Tarih: 09.03.2020 15:11

Misak-ı Millî sınırlarına dönmek: Hayali cihan değer ama...

Facebook Twitter Linked-in

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye ordusunun Soçi anlaşması sınırlarının gerisine çekilmesi için verilen sürenin dolmasına iki saat kala paylaştığı Twitter mesajında (29 Şubat, saat 22:00 civarı) bir kez daha “yüz yıl öncesi”ne atıf yaptı ve bundan sonra yaşanacakların en az yüz yıl önce yaşananlar kadar önemli sonuçlar doğuracağını söyledi:

“Türkiye, bugünü ve geleceği bakımından tarihi ve hayati bir mücadele içerisindedir. Neticeleri en az 100 yıl önceki kadar büyük olacak bir mücadeleden, ülkemizin ve Milletimizin menfaatlerini koruyarak zaferle çıkmak için gece gündüz demeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”

Erdoğan, iki saat sonra başlatılacağını imâ ettiği taarruzu “yüz yıl önce”sine bağlayarak neyi hatırlatmak istemişti acaba? Ülkenin yüz yıl önceki mücadeleyle belirlenen sınırlarını korumaya dair bir vurgu mu söz konusuydu, yoksa o sınırların “adaletsizliğine” ve o adaletsizliğin giderileceğine dair bir vurgu mu?

Erdoğan’ın ilki dört yıl öncesine giden Misak-ı Millî vurgularını, “kapanmamış parantez” hatırlatmalarını hesaba kattığımızda, söz konusu vurgunun esas olarak yüz yıl önce belirlenen sınırlara bir itiraz mahiyetinde olduğuna inanmak daha makul görünüyor.

Neden böyle düşündüğümü anlatabilmek için, 2018’de kaleme aldığım ‘Misak-ı Millî savaşı’ ihtimali var mı?  başlıklı yazılarda yer verdiğim Erdoğan’ın çıkışlarını bir kez daha hatırlatacağım. Fakat ondan önce, milliyetçiliğin bu derin hafızasının nasıl her fırsatta ortaya çıkıp popülerleştiğini gösteren taze bir örneği ele almak istiyorum.   

Habertürk yorumcularının Kızlar Kalesi hatırlatmaları

Gazetecilik ölçütleriyle düşündüğümüzde öbür ana akım televizyon kanallarına nispî üstünlüğü açık olan (fakat reklamlarında iddia ettikleri ölçüde olmayan) Habertürk’ün iki yorumcusunun (Çetiner Çetin ve Abdullah Ağar) işaret etmelere doyamadıkları bir Kızlar Kalesi hatırlatması var.

Bilhassa Çetiner Çetin’in sınırdan yaptığı yayınlarda “şu arkamda gördüğünüz” diyerek hatırlattığı üzere, burası İngiliz casus Lawrence’in Ortadoğu’da ilk arkeolojik kazıyı yaptığı yerdi. Çetiner’e göre, “burası” yani İdlib, yüz yıl önce Ortadoğu’nun kilitlendiği yerdi ve yüz yıl sonra, şimdi kilit yine buradan kırılacaktı. Çetiner Çetin, 5 Mart’taki Erdoğan-Putin görüşmesinin beklendiği saatlerde buradan gerçekleştirdiği yayında “İdlib’i kesinlikle vermememiz” gerektiğini, şayet masada bir sonuç alınamazsa sahada mutlaka bu işin neticelendirilmesi gerektiğini uzun uzun anlattı.

Çok geniş bir yelpaze

Türkiye’nin, gazetecisinden akademiğine, kahvehane milliyetçisinden siyasetçisine ve devlet yöneticisine uzanan geniş bir yelpazede paylaşılan ortak bir inancı var. Hararetin iyice yükseldiği zamanlarda kendisini milliyetçi olarak tanımlamayanları da etkisi altına alan bu inanca göre, Türkiye’ye yüz yıl önce çok büyük bir haksızlık edilmiştir ve zamanı geldiğinde, gücü yeter hale geldiğinde bunu düzeltmeye hakkı vardır ve mutlaka düzeltmelidir.

İşte bu anlamda Misak-ı Millî tarih olmuş, tarihte kalmış bir kavram değildir Türkiye’de. İdlib meselesi tartışılırken ülkenin dışişleri bakanının “rejim işgal ettiği yerlerden geri çekilmeli” demesi de, ülkenin cumhurbaşkanının, ana muhalefet liderinin “adam kendi topraklarını savunuyor” sözlerini bir tür ihanet, gazilere ve şehitlere saygısızlık olarak nitelemesi de derinlere gömülü “vatanın asıl sınırları” duygusundan kaynaklanıyor. (Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da İdlib’in “vatan toprağı” olduğunu söylemedi mi?)

Erdoğan’ın Misak-ı Millî vurguları

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2016 Ekim’inden bu yana, Türkiye’nin Misak-ı Millî diye bir meselesinin olduğunu vurgulayan konuşmalar yapıyor. Konuyu ele alırken kurduğu cümleler bazen sadece tarihsel-kültürel bir ilgiyi imâ ediyor gibi görünüyor, bazen de tarihsel bir haksızlığın düzeltilmesi üzerinden düpedüz sınır tartışması açıyormuş izlenimi veriyor.

Erdoğan, Misak-ı Millî vurgusunun fizikî sınırlara dair olduğuna en fazla yaklaşan değerlendirmesini bir dergide yayımlanan makalesinde yaptı. Cumhurbaşkanı, eski milli eğitim bakanlarından Hasan Celal Güzel yönetimindeki Yeni Türkiye dergisinin Misak-ı Millî özel sayısına yazdığı önsözde (Mart, 1917) Birinci Dünya Savaşı’nın “aslında hâlâ sona ermediğini” söylüyor, “kapanmamış bir parantez”den söz ediyor ve bunun “kilidinin” de Misak-ı Millî olduğunu hatırlatıyordu.

Fakat Erdoğan’ın bunun öncesine ve sonrasına denk gelen başka Misak-ı Millî vurguları da vardı. Şimdi bunlara kronolojik olarak bakalım.

15 Ekim 2016 (Rize’deki Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'nin 2016-2017 Akademik Yılı’nı açarken yaptığı konuşmadan): “Birileri bize, 'Irak'la niye ilgileniyorsunuz, Suriye'yle niye ilgileniyorsunuz?' diyorlar. (...) Tarih kitaplarımızda Misak-ı Millî'yi okuyoruz değil mi? Misak-ı Millî'de ne var? Eğer Misak-ı Millî diye bir derdimiz varsa, kusura bakmayın, o zaman bu soruyu kendi içimizde birbirimize soramayız. Tam aksine burada 'Üzerimize düşen görevler var' demek zorundayız.”

19 Ekim 2016 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): “Misak-ı Millî niye rahatsız ediyor. Misak-ı Millî'yi gündeme getiren Gazi Mustafa Kemal. Neden rahatsız oluyorsunuz. Burada bir tarih yok mu? Burada bir milletin geçmişi yok mu? (...) Maalesef hem batı hem de güney sınırlarımızda Misak-ı Millî hedeflerimizi koruyamadık. Dönemin şartları itibarıyla bu durumu mazur görenler, göstermeye çalışanlar olabilir. Bu yaklaşımı bir yere kadar mazur görmek mümkündür. Asıl vahimi, zorunluluklardan kaynaklanan bu durumu esas olarak kabul edip kendimizi tamamen bu kabuğun içine hapsetme anlayışıdır. Biz işte bu anlayışı reddediyoruz. Türkiye'yi 1923'ten beri böyle bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızı, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizi bize unutturmaktır.”

Mart, 2017 (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yeni Türkiye dergisi için kaleme aldığı  Kapanmayan parantezin kilidi: Misak-ı Millî” başlıklı önsözden): “Bugün Suriye’deki, Irak’taki, Mısır’daki, Libya’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki hadiselerle niçin bu kadar yakından ilgilendiğimizi, ilgilenmemiz gerektiğini ancak geçmişe bakarak anlayabiliriz. Türkiye’nin oralarda ne işi olduğunu soranlara en güzel cevabı tarih verecektir. Gayet açıktır ki, Birinci Dünya Savaşı, aslında hâlâ sona ermiş değildir. Kanı kanla, zulmü zulümle örtmeye çalışanlara karşı biz kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden aldığımız güçle çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Misak-ı Millî’yi unutmamak bu mücadelenin ilk ve en önemli şartıdır.”

10 Kasım 2017 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): “Biz Kurtuluş Savaşımıza başlarken ilan ettiğimiz Misak-ı Millîmize de sahip çıkamadık. Suriye ve Irak'taki gelişmelerde zaman zaman dillendiriyorum. Biz Misak-ı Millîmize yeniden sahip çıkmak zorundayız diyorum. Eğer o hudutlar içinden ülkemize saldırılar oluyorsa buradan buyurun devam edin deme lüksümüz yoktur. Gereğini, gerektiği şekilde yapma zorunluluğumuz var. İdlib'de yapılmakta olan budur. Açıklıyorum; Afrin'de yapılmakta olan da budur.”

Hayali cihan değer...

Yukarıda zikrettiğim 2018 tarihli yazılarımda şu soruyu sormuştum:

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk olarak Ekim 2016’da dile getirdiği ve o günden bu yana her fırsatta tekrarladığı Misak-ı Millî temalı çıkışlar iç politikaya yönelik bir retorikten mi ibaret, yoksa başı sonu hesaplanmış gerçek bir politik ajandanın kamuoyu yaratma aşamasını mı yansıtıyor? Böyle bir ajanda varsa, bu, zamanı geldiğinde Türkiye’yi Misak-ı Millî sınırlarına kadar genişletecek bir savaşı göze almayı da içeriyor mu?”

İdlib’de yaşanan ve şimdilik bir ateşkesle nihayetlenen sürece baktığımda ben bu soruya şöyle spekülatif bir cevap veriyorum: Kanaatimce Erdoğan, güney sınırlarımızdaki kargaşanın Türkiye’ye yeniden Misak-ı Millî sınırlarına dönmek için bir imkân sağlayıp sağlamadığını son dört-beş yılda hep aklının bir köşesinde tuttu. Türkiye’nin toplam siyasi-bürokratik aklının hiç akıldan çıkarmadığı bu hedefi gerçekleştirmesinin kendi iktidarı ve kurduğu yeni siyasi ittifaklar için muazzam bir sigorta işlevi göreceğini düşündü. Ne var ki iki küresel gücün birbiri peşi sıra çıkardığı kırmızı kartlar bunun mümkün olmadığını kesin olarak gösterdi ve bu büyük hayalinden en azından şimdilik vazgeçti.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —