Bulunduğu yerin geçici sakinidir misafir. Şöyle bir düşündüğümüzde, kim bulunduğu yerin mukimidir ki? Bir ağaç kadar bile bu dünyaya ait değiliz. Misafir mahcuptur. Kaldığı yere zahmet vermekten endişe eder. Kendini yük gibi hisseder. İnisiyatif sahibi değildir. Bir başka tabirle konuktur o. Yürürken bir yere konmuş gibidir. Konan kişi konduğu daldaki ağacın himayesindedir. Ağaç kalır, dal meyveye durur, kuş uçar.
Misafir ev sahibine aslında kendisinin de misafir olduğunu hatırlatır. Gelişinde bereket ve esenlik vardır. İçinden geçen duaya dönüşür. Sofranıza oturan sizin misafirinizdir. Sofra o ailenin sırrına ve süruruna ortak olmaktır. Enin sahibi sizi buna layık görmüşse artık onunla sizin aranızda bir sessiz vefa anlaşması tesis etmiş olur. Ona fenalık düşünemez, fena söz söyleyemezsiniz. Gelene değil gönderene bakmalısınız. Gönderen Allah’tır belki de. Gerçekten de öyledir, “Tanrı Misafiri” diye boşuna denmemiş, atalardan yadigâr.
Rahmetli annem ve babam misafir gelmediği zaman daralan ve ciddi ciddi üzülen insanlardı. Kapıdan biri girse gözleri parlar, kim olursa olsun ona şeref misafiri muamelesi yaparlardı. Nasıl ağırlayacaklarını bilemez, ellerinden gelen bütün izzeti ikramı yaparlardı. Yaşadığımız çağdaş kent hayatında ne yazık ki misafir gidip bir daha evimize uğramayan biri gibidir. Evlerimiz bırakınız misafiri kendimiz için bile müsait değildir. Bu yüzden üşüyoruz. Bu soğukluğu doğal gazla gidermeye çalışsak da olmuyor. Ne karşı komşunuz ne de eş, dost ve ahbabımız kimse kimsenin misafiri değil. Herkes birbirinin ev sahibi ya da birilerimiz birilerimizin kiracısı. Kötü komşuya da razıyız, hiç olmazsa o bile insanı ev sahibi yapıyor. Neyse efendim, oturmaya bekleriz.
YOLA ÇIKMAK
Yolun bütününü gitmeye bedeldir yola çıkmak. Yolu içinde taşımaktır. Hedefe ulaştıkça mesafe küçülürken hasret büyüdükçe büyür. Yola başlangıç yapmak neden “çıkmak” fiiline ihtiyaç duymuştur? Bir irtifa mı söz konusudur ve yolun üst katları mı vardır? Yol, yolculuk ve yolcu bir an içinde birleşip hedefe odaklanıyorsa, burada bir fizikötesi durum var demektir. Gidenle gidilen birbirine karışmıştır.
Yol dünyadaki serüvenimizi anlatmak açısından en kullanışlı metafordur. İnsan yolda dünyaya gelmiştir. Yol ehli ve yolun oğludur. Bir tarik üzere seyir içinde olmaktır. İnsan yeryüzünde ağaç kütüklerinin suda sürüklenmesi gibi hareket etmez, iradesi ona bir yol biçmiştir ve o bu yol üzere menzile yürür.
Kimi zaman uzun ince bir yoldur gidilen, bazen de “sarp bir yokuş” yani akabedir. Sapmadan hedefe yürürsen yükselirsin. Çıktığın yol seni ulaşmak istediğin seviyeye götürür. Gitmek doğru bir istikameti takip etmek ise buna yükselmek denir.
Yol şerit ve navigasyon bilgileriyle insanın zihninde sürüp giden bir güzergâhtır. Yolsuzluk da yoldan çıkma da yolunu kaybetme de hep bu zihin serüveni ile şekillenir. İnsanın yeryüzünde bütün anlattıkları bir yol hikayesinden ibarettir.
İki tür yol tahsis edilmiştir bu dünyada insanoğluna; 1.si önüne serilen yol, 2.si ise insanın niyet ve istikametine göre kendine çizdiği yoldur. (“Ona iki yok (eğri-doğru) gösterdik”-Beled-10) Yeryüzünde yolu çatallanan tek varlık insan. Melekler de şeytan da tek yolludur; iyilik ve kötülük. Hayvanlar yaratıcının onlara gösterdiği yolun dışında bir yola sahip değildirler.
Her gün dünyamızdan birilerini yolcu ediyoruz. Her gün dünyamıza ayağının tozuyla toprağıyla binlerce insan dahil oluyor. Yol hiçbir şeye birden vasıl olamayacağımızın dolaylı ve de virajlı anlatımıdır. Aslında yokuş da bir anlatım biçimidir iniş de. İyi nazarla baktığınızda patikanın da çok şeyler anlattığını işitirsiniz.
Yolculuğun ruhuna ermişseniz hiçbir yerde mukim olmadığınızı anlamakta gecikmezsiniz. Hiç kimse bu hayatta hiçbir yere ait değildir. Giderken özlem duyar gelirken hasret çeker. Ne düşünsek ne hissetsek gözlerimizin gördüğü her yan ve her yön ola dönüşüyor. “Gitmekten ötesi yoktur/ Gitmekten ötesi yol” demiştim bir şiirimde. Galiba gözümü yumduğumda kulaklarım yolun çağrısına böyle karşılık vermişti.