Ortaçağ Avrupa’sında Kiliseye gösterilen haklı tepki sınır tanımayan bir boyut kazanınca aklı da esir alarak dini reddeden Rönesans süreci başladı. Olumsuzlukların sorumlusu olarak kabul edilen din suçlu bulundu ve ceza olarak hayatın dışına itildi. Yerini de seküler (dindışı) düşünce aldı. Bunun sonucu olarak, tanrı adına hareket ettiği iddiasına dayanan kilise gücünü kaybetti. Kilisenin elinde tuttuğu egemenlik, yeni anlayışa göre, evrende tek belirleyici güç olarak kabul edilmeye başlayan insana devredildi.
Burada anahtar kavram insanın değerini temel aldığı için “İnsanmerkezcilik” olarak tanımlanan, felsefi temeli sekülerizme dayanan “Hümanizm”dir. Rönesans’ın hümanizme dayanması yeni dönemin belirleyici güç ve kaynağının insan olacağını baştan göstermiştir.
Hümanizmi belirleyici temel alan Rönesans her biri büyük önem ve etkiye sahip gelişmelere kaynaklık etti: Reform, Sömürgecilik, Aydınlanma, Modernleşme, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, Emperyalizm, Kapitalizm, Sosyalizm, Milliyetçilik, Paylaşım Savaşı ve Küreselleşme birbirini izleyen adımlar olarak ortaya çıktı. Her biri diğerini tamamlayan ve birbirinden bağımsız olmayan bu adımlar günümüz dünyasını da şekillendiren muazzam gücü, birikimi ve felsefeyi temsil etmektedir.
Söz konusu sürece ivme kazandıran adımlardan biri, bıraktığı izler ve etkiler bakımından son derece kalıcı bir öneme sahip olduğuna kuşku bulunmayan Fransız Devrimidir (1789). “Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” olarak özetlenebilecek olan dayanak ve hedefleri, Aydınlanma Felsefesinin uygun bir gelişme ortamına kavuşmasına ve gelişmesine yaramıştır. Aydınlanma, Batı toplumlarının düşünce tarzında ve toplumsal yaşamında büyük değişmelere neden olan dünya görüşünü belirleyen felsefedir. Aynı zamanda, Batı’nın fiili işgaller yoluyla dünyada yürüttüğü sömürgeciliğin emperyalizme evirilmesi gibi dikkate değer bir sonucun ortaya çıkmasında da etkili olmuştur.
Fransız Devrimi, sonraki dönemlere damgasını vuran birçok gelişme ve kavramın öne çıkmasını sağladı: İnsan Hakları, Demokrasi, Laiklik, Düşünce Özgürlüğü ve özellikle Milliyetçilik önem kazandı ve şaşırtıcı bir hızla yayıldı. Derken Avrupa’da geleneksel yönetimler ard arda tasfiye oldu, imparatorluklar dağıldı ve onların yerini yeni siyasal felsefeyi temsil eden ulus devletler aldı. Ardından, Avrupa’yı yeniden şekillendiren bu model, sömürgeler başta olmak üzere Batı dışı ülkelere de kabul ettirildi. Böylece, küresel hegemonya için hem içerde hem dışarda gerekli şartlar ve zihniyet değişimi gerçekleşmiş oldu.
Müslüman Dünyadaki etkilerini incelemeye geçmeden önce Milliyetçiliğin ne olduğu ve hangi felsefi temellere dayandığı üzerinde durmak gereklidir. Çünkü bu kavrama yüklenen anlam ile gerçeği arasında büyük farklar bulunmaktadır.
Milliyetçiliğin temel vasfı seküler (dindışı) felsefi düşünceye dayanmasıdır. Dünyevileşme, ya da dindışılık olarak da ifade edilebilecek olan sekülerlik, dini düşüncenin alternatifi olan dünya görüşüdür. Rönesansla başlayıp çeşitli aşamalar geçiren ve hala etkinliğini sürdüren modernleşmenin dayandığı düşüncedir. Yozlaşan, istismar ve çıkar aracı haline getirilmiş olan Hristiyanlığa duyulan tepkinin Tanrı’yı inkara ve insanı belirleyici konuma çıkaran düşüncedir
Sekülerlik; dinin ürettiği tüm kurum, kural ve kavramları reddeder. Genel olarak din ve bağlantılı konuların zihinsel kurgulardan ibaret olduğunu, gerçekle ilişkisi olmadığını iddia eder. Allah, vahiy, peygamberlik, ahiret, yaratılış, cennet, cehennem, helal, haram, ibadetler, ritüeller, mucize ve benzerlerini anlamsız, gerçek dışı ve ilkel zihnin üretimi olarak görür. Dinin; toplumun yönetilmesi, sosyal hayatın şekillenmesi, ekonominin işletilmesi, sanat, felsefe gibi alanlardan tümüyle uzaklaştırılması gerektiğini temel alır. (Devam edecek)
Kaynak: Farklı Bakış