Modern Toplumun Gidişatı ve Hastalıkları

Kadir Canatan Yazdı;

Modern Toplumun Gidişatı ve Hastalıkları

Kendine özgü bir gelişimi ve özellikleri olan demokrasi tecrübesini araştırmaya geldiğim Hollanda’da ilk haftayı tamamlamış bulunuyorum. Bir önceki yazımda ilan ettiğim üzere burada edindiğim yeni bilgi ve gözlemlerimi, biraz da geçmişle kıyaslayarak paylaşmaya çalışacağım. Tam 16 yıl önce terk ettiğim bu ülkede neler değişti? Dilini, kültürünü ve sokaklarını tanıdığım bu ülkede kendimi kısmen içerden, kısmen de dışardan biri olarak hissediyorum. Hollanda’ya yeni gelmiş yabancı ve göçmenlere kıyasla kendimi içerden biri olarak hissederken, 16 yıl önce terk ettiğim Hollanda’yla bugünkü Hollanda’yı kıyasladığımda da kendimi dışardan biri olarak görüyorum.

Bu yıl Hollanda ciddi bir konut krizi yaşıyor. Bunu daha önce gazetelerde okumuştum. Sonra kendime kalacak yer aramaya başladığımda, bulduğum tek odalık bir mekânın asgari ücretin yarısına yakın fiyatlarda seyrettiğini gördüm. İki yıldızlı mütevazı bir otelde tek kişilik oda ise 100 avro tutuyor. Bir ay kalmak isterseniz, burada daha fazla bir fiyat (3000 avro) karşınıza çıkıyor, yani asgari ücretin iki mislini ödemeniz gerekiyor. Ticari piyasada evlerin kira ve satış fiyatları ise çıldırmış durumda. Hollanda, Almanya, İsveç ve benzer Batı ve Kuzey Avrupa ülkeleri gelişmiş refah devletleri olarak tanındığı halde en temel bir ihtiyaç olan konut/barınma sorununu çözemiyorlar. Okul hayatını tamamlamış, iş bulmuş ve evlenmek isteyen bir genç bağımsız bir evde oturmak istiyorsa, min. 3 yıl, mak. 12 yıl ev beklemek zorunda kalıyor.

Peki, neden bu sorun yaşanıyor? Hollanda ev yapmaktan aciz bir ülke midir?

Hollanda isterse bir yıl içinde koskocaman bir mahalle ve hatta şehir kurabilir. Kurduğu zamanlarda oldu. Açılışına, bırakın bakan ve başbakanın gelmesini, şehrin belediye başkanı bile gelmez. Böyle olaylar sıradandır ve konuttan sorumlu encümen azası projenin kurdelasını keser ve bu olay yerel gazetelerde küçük bir haber olur.

Peki, o zaman bu kadar kolay bir iş neden yapılmıyor?

Bu soruyu ben de kendi kendime çok sordum. Cevabı “piyasa” diyebiliriz. Piyasayı elinde tutan inşaat şirketleri az konut yaparak fiyatları hep yüksekte tutmak istiyorlar. Devlet ise ürettiği sosyal konutlarla piyasanın taleplerini karşılayamıyor ve böylece konut talebinde bulunan kişilerin sırası uzadıkça uzuyor. Tabii bu arada inşaat için öngörülen bürokratik işlemlerin epeyce uzun ve zorlu olduğunu da kaydetmek gerekir. Hollanda küçük bir ülke ve topraklarını beton evlerle doldurmak istemiyor. Şu anki hükümet kurma çalışmalarında da çevre ve küresel ısınmaya karşı önlemler ciddi bir pazarlık konusu olarak konuşuluyor.

Geçtiğimiz hafta Cuma günü, Rotterdam, Amsterdam ve Den Haag gibi şehirlerde ortaya çıkan aşı karşıtlarının sokak eylemleri, Hollanda’yı gündeme taşıyan bir başka konu oldu. Hollanda hep bölünmekten korkmuş ama bir türlü de bölünmeyi aşamamış bir ülkedir. Ülkede yeni bir bölünme yaşanıyor ve pandemi karşısındaki tutumlarda giderek sertleşen bir tavır söz konusu. Ülkede büyük bir kesim pandemi politikalarına birebir uyulması gerektiğini söylerken, küçük bir azınlık karşı çıkıyor. Karşı çıkanlar arasında holiganlardan tutun müzmin muhaliflere kadar büyük bir çeşitlilik gözlemleniyor. Üstelik sadece gençler değil, yaşı ileri insanlar da sokak eylemlerinde yer alıyorlar. Eylemler yeni değil, geçtiğimiz aylarda da bu eylemler vardı. Yeni olan sadece giderek daha sertleşiyor olmasıdır. Polis eylemleri yakından izliyor ve eylemcilerin taşkınlıklarına sert bir biçimde cevap veriyor. Bir başka şey, eylemlere her zaman olduğu gibi bu kez de radikal unsurların karışması ve onların manipülasyonları olduğu biliniyor.

Korona karşıtları toplumun ikiye bölünmesinden endişe ediyorlar. Hükümet giderek sertleşen önlemlerle aşı olmayan kesimleri sıkıştırmak ve kamusal imkânlardan mahrum kılmak istiyor. Bu ise herkesin ortak bir biçimde dillendirdiği üzere toplumda avantajlı ve dezavantajlı iki kesimin olmasını beraberinde getirecek bir politikadır. Rotterdam’da gezerken “poffertjes” yemek için girdiğim bir çadırda garson benden “HES” kodunu sordu. Uluslararası geçerliliği olduğunu düşündüğüm HES karekodunu paylaştım ve ancak bu işlemden sonra sipariş verebildim.

Eylemciler “2G planı” olarak adlandırılan önlemler paketinin yürürlüğe sokulmak istenmesine karşı çıkıyorlar. “2G” planı “Genezen” (iyileşmiş) ve “Gevaccineerd” (aşılanmış) kişiler haricinde kalanların bulaşma riski yüksek olan yerlere girişini engellemek istiyor ve bu konuda işverenlere yetki tanıyor. Yani işyerleri daha önce virüs kapmış ve iyileşmiş olduğunu ya da aşı yaptırmış olduğunu kanıtlayamayan kişileri içeri almayacaklar.

Hollanda gündemini belirleyen bu iki olay dışında, bu gelişimde Hollanda’da dijitalleşmenin ileri boyutlar kazandığını gözlemledim. Doktora yaptığım Erasmus Üniversitesi’nin kütüphanesine gittiğimde, ilerleyen dijitalleşme politikalarının da toplumu ikiye böldüğüne şahit oldum. Ben üniversitenin eski öğrencisi olduğum halde bir hafta kütüphaneden yararlanmak için işlemlerle meşgul olmak zorunda kaldım. Önce kütüphane kartı almak sorun oldu. Eski öğrencilere iskontolu bir kart veriyorlarmış, bunun için mezunlar sekreteryasına mail atmam istendi. Mailime iki gün boyunca cevap alamadım. Sonra gittim yıllık 35 avroluk bir abonelik kartı aldım. Fakat bu kartla işlem yapmak üzere internete girmek istediğimde giriş yapamadım. Bunun için her gün bir işlem yaptırmam gerekiyormuş. Kütüphane kartı kitap almak için geçerli, dijital kaynaklara erişim sadece öğrenciler için mümkün oluyor. Karşılaştığım daha berbat bir şey, kütüphane içinde bir yer bulup oturamıyorsunuz. Karekodlu oturma yerleri önceden rezervasyon yapman gerekiyor. Ben bu imkâna sahip olmadığım için her oturduğum yerde bir öğrenci tarafından rahatsız edildim ve anladım ki kütüphane içinde çalışmam mümkün görünmüyor.

Üniversitenin dijitalleşme politikası bunlarla sınırlı değil, üniversite binasında çay-kahve ve tüm satış işlemleri için bir banka kartı kullanmanız gerekiyor. Kısacası üniversite içinde nakit para çalışmıyor. İlk hafta, bir banka kartı sahibi oluncaya kadar okulda ne çay-kahve ne de yemek yiyebildim. Eski usul beslenme çantasıyla okula gittim. “Eski usul” diyorum ama bu usul Hollanda’da çok yaygın ve hemen herkes okul ve işyerine beslenme çantasıyla gidiyor. Okul ve işyerinde yemekhanede yemek yemek çok lüks bir şey. Ama yenilikler de yok değil. Kültürel antropoloji lisans eğitimi aldığım Amsterdam Üniversitesi’nin yemekhanesinde birkaç dostla buluştuk ve yemek yedik. Burada eskiden iki kuyruk olurdu. Biri normal yemek kuyruğu, diğeri vejetaryen kuyruğu. Okul yıllarında biz vejetaryen kuyruğunu tercih ederdik. Şimdi ise üniversite açık büfe yemek veriyor. Bayağı bir çeşit var ve herkes kendine göre bir şeyler bulabiliyor.

Dijitalleşme üzerinde yeniden düşünmemiz gerekiyor. Alman sosyolog Max Weber modern rasyonalitenin neticede “demir kafesler” yaratacağını söylüyordu. İşte bu şimdi gerçek oluyor! Buna bazıları “dijital diktatörlük” diyorlar. Dijital diktatörlük her bireyi bir kart ya da numaraya indirgiyor ve günlük hayat bunlarla mümkün oluyor. Eğer ben kart ya da numaraya indirgenmek istemiyorum diyorsanız, sistemin dışına atılıyorsunuz ve günlük fonksiyonlarınızı kaybediyorsunuz. Bunu en iyi anlayan sisteme henüz girmemiş olan “yabancılar”dır. Artık yeni bir yerlilik ve yabancılık konsepti de doğuyor. Sisteme dâhil olmayan ya da olmak istemeyenler “yeni” yabancılar oluyor. 

Modern “dijitalleşmiş” toplum, insanları strese sokuyor ve pek çok insan ruhsal dengesini kaybediyor. Bu hafta yayınlanan bir haber ve burada serdedilen veriler, olayın vahametini açıkça ortaya koyuyor. “Zihin sağlığı dip noktasına vardı” adlı Nederlands Dagblad gazetesinin haberinde 2,3 milyon Hollandalının ruhsal sağlığını kaybettiği bildiriliyor. Bu rakam, 17 milyonluk ülkede nüfusun yüzde 15’ine tekabül ediyor. Eskiden beri eğitim sektöründe tükenmişlik sendromu (born out) sıklıkla işitilen bir şikâyet idi. Bu şikayet, özellikle pandemi koşullarında ilerlemiş görünüyor. Ama yapısal sebepler daha önemli.

 

Kaynak: Farklı Bakış