analizinin yanında modernlik, modernite ve modernleşme kavramlarını da irdeleyerek dönüşümün yaşandığı zeminin sağlıklı bir çözümlemesi uğraşına girişiyor.
Yazar bununla da kalmayıp bu konudaki kavramsal müktesebatımıza yeni terimler de kazandırıp zenginleştirmeyi amaçlıyor: ?Ontolojik modernlik?, ?formel modernlik? gibi.
Kitaptan anlıyoruz ki yazar´ın ?ontolojik modernlik?ten kastı ?modernite?, yani modernliğin altında yatan temel öğeler, zihni ön kabuller ve felsefi altyapı. ?Formel modernlik?ten kastı ise bu ontolojik temelden zuhur eden şekli yapı, diğer bir ifade ile üst yapı. Yazar Türkiye gibi Müslüman gelenekten gelen toplumların kahir ekseriyetinin modernleşmenin ?ontolojik? boyutunu reddedip, formel boyutu ile yetindiğini savunuyor. Başka bir ifade ile geleneksel cemaatlerin ve toplumsal yapıların ikircikli bir tavır içerisine girdiğini, modernliği var eden alt yapıyı reddederken biçimsel yönden (kentleşme, uzmanlaşma, endüstrileşme, tüketim, ailedeki dönüşüm, ulus devlet, demokrasi, bireycileşme) modernleşmeden kaçınamadığını dile getiriyor. Zira modernliğin kendisini zorladığını ve dışında kalmanın mümkün olamayacağını ifade ediyor.
Konunun daha açık bir şekilde anlaşılabilmesi yanında üzerinde fikir teatisinde bulunabilmemiz için sanırım yazarın ontolojik modernlik tamlaması üzerinde bir parça durmamız gerekiyor. Sayın Sözer modernleşmenin temellerini oluşturan dört adet unsur belirlemiş ve bunların birbirleri arasındaki ilişkiye de dikkatlerimizi çekmeyi hedeflemiş.
Modernliğin temelini oluşturan, bu meyanda ?modernite? diye de tesmiye edilen ve yazarın ?ontolojik? olarak nitelediği dört temel sırasıyla şu felsefi akımlar: Pozitivizm, Rasyonalizm, sekülerizm ve Hümanizm.
Bu dört unsurun tespitindeki isabeti bakımından dostum Selim Sözer´e iştirak etmemek mümkün değil. Gerçektende sayılan bu dört unsur modernizmin olmazsa olmazı. Modernliğin zihinsel yapısının bu kavramlar üzerinde bina edildiği apaşikar bir durum.
Keza yine modernlik karşısında korunmak, sakınmak, kaçmak imkânının mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyor olduğumuz gerçeği de sayın yazarla mutabık kaldığımız bir başka husus.
Şimdi sorun şurada: Formel modernlik ile idare ederken temel unsurların etkisinden kendimizi kurtarmış olur muyuz? Diğer bir ifade ile formel düzeyde yaşadığımız değişim, korumaya çalıştığımız değerlerimizi etkilemez mi?
II-
Selim Sözer tarafından kaleme alınan ?Gelenekten Modernliğe İskenderpaşa? isimli kitapta yazarın, modernliği ?ontolojik modernlik? ve ?formel modernlik? olarak iki kategoride ele aldığını ve bizim gibi ülkelerin modernleşirken formel/şekli unsurlarını alıp, modern olmanın altında yatan fikri yapıyı yani yazarın ifadesi ile ontolojik modernliği kabul etmediğini belirterek yazımıza şu soru ile son vermiştik.
?Şimdi sorun şurada: Formel modernlik ile idare ederken temel unsurların etkisinden kendimizi kurtarmış olur muyuz? Diğer bir ifade ile formel düzeyde yaşadığımız değişim, korumaya çalıştığımız değerlerimizi etkilemez mi??
Zannımca gerçekten üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken temel problem burada? Modernliğin dayatmacılığı meydanda; kaçış mümkün değil; fakat çaresiz olmadığımız da apaçık. Yeter ki kolaycılığa sığınmayalım. İçerisinde yaşadığımız yüzyılın Müslümanları olarak fail olmasını bilelim. İhtiyaç duyduğumuz malzeme tarihi müktesebatımızda mevcut. Bir şartla ki geçmişimizden istifade ederken taassup göstermeyelim. Mutezileden tutun da tasavvufa kadar bütün zenginliğimiz istifademize amade bizlerin ilgisini bekliyor.
Modernliğin temeli!
Yukarıdaki soruma gelmeden önce sayın Sözer´in kavramlaştırması konusuna değinmek istiyorum. Evvela kavramlaştırma isteği yersiz değil. Karşılığı var. Lakin modernliğin temeline yani ?modernite? hususuna ?ontolojik? sözcüğü ile yapılan tamlamanın yerinde olup olmadığı hususunda tereddütlerim var.
Evvela yazarın modernliğin ontolojik temelleri hakkındaki kabullerini tekrar hatırlayalım: Pozitivizm, Rasyonalizm, Sekülerizm, Hümanizm.
?Ontoloji? sözcüğü ?o nedir?? sorusunun cevabıdır. ?O nedir?? sorusuna verilen cevap o varlığın mahiyetini ortaya koyar. Derecesini değil. Mesela o bir taştır yahut o sudur, ağaçtır, aslandır, derken olduğu gibi.
Modernleşirken iki yol takip edilebilir. İlki Kemalizm´de olduğu gibi zorla da olsa moderniteyi yani modernliğin temellerinin Batı dışı bir topluma hâkim kılınması yoludur. Bu seçenekte modernliği var eden unsurlar (pozitivizm, rasyonalizm, sekülerizm, Hümanizm) kabul ettirilmek amacıyla topluma dayatılır. Geleneğe amansız bir savaş açılır. Yirminci yüzyılda uluslaşan toplumlarda post-kolonyalizm aşamasında aydınların ve kurtarıcı liderlerin soyundukları misyon budur.
İkincisi ise muhafazakârların yaptığı gibi olanıdır. Geleneğe savaş açmaz ama modernliğin bütün ürünlerini tüketir. Problemlerini sırtına yükler, içselleştirmenin akli kılıflarını bulmakla oyalanır.
Bence bu iki farklı yol aynı sona ulaşmaktadır: Modernlik. Farklı bir ifade ile bu her iki yolun sonunda varılan yere ?o nedir?? sorusuna verilecek cevap zannımca aynıdır: Modernlik.
Otantik ve formel
Aradaki farkı belirtmek istenirse ilkine ?otantik? ikincisine ?formel? modernlik demenin daha isabetli olacağı kanaatindeyim. Batı dışı ülkelerdeki ulaşılan modernlik aynı derecede güdük, kısır ve taklit eseridir. Hiçbir şey katmaz aynını tekrar tekrar üretir. İlkine en iyi örnek Türkiye iken ikincisine ise Japonya´dır. Şunu da belirtmekte yarar var ki Türkiye her iki koldan da yani hem otantik ve hem de formel yönden modernleştirmeye çalışılmış bir ülkedir.
Japonya modernliğe hiçbir boyut, hiçbir değer katmaz. Sadece üretileni üretir. Belki daha iyisini ama aynısını. Yaratıcılık açısından son derece kifayetsizdir.
Ne Türkiye ve ne Japonya Batı dışı bir modernleşme örneği ortaya koyamamış, Batının ikiyüzlü- münafık-yapısına itiraz edememiş, dünyadaki haksız ve ahlakdışı gidişata karşı muhalefet edememiş alternatif dünya sunamamış iki tüketici ülkedir.
Bu da göstermektedir ki ister sahici ister formel olsun modernlik aynı neticeye varmakta ve nihayetinde modernite, yani modernliğin altında yatan ana unsurlar içselleştirilmekte ve uygulanan toplumun değerlerinin yerini almaktadır. Daha açık bir ifade ile formel modernleşme yolunda gelenek folklorik düzeyde suya sabuna dokunmadan varlığını sürdürmekte meydan Batı kaynaklı modernliğe kalmaktadır. Kaldı ki Kemalist modernleşmenin de şapka devrimi gibi son derece yüzeysel ve biçimsel öğeler taşıdığı gözetildiği zaman her iki modernleşme yolunun da birbirini ne kadar andırdığı rahatça anlaşılacaktır.
Netice de tartışma dışı kalan Avrupa-merkezcilik olmaktadır.
Şüphesiz ki Sayın Selim Sözer´de Avrupa- merkezciliğe karşıdır. Lakin modernliğin kavramsal çerçevesinin yani modernitenin tartışma dışı bırakılması, murad edilmemesine rağmen Avrupa-merkezciliğin açmazına düşmeyi önleyememektedir.
III-
Aslında ?Gelenekten Modernliğe İskender Paşa? kitabının yazarı Sayın Selim Sözer de Avrupa-merkezciliğe karşıdır. Bu tasa neticesi kitabında Batı-dışı modernleşme çabalarına dair literatüre yer ayırmıştır.
Lâkin burada göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husus vardır. Yazar, modernliğin kavramsal çerçevesini çizen modernitenin yani temelinin sadece Batının belirlediği vasıflar muvacehesinde müteşekkil olacağını söyleyerek yahut ima ederek, aslında murad etmemesini rağmen Avrupa-merkezciliğin yeniden üretimine katkı sağlamaktadır.
Diğer bir ifade ile Batı-dışı toplumların modernite (yazarın deyimi ile ontolojik modernlik) üretemeyeceklerine dair peşin bir ön yargıyı satır aralarında taşımaktadır. ?Modernlik kaçınılmazdır? ve ?Batı-dışı ülkeler modernliğin formel yönünü alıp otantik yapısını görmezden gelerek çağdaşlaşmalılar? şeklindeki önermeler sorunu çözmemekte, sadece halının altına süpürmek suretiyle çözüyormuş gibi yapmaktadır.
Batı mahreçli modernlik
Zannımca bunun üzerinde düşünülmelidir.
İşe evvela Batı mahreçli modernliğin temellerini sorgulayarak başlanılmalıdır. Zira unutulmamalıdır ki tarihsel varlık alanı yani insanların yapıp-ettikleri ki buna bilim ve teknoloji de dâhildir, o toplumun kültürel müktesebatının bir ürünüdür. Bunu ?insanlığın ortak başarısıdır? diyerek geçiştirmek de mümkün değildir. Çünkü her ürün çıkmış olduğu kültürün faillerinin, hadi Nietzsche´den ödünç kavramla üst-insanının bir yaratısıdır. Dolayısıyla o kültürün markasını taşımaktan ve ithal edilen yerlerde değişim yapmaktan hâli değildir.
Bu bağlamda Sayın Sözer´in tespit ettiği üzere Batılı modernliğin temelini oluşturan umdeler sıkı bir sorgulamadan geçirilmelidir. Aksi halde formel modernlik adı altında Batının modernliğinin tekrar tekrar tedavüle sokulması hâsıl olacaktır ki bu da Batıdan başka hiçbir toplumun çıkarına olmayacaktır.
Bu umdeler biri diğerini gerekli ve anlamlı kılan aynı paradigmanın ayrılmaz parçalarıdır.Hümanizm insanın tek ölçü olması demektir. Bu aynı zamanda Tanrıya hayatın genel akışı içerisinde hiç yer vermemek, söz hakkı tanımamak demektir ki bu dasekülerizmdir. ?Peki, insan neden tek ölçüdür?? sorusunun cevabı ?akıl? sahibi olması şeklindedir. Descartes´dan Kant ve Hegel´e kadar bütün filozoflar insanın özünün ?akıl? olduğunu kaydeder. Bu bakımdan rasyonalizm gerekli bir parçadır. Yeri gelmişken değinmekte fayda var, modern dünyadaki ?akıl? ile Antik Yunandaki ?akıl? tıpa tıp aynı değildir.
Antik Yunanın aklı erdemlerle bağlantılı bir akıl iken modern dünyanın tasarımladığı akıl ise ?araçsal akıl?dır.
Batı´nın miti: İlerleme
Bu üç umdenin birlikteliğinin tarih açısından yorumunun pozitivizm olacağı besbellidir. Yani Batının miti: İlerleme? Yahut Batının, Batı-dışı halkları efsunlayan tekinsiz ideolojisi: İlerleme.
Günümüz Müslümanları bence Batının bu felsefi temellerini kendi değerlerinin süzgecinden geçirmek suretiyle yeni bir temel oluşturarak kendi çağdaş varoluşlarını, tarihi varlık alanına çıkarmalıdırlar. Avrupa- merkezciliğin sahici bir alternatifi ancak bu suretle gerçekleştirilebileceği gibi Batının ahlaksızlığı, ikiyüzlülüğü, tahakküm ve kibri, talan ve sömürücülüğü, en önemlisi insanların sahte tanrı değil ?kul? oldukları hakikati ancak bu yolla aşikâr hale getirilmiş olacaktır.
Sayın Sözer İskenderpaşa cemiyetinin peşi sıra gelen üç şeyhinin uygulamaları ile nasıl modernleştiğine dair samut örneklerde vermektedir.