Hürriyet Gazetesi yazı dilimizi cinsiyetçi içerikten temizlemek için, köşe yazılarına cinsiyetçi sözcükleri tespit eden bir uygulama yerleştirdi. Ertuğrul Özkök´ün bir yazısında "kadın gazeteci" ifadesi "cinsiyetçi" olarak işaretleniyor. Yine yenilerde yayına giren, eşitsözlük.com "sözünü eri" gibi ifadeleri cinsiyetçi olarak tanımlıyor.
***
"Lütfiye uzandığı şezlongtan hafifçe doğruldu..."
Şezlong kelimesi romanlarda ne kadar da sık geçiyor? Şu yaşıma geldim, bu kelimeyi cümle içinde herhalde hiç kullanmamışımdır.
Keşke Roman Bölümü´nde olmasaydım. Romanları inceleme görevini aldım alalı, abuk subuk şeyler düşünür oldum. Üstelik ayrımcılıkla mücadele adına ortaya hatırı sayılır bir şey de koyabilmiş değilim. Bulduğum ayrımcı kavramlar, kurgular hep daha önceden ifşa edilmiş; doğum gününde kızlara bebek, oğlanlara kamyon alınması ya da düğün törenlerinde kadınlara gelinlik erkeklere damatlık giydirilmesi kabilinden şeyler. Şu halimle Acil Eylem Kurulu´nun -Her Türlü Ayrımcılıkla Mücadele Bakanlığı´nın ilk yılında tesis edilmişti- en zayıf halkasıyım.
Roman bölümünde olmasaydım bir şeyler yapabilirdim belki. Necla Müzik Bölümü´nde, Serdar Atasözleri, Nurcan Küfür, Hamit Oyun, Münir Soyadı... En zor-zahmetli bölüme düşmüşüm. Ne vardı sanki küfür bölümünde ben olsaydım.
Yarı uykulu gözlerim yavaşça kapanmak üzereydi. Tatlı bir uykuya dalmaya hazırdım, kitap elimden düşmüştü; uykuya dalmak üzere olduğumun farkındaydım. Bir anda ocakta bir şey unutmuşum da hatırlamasaymışım ev yanacakmış gibi bir irkilmeyle yerimden fırladım. "Tabi ya!" dedim. Kitabı açtım. Şezlong´a uzanan kişinin Lütfiye olduğundan emin oldum. Lütfiye´nin altını çizdim. Kalktım, son okuduğum kitaplardan birkaç tanesini çıkardım. Dün bitirdiğim romandaki "şezlonglu" bölümü buldum:"Şezlongta yatan Nilüfer´in ta kendisiydi..." yazıyordu. Heyecanla, Nilüfer isminin altını da çizdim. "Bir Yudum Kahır" kitabını açtım aceleyle. Sol sayfada en alt paragrafta geçtiğinden emindim. Kitabın sağ tarafına hiç bakmadan sayfaları çevirdim. Altmış sekizinci sayfada durdum: "Nurdan şezlongta uyuyakalmıştı." Nurdan´ın altını çizdim.
Keyfim yerine gelmişti. Bu salak kelime -şezlong- hep kadınlarla birlikte kullanılıyordu. Şezlonglarda yatan, uzanan, uyuyakalan hep kadınlardı. Romanların yazarlarını kontrol ettim. Gece Açan Çiçek kitabını Nurullah Özdemir, Son Tren´i Haluk Gemici, Bir Yudum Kahır´ı da Mustafa Gündüz yazmıştı. "Gündüzmüş..." diye kıkırdadım. "Bundan sonra Gece diyeceğiz sana Mustafa Bey, Gece..."
Şezlong nedir? Yatılan, uzanılan, uyunulan bir şey... Şezlongla beraber kimlerin ismi geçiyor? Hep kadınların. Şezlongta hep Lütfiyeler, Nilüferler, Nurdanlar yatıyor. Yani yazarlarımızın, ki hepsinin erkek yazar olduğuna dikkatinizi çekerim, bilinçaltında ne var? Lütfiyeler, Nilüferler hep yatsın-uyusun, hiç çalışmasın. Sosyal hayata katılmasın, iki ayağı üzerinde durmasın. Sırtüstü yatsın dursun. Bunun adı nedir? Erkek egemen kalemin şezlong üzerinden kadına uyguladığı şiddet. Bilinçdışında tam da bu var. Şezlongta yere serilmiş bir kadın ve ona yukarıdan bakan erkek...
Kendimi bir an Fahriye Orman´la karşılaştırdım. Fahriye Hanım, "Ayrımcılık spermle başlar." mottosuyla kadın hareketine yepyeni bir soluk getirmiş, "Salıncak" analizi şöhretini ülke sınırlarının dışına taşımıştı. Strazbourg´ta Kate Millet´in anısına düzenlenen sempozyumda, "Niçin hep kadınlar sallanır da, erkekler sallar?" diye haykırmıştı: "Bu, güneşin doğuşu ya da iki sahne arasına yerleştirilmiş trafik sekansı gibi bir şey olarak değerlendirilemez. Salıncak sahnelerini ancak erkek yönetmenlerin bilincini yöneten patriyarkanın farkında olursak anlayabiliriz. Mesaj çok açıktır: Kadınlar erkekler olmadan kendi kendilerini sallayamaz! Salıncak sahnelerinde itici olan, muharrik olan erkektir, kadınlar itilen, edilgen varlıklar olarak resmedilmektedir. Dahası, gülüp kahkahalar atan kadın, sallanmaktan mutluyum mesajı vermekte, erkek egemen kültürün yeniden üretilmesine kadın aracı kılınmaktadır."
Konuşmasının sonunda söyledikleri Türkiye´de de çok tartışıldı: "Evet gerçek yönetmen Refik Ertuğrul, Sezai Atığ, Ferit Yüceses değildir; Yeşilçam´ın gerçek yönetmeni patriyarkadır."
Ne kadar istesem de kendimi Necla´yla kıyaslamaya cesaret edemedim. O ki, "Kabirde Devam Eden Ayrımcılık: Cinsiyetçi Dilin Mezar Taşlarındaki Yapısökümü" başlıklı çalışmasıyla bir devri kapatmış, yeni bir çığır açmıştı.
Keyfim yerine gelmiş, şu meşhur Zonguldak türküsü dilime dolanmıştı: "Düriye´nin güğümleri kalaylı kalaylı ah, kalaylı. Fistan giymiş etekleri alaylı, alaylı ah alaylı..."
Bir an durdum. Türküye devam etmedim. Türküyü tekrar baştan aldım. "Yahu güğümleri niye Düriye taşıyor ki?" diye sanki karşımda biri varmış gibi sordum. Üstelik Düriye niye fistanlıydı? "Tabi ya..."dedim. "Güğüm üzerinden ayrımcılık yapılıyor!" Zihnim açılmıştı. İnternete girip türkünün sözlerini inceledim.
"Düriyemi aldatması kolay mı?" diye devam eden Türkü Düriye´yi resmen nesneleştirliyordu. Güğümler Düriye´ye taşıtılıyor, üstelik "aldatması kolay mı?" denilerek kadının zekasıyla ince ince dalga geçiliyordu.
Bakanlık´ta "Türkü Bölümü" olmadığını hatırladım. Daha da keyiflendim. "Şezlong" ve "Güğüm" çıkışını, Türkü Bölümü teklifiyle taçlandıracaktım.
Yatağıma uzandığımda Düriye türküsü hala dilimdeydi. Ayrımcılık yapmış gibi hissetsem de Türküyü söylemekten kendini alamadım.