Tarih: 18.11.2019 13:53

MODERN ŞEHİRLER RUHA AĞIRLIK VERİYOR

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye’de imam-hatip okullarının açılması ve büyümesi hususunda büyük emekleri olan Celalettin Ökten Hoca’nın mahdumu, değerli mimar ve mühendis Sadettin Ökten Hoca ile şehirlerimizi, kayıplarımızı ve telafilerinin mümkün olup olmadığını konuştuk. Sadettin Hoca pek çok ilgi alanının yanında özellikle şehir kültürü üzerine çalışmaları olan bir isim. Kendisi ile günümüz modern şehirlerinde yaşama adabı olup
olmadığı sorusunun peşine düştük.
ALTINOLUK: Hocam, öncelikle mülakat teklifimizi kabul ettiğiniz için çok müteşekkiriz. Ömrünüze bereketler dileriz. Dikey gerçekleşen modernleşme maceramızda şehirleşme hızla yükselirken nerelerde hatalar
yaptık? Bugünden geriye baktığımızda neler söyleyebiliriz?

PROF. DR. SADETTİN ÖKTEN: Şehir denilen olgu iki ana ögeden oluşur. Bir şehrin fiziksel yapısı, yani yollar, binalar, meydanlar, parklar, anıtlar vs. İki, şehirde yaşanan toplumsal hayat tarzı. Medeniyet tasavvuru yani değerler sistemi, sağlam bir toplumsal yapı, kendi kurguladığı hayat tarzına uygun mekansal bir düzenleme inşa eder.

Şehrin özü bu saptamadadır, diğer bir deyişle nasıl bir hayat tarzı kurguluyorsak ona göre mekân inşa ederiz veya etmeliyiz. Bu noktada şunu söyleyebiliyoruz: İnsana göre mekân, mekâna göre insan değil. Ülkemizde özellikle geçen yüzyılın ikinci yarısında başlayan şehirdeki inşa faaliyeti mekâna göre insan prensibi üzerine bina edilmiştir.

Buradaki mekân sözcüğü modernitenin kendi değerlerine göre ürettiği mekândır. Bu toplum, modernitenin yaşadığı tarihsel deneyimi yaşamadığı için modernitenin ürettiği mekânları da yoz bir şekilde üretebilmiştir. Dolayısıyla şehirlerimizdeki problem, kendi medeniyet tasavvurumuza yani değerler sistemimize göre üretemediğimiz mekânlardır. Mekan üzerinde bir rant yani hak edilmemiş kazanç elde etmek, toplumun maalesef tek gayesi olmuştur. Şimdi maddi ve manevi olarak bunun bedelini ödeme zamanı geldi.

ALTINOLUK: Şehirler üzerine konuşurken belki bir ayrıma da gitmek lazım. Geleneksel şehir ile modern şehri birbirinden ayıran temel unsur nedir?

S. ÖKTEN: Geleneksel şehirden kasıt anladığım kadarıyla bir toplumun, değerler sistemi ile uyumlu bir şehirsel yapı inşa etmesidir. Bizim geleneksel şehrimiz böyle bir uyumu yansıtmaktaydı. Eski şehirlerimiz
İslam medeniyet tasavvurunun değerler sistemine göre inşa edilmiştir. Burada yaşanan hayat da mekânın getirdiği olumlu katkılar sebebiyle değerler sistemine uygun idi. Diğer bir deyişle toplum kurguladığı
hayat tarzını bu mekânlarda hem kolay ve emin, yani işlevsel, hem de güzel ve latif yani simgesel bir tarzda yaşamaktaydı.

Modernitenin kurguladığı hayat tarzına göre üretilen modern şehirler, modern toplumlar için işlevsel ve simgesel olmak bakımından uygun ve güzeldir, ancak İslam medeniyet tasavvurunun değerler sistemine sahip
bir toplumsal yapı için rahatsızlık verici ve ruha ağır bir yük yükleyicidir.

ALTINOLUK: Siz uzun süre Şehir Kültürü ve Şehir Estetiği alanlarında dersler verdiniz. Bugün modern şehirde yaşama adabı diye bir şeyden bahsedecek olursak nelerin altını çizmemiz gerekir?

S. ÖKTEN: Modern şehir yukarıda da sözünü ettiğim gibi modernitenin insanının kendi değerlerine göre kurguladığı şehirdir. Modernitenin insanı bu şehirde kolay, rahat ve güzel yaşar. Biliyoruz ki bireyin her eylemi bildiği ve inandığı değerlerin bir ürünüdür. İslam medeniyet tasavvurunun değerlerine inanan bir insan modernitenin insanı gibi davranamaz. Şu andaki şehirlerimiz modernitenin şehrini yansıtan yapıları ile bizi modernitenin insanı gibi davranmaya icbar ediyor. Mensup olduğumuz İslam medeniyet tasavvurunun değerleri ise modernitenin değerleri ile uyuşmadığı için biz bu yeni şehirlerimizde ikiyüzlü bir hayat yaşamak mecburiyetinde kalıyoruz. Neticede şehir hayatı kaotik bir yapıya dönüşüyor.

ALTINOLUK: Bu kaotik yapı içerisinde şehirli insan dediğimiz şey neye tekabül ediyor efendim? Şehirli olmak bazılarına göre sonradan çabalamakla mümkün bir şey değildir, bir cemiyet içinde büyüyerek şehirli olunur. Siz ne düşünüyorsunuz bu hususta?

S. ÖKTEN: Şehirli insan kendi aidiyet ve mensubiyetini şehirde bulan ve ötekinin onu bu mensubiyet ile tanımladığı insandır. Aidiyet bireyin belli bir medeniyet tasavvurunu benimseyip ona ait olduğunu kabul etmesidir ki bu iç âlemimize ait soyut bir vakıadır. Mensubiyet ise aidiyetin eylemlere bürünüp öteki tarafından görünür hale gelmesidir. Bireyin şehre yaklaşımındaki aidiyet ve mensubiyeti onu şehir ile (yukarıda belirtmiştik; şehir dediğimiz zaman hem şehrin fiziki yapısını hem de şehirdeki hayat tarzını kastediyoruz) karşılıklı etkileşim içine sokar. Neticede şehirli olmak demek şehirden birçok şeyi alarak kimliği inşa etmek ve bu süreçte de şehre imkân dâhilinde bir şeyler verebilmek demektir. Unutulmamalıdır ki şehir insanların ürettiği bir yapıdır. Bu yapıdan sadece alınırsa şehir bir süre sonra yok olmaya doğru gider, şehirli insan şehre aldığından fazlasını vermekle yükümlüdür ki şehirde istikbale doğru zenginleşen bir birikim oluşsun.

ALTINOLUK: Peki şehirlerin ruhu diye bir şeyden bahsedebilir miyiz? Petersburg ile Konya arasında ruh bakımından farklılıklar nerede görülür? Her iki şehrin de tarihi vardır; insanları, binaları mevcuttur ama derinde nasıl bir fark söz konusudur?

S. ÖKTEN: Medeniyet değerler üzerinde yükseliyor, insan dediğimiz mahlûk veya varlık, değersiz yaşayamaz. Burada geçen ruh sözcüğü bu değerlerin bütünü olarak anlaşılmalıdır. İnsan değerleri hem bilir hem
de onlara inanır. İnandığı için de eylemlerini bu değerler manzumesi üzerine inşa eder. Şehir bir zaman süreci içerisinde inşa edilmiş muhteşem bir yapıdır. Algılanan bu inşa faaliyetinin altında ise toplumun değerler sistemi yatar, şehrin ruhu işte o değerler sistemidir.

Konya dönüştürülen bir şehirdir. Roma’nın rasyonel medeniyet tasavvurundan İslam’ın aşkın dünyanın haberi üzerine inşa edilmiş medeniyet tasavvuruna dönüşmüştür. Bugün Konya’ya baktığımızda, şehri
deneyimlediğinizde Roma’yı hiç hatırlamıyoruz. Orada modernitenin bütün yabancı ve yıkıcı zorlamalarına rağmen İslam medeniyet tasavvurunun hayatiyetini gözlemliyoruz. Saint Petersburg şehri Büyük
Petro’nun moderniteye açtığı Rusya’nın iddiası ve imgeleri üstüne kurulmuştur. Ve ruhu modernitenin rasyonel değerler sistemine dayanır. Bu oluşum Konya’daki vahye müstenit medeniyet tasavvurunun değerleri
ile tam bir tezat teşkil eder.

ALTINOLUK: Sizin “İçimde AVM Var” isimli değerli eseriniz daha çok şehir ve şehir tasavvuru hakkındaki yazılardan oluşuyor. Bu eserinizde şehirlerin davranış biçimine ve toplumsal oluşuna vurgunuz özellikle
dikkat çekici. Siz bir şehri inşa etmeyi ahlaki bir eylem olarak görüyorsunuz, doğal olarak bu bize bir sorumluluk da yüklüyor.

S. ÖKTEN: Her medeniyet tasavvuru kendi değerler sistemini eylemler ile hayata geçirmeyi hedefler. İnsan dediğimiz mahlûk ya da varlık, eylemleri yapıp yapmamakta özgürdür. O halde bir medeniyet tasavvuru
kendi değerlerine göre öngördüğü eylemlerin yapılıp yapılmadığını da denetlemek mecburiyetindedir. Bu noktada karşımıza ahlaki kurallar ve hukuk yasaları çıkıyor.

Bir medeniyet tasavvuru kendisine mensup olan bireyin eylemlerini ahlaki ve hukuki olarak murakabe etmek zorundadır. Ahlakın alanı çok geniş, hukukunki ise daha dardır. İslam medeniyet tasavvurunda ahlak
ve hukuk hem dünyevi hem de uhrevi yaptırımlarla donatılmıştır.

Dolayısıyla İslam medeniyet tasavvuruna ait olduğunu bilen bir bireyin bütün eylemleri ahlaki kuralların kontrolü altındadır. Buna öncelikle şehir de dâhildir çünkü şehirdeki bireysel bir eylem büyük ölçekte
toplumsal etki ve yankılara yol açar. Bireyin diğer bir birey ile olan ilişkisi gibi değildir, bu ikisinin kat kat daha etkin ve etkili bir niteliğe dönüşmesidir. Yani şehirde yaşamak, şehre müdahale etmek, her şeyden önce bireysel ahlaki bir mesuliyettir.

ALTINOLUK: Bu ahlaki eylem sadece yöneticiler için geçerli değil sanırım. Yani onunla sınırlamamak gerekiyor belki de. Hep birlikte, topyekûn bir şehir bilinci mi gerekiyor?

S. ÖKTEN: Hiç şüphesiz öyledir. İslam medeniyet tasavvuru kendi ahlaki sistemini vaz ederken bireyin bütün eylemlerini denetim altında tutar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu denetim hem dünyevi hem de uhrevidir. Yöneticilerin getirdiği kurallar zamana ve zemin şartlarına göre değişebiliyor. Bu realiteyi kabul ediyoruz. Peki, bir Müslüman vicdanının kuralları da zaman ve zemin şartlarına göre değişiyor mu? Bu soruyu hiçbir zaman akıldan ve gönülden çıkarmamak lazım.

Kaynak: https://www.dunyabulteni.net/




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —