Bugün büyük gün, seçim var. Bugün millet konuşacak, iradesini söze vuracak ve geri kalan herkes, özellikle siyaset sınıfı susacak, sonuca rıza gösterecek. Ülkemize fitneden fesattan, hileden hurdadan, şaibe ve tuzaktan ırak, huzurlu bir seçim diliyorum. Bu yazıyı oyunu kullanmadan okuyanlara, haddim olmayarak, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını değil milletimizin istikbalini, ülkemizin bağımsızlığını düşünerek sandığa gitmelerini öneriyorum. Milletimizin iradesinin hiçe sayıldığı, ülkemizin bağımsız olmadığı bir dünyada bizim tercihimizin bir öneminin kalmayacağını akıllarından çıkarmamalarını? Birazdan insanın seçim yapan varlık olduğundan bahisle yazımı devam ettireceğim ama ülke yönetimine etkide bulunacak tarzdaki seçimler elbette gündelik hayata ilişkin diğer seçimlerimizden çok daha mühim. O nedenle kendimizi aşmamız, sorumlu, titiz, dikkatli; tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözeterek oy vermemiz şart?
Varlıklar âleminde aklı ve iradesi olan tek varlık olma ayrıcalığına sahibiz, varoluşumuzu bilinçli olarak şekillendirebiliyoruz. İnsanı eşrefi mahlûkat kılan hususiyet esasen bu, akılla ve iradeyle yolumuzu çizme keyfiyeti. Meşhur külli irade, cüzi irade tartışmasını bu bağlamda anlıyorum, kader inancımı bu çerçevede idrak ediyorum. Kaderi, ?büyük kader? ve kendi başımıza gelenler (haydi ona ?alın yazısı? diyelim) anlamında ikiye ayırarak ele almak gerektiği kanaatindeyim.
Büyük kader, bizim içinde zerre olarak yer aldığımız, akışında seçimlerimizin zerre miskal etkisinin olmadığı dünya hayatı; söz sahibi olduğumuz alan sadece kendimizle ilgili olanı, alnımızdaki yazıyı sanki kendi ellerlimizle yazıyoruz. İnsanın tercih hürriyetini, yaptığı seçimleri buna göre ele almak gerekiyor. Hürüz hür olmasına ama biraz durup düşünmemiz gerekiyor hürriyetimizin hudutlarını.
Bir genetik mirasla, bir dilin, bir kültürün içine doğuyoruz, kendimizi ahlaki ve hukuki normların içinde buluyoruz. Ne anne babamızı, ne etnik ve kültürel topluluğumuzu, ne ülkemizi, ne yurttaşı olacağımız devleti seçebiliyoruz. Anne babamızı ve içinde büyüyeceğimiz, yaşayacağımız toplumu seçemeyince, onların çocuk yetiştirme pratiklerine göre yoğruluyor benliğimiz, kişiliğimiz, psikolojimiz. Kendimizden ?ben´ diye bahsetmeye başladığımızda bir hürriyet sevdası, bencilliğe kadar varan kendini ortaya koyma hevesi çöküyor içimize ama ?ben´in inşasında neredeyse hiç pay sahibi değiliz. Hür olduğumuzu, bize zincir vuracak çılgınlara şaştığımızı iddia ediyoruz; özgürlük için canımızı vermeye hazır oluyoruz. ?Ey özgürlük? diye haykırıyor, her yere onun adını kazıyoruz. Oysa kazın ayağı pek öyle değil? Dürtülerimizi dahi yetiştirilme tarzımıza, yaşadığımız toplumun kurallarına göre denetlemek durumundayız. Bu yüzden olsa gerek belli bir içgüdüsel program çerçevesinde hareket eden hayvanlara imrenip duruyoruz. Hürriyet şarkılarımız hep hayvan metaforlarıyla dolu. Kuşlar, kelebekler gibi hür olmak istiyoruz.
Verili potansiyellerimiz ve imkânlarla hayatta var kalmaya çalışıyor, bir yandan kişiliğimizi olgunlaştırmak bir yandan da daha insana yakışır bir toplumsal düzen için uğraş veriyoruz. İçten içe hissediyoruz aczimizi; görüyoruz biyolojik, psikolojik, sosyal zindanlarımızı. Bize özgürlük için daha ziyade diğer insanlar ve canlılarla, tabiatla kendi adımıza ne yapacağımız, âlemin içinde kendimizi nasıl konumlandıracağımız kalıyor. Bizi, daha da olgunlaştırıp insan kılacak, dünyayı daha adil ve yaşanabilir hale getirmeye katkıda bulunacak özelliklerimiz daha ziyade manevi imkânlarımız içinde saklı. (Manevi imkân dediğim, insanlığın bilim, sanat, felsefe, siyaset ve inanç alanındaki bilgi ve tecrübe birikimini, elimizden geldiğince imbikten geçirip kişisel yaşamımıza, ömür yürüyüşümüze rehber edinebilmek...) Dünyaya hakikatte ancak manevi imkânlarımızla bir müdahalemiz söz konusu olabilir. Nükleer bir silah imal etmiş mühendis, son model arabasıyla yolları cayırdatırken tüm gözlerin kendisine döndüğü delikanlı, çevresindeki insanlara hayatı zehir eden zalim, hepsi de eylemleriyle dünyaya müdahiller ama kendi maneviyatlarının, tıynetlerinin öngördüğü biçimde... Dünyaya insana yakışır ve bu manada hakiki manevi müdahaleyi ise, benlik bilincimizi (kim olduğumuz, nereden gelip nereye gittiğimiz sorularına cevap arayışımızı) arttıran, daha iyi, adil bir toplumsal düzen için alan açan eylemlerle yaparız.
Özgürlüğümüzü nefsimizi tanıyarak ve olgunlaşmaya seferber ederek ahlakla, iyilikle ve adaletle mi yönlendireceğiz yoksa günümüzü gün etmek, nefsin doymak bilmeyen arzularını tıka basa tatmin etmeye çalışarak mı? Siyaseti, siyasi tercihlerimizi de bu minval üzere değerlendirmek durumundayız. Dünya görüşümüz, uğruna çabaladığımız, seçimlerde lehine oy kullandığımız siyasi program daha insani ve adil bir dünyaya yardım ediyor mu etmiyor mu?