12 Eylül darbe yönetimi; sağ oyları bölme, sol oyları ise böldürmeme planına güvenmişti.
Sağdan, Anayasa'yı değiştirme çoğunluğuna ulaşacak bir tek parti iktidarı çıkmasından korkuyorlardı.
Bu sebeple solda tek partiye vize verdiler, sağda ise iki.
Kenan Evren, Erdal İnönü'nün SODEP'ini niye seçime sokturmadığını açıklarken 1998'de şöyle ifşa etmişti:
"Bizim amacımız, siyasetin parçalanmasını önlemekti. Biz, merkez sağda ve solda ana siyasi akımlara dayalı istikrarlı bir sistem kurmayı amaçlamıştık. Merkez sağda iki, merkez solda bir parti düşündük. SODEP'i seçime sokmamamızın nedeni solda iki partinin fazla olacağı ve ikisinin de barajı aşamayacağı düşüncesiydi...Sağda ise iki partinin de barajı geçebileceğini düşündük. Ama sağda da tek parti olsaydı, o zaman sağın bütün oylarını alıp Anayasa'yı değiştirecek güce ulaşabilirdi. Bunu da sakıncalı gördüğümüz için izin verdik."
Darbe sonrası ilk seçimde ANAP, tek başına iktidara geldi. Özal "Bir kere delinse bir şey olmaz" deme gücüne bile erişti.
Anayasa defalarca değiştirildi, Evren vefatından önce yargılandı.
Diğer tüm siyaset mühendislikleri gibi o hesap da tutmadı yani.
Evren, başaramadıklarını da zaten itiraf etmişti:
"Bizim bu tedbirlerimize rağmen, siyaset yine de parçalandı. Bugün, hem merkez sağ, hem merkez sol bölünmüş durumda. Şimdi Türkiye olarak, bunun cezasını çekiyoruz. Bizim amacımız, böyle bir parçalanmaya yol açmadan siyaseti, ana akımlara dayalı, dengeli bir yapıya ulaştırmaktı."
Korktukları, darbecilerin başına geldi. Milletle inatlaşanlar, seçenekleri baştan eleme hakkını kendinde görenler ne yapsa kaybetti. Yenilmekten kurtulamadılar.
28 Şubat vesayetçileri de benzer nedenlerle yüzde 10 barajına güvendi. Siyaseti kafalarına göre dizayn ve kontrol için düşürülmesini, kaldırılmasını engellediler.
Ama 2002 seçimlerinde sonlarını getirdi. AK Parti, oyların üçte biriyle Meclis'te üçte ikilik çoğunluk yakaladı.
İktidarının ilk yıllarında AK Parti'ye karşı geliştirilen diğer siyasi mühendislik projeleri de ters tepti.
Kurgular çökmekle kalmadı. Çıkarılan engelleri aşması için milleti bilakis AK Parti'yi desteklemeye motive ettiler.
Ne ki AK Parti bile bu tecrübeden ders çıkarmışa benzemiyor. Aynı yöntemle rakiplerini ekarte edebileceğine inanabiliyor.
İnanmasa, Gelecek ve DEVA partilerinin önünü, seçim sistemiyle oynayarak kesmeyi denemezdi. Aklından bile geçirmezdi.
Dün, son kulisler yansıdı. Hayati Yazıcı başkanlığındaki parti kurmayları, yeni barajlar getirecek formüller üzerinde çalışıyormuş.
Daraltılmış bölge sistemi uygulanacakmış. Bölgesinde yüzde 20 barajını aşamayan vekil çıkaramayacak. Ülke genelindeki yüzde 10 barajı da devam edecek. İttifak içinde ise aşılması gereken yüzde 5 barajı konacakmış.
"O barajları millete zorla, tek tek aştıracaksınız, başka da işe yaramaz" diye, bir gün AK Parti'yi de uyarmanız gerekeceği söylense inanır mıydınız!
Hıncal Uluç’un suçu mu?
Dün medya siteleri bununla kaynıyordu. Hıncal Uluç, gazetesi sabaha çok sıradışı bir eleştiri getirmiş.
Spota çıkan cümlesi şu:
“Bu gazetenin görevi iktidarın yaptığı en harika işleri bile ikinci plana itip, CHP’ye saldırmak için bahane üretmek mi?...”
Gazetesini kalaylamasından hoşlananlar bile eleştirinin içeriğini yadırgıyor.
Başka kızacak kusur bulamamış da, gazetesinin iktidarı övmeye ayıracağı yeri CHP’ye saldırmaya ayırmasına mı bozuluyormuş filan...
Oysa yargı kararlarına dahi geçmiş bir kriter artık bu.
Cumhuriyet’in “Boğazda kaçak” haberine engelleme kararının dayanaklarından biri değil miydi?
İktidarın dünyaya parmak ısırtan koronayla mücadele başarıları konuşulacak, konuşturulacakken...Dikkat dağıtmak, olumsuzluklara ilgi çekmek ve gündem değiştirmek erişim yasağına gerekçelerden sayılıyordu.
RTÜK’ün FOX, Halk ve Tele1 televizyonlarına verdiği ceza ve ültimatomların da gerekçesiydi.
Medyanın görev tanımına resmen girmiş bir kriter üzerinden gazetesini eleştiriyor. Haksız diyebilir misiniz Hıncal Uluç’a?