Türkiye’de entelektüel alanı giderek militanca bir yaklaşım ve linç kültürü almaya başladı. Taraftarlık ve karşıtlığın belirleyici olduğu ve hakikat arayışının gittikçe kaybolduğu ortam, diğerini imha etmeye dönük bir atmosfer yaratıyor. Bu durum fanatik militanların entelektüel alanı ele geçirmeye çalıştığını gösteriyor.
Bu noktada fanatik bir militanın zihin yapısına analiz etmek gerekiyor. Kendisinin dışındaki düşüncelere düşmanca davranan onları imha etmeye çalışan, entegrist, fanatik, indirgemeci düşünceye sahiptir. Bu yüzden eninde sonunda şiddete varır. Şiddeti, susturmayı, yaşanacak alan, nefes alacak ortam bırakmamayı, dışlamayı ve ölümü yücelten bir retorik kullanır. Bu yaklaşımla o, tam bir entelektüel teröristtir.
Diğer yandan dışlayıcı, marjinal, sert ve rijit bir dil kullanır. Girdiği veya bir şekilde taraf olduğu tartışmalarda ahlaki bir dil kullanma ihtiyacı hissetmez. Dini literatürü uyguladığı şiddeti meşrulaştıracak bir argüman olarak kullanır. Bu anlamda dilinin, Hz. Peygamberin rahmet dili ile bir ilgisi yoktur.
Yüzü sert, bakışları keskin, ciddi, tavizsiz davrandığı izlenimini verir. Tüm bu görünümleri altında son derece tedirgindir. Şiddete eğilimi aslında kendi düşüncesine karşı kuşkucu ve güvensiz olmasındandır. Argümanları yetersiz, temellendirmeleri hatalıdır.
Entelektüel eksikliğini fanatizm ve muhatabına hakaretle gidermeye çalışır. İslam tarihindeki en uç düşünceleri bulur, makulden uzaklaşmayı ilke edinir. Tarihe ve kültüre bakışı toptancı ve inkar üzerine kuruludur.
Tartışma ahlakından yoksundur ve asla muhatabına saygı duymaz. Uyguladığı şiddeti Kur’an ve hadisleri semantik bir müdahale ile çarpıtarak meşrulaştırmaya çalışır. Kur’an’daki kavramları bağlamlarından kopararak, kendi düşüncelerini destekleyecek hale getirerek yeniden tanımlar.
Siyasal anlamda tekçi, total ve otoriterdir. Barış dininden, savaş ve şiddet üretmiştir. Muhalif her eleştiriyi terör ve vatan haini kapsamına sokarak kriminalize eder.
Kur’an’ın bütünlüğünü gözden kaçırır ve kendi tezine destek olduğuna inandığı ayetleri seçer. Amacı hakikati aramak değil, tartışmadan galip çıkmaktır. Literaldir, yorumlarında maksatlı hiç göz önüne almaz, lafız- mana ilişkisini daima gözden kaçırır.
Kişisel, gereksiz polemiklerin tutkunudur, konuya odaklanmak yerine kişilikleri hedef alır. Bu haliyle o, tek derdi polemik yapmak olan, hakikatten nasibini almamış bir militandır.
Ahlaktan nasibi olmamıştır; metne ve metinde savunulan düşünce yerine, kendi görüşünü metne giydirerek yorum yapmaktan çekinmez. Sadece kendi düşüncelerinin hakim olduğu bir ütopya hayal eder. Güçlü görünmesine karşın son derece zayıftır.
Entelektüel yetersizliğini, şiddetle ve entelektüel terörle kapatmaya çalışır. Müzakereye, toplumsal sözleşmeye, Kur’an ortada diyerek karşı çıkar; ancak Aziz Peygamberin Medine Vesikasını oluştururken davranış modelini görmezden gelir. Kur’an’da sürekli kınanan ve Müslümanların en büyük düşmanı olan Yahudiler ve diğer grupların temsilcileriyle toplumsal bir sözleşme yaptığını gözden kaçırır.
Politik eleştirileri de toptan, siyasal tavrı çelişkilerle doludur. Bir zaman oy kullanmanın küfür alameti olduğunu savunurken, diğer yandan onu bir partinin fanatik destekçisi olarak bulunmaktan çekinmez.
Adalet, hukuk, insan hakları gibi kavramları araçsallaştırmaktan, temel kaynaklardaki bilgileri çarpıtmaktan çekinmez. Dini veya siyasi düşüncesini diğerleri üzerine baskı aracı olarak kullanır.
İçtihattan, yeni yorumlardan, farklı anlayışlardan, yaşayan Sünnet kavramından nefret eder. Ona göre her şey hicri ikinci yüzyılda bitmiş, alimler her şeyi açıklamış, gök kubbenin altında söylenecek her şey söylenmiştir. Gelenekten farklı her yorumu ve bu yorumları ileri sürenlere hayatı zindan eder.
Öte yandan o, ayetleri mızraklarının uçuna geçirenlerin çağdaş versiyonudur. Tıpkı onlar gibi, Kur’an’ı ve bütün kutsal değerleri menfaati için kullanmaktan çekinmez. “Sadece Kur’an. Bize Kur’an’da başka kaynak gerekmez” diyerek, Haricilerin yaptığı hataya düşer ve kendisi gibi düşünmeyenleri kâfir, münafık, müşrik ilan etmekten çekinmez.
Önüne geleni müşrik, münafık, kafir, uydurulmuş dinin mensubu gibi yaftalayıp, kendini hakikatin merkezine koyan militan, faşist bir yaklaşımın içine düştüğünün farkında bile değildir. Elindeki tekfir baltasıyla muhatabı doğramaya çalışır ve her farklı düşünceyi yok edilmesi gereken bir fikir olarak görür.
Yakın ve uzak çıkarlarının, gelecek kaygısı, zengin olma tutkusu ve ünlü olma arzusu gibi faktörlerin, kendisini belli yapılara mahkum ettiğini analiz edecek ferasetten yoksundur. Aslında burada bağlılığı sağlayan şey nefsin kışkırtılan istekleri olduğunu, bu isteklerin baskısının onu tahmin edilemeyecek kadar kötülüğe yönelttiğinin farkında bile değildir. Bu sürecin , onu nefsi isteklerinin kölesi yapacağının, bu durumda sadece kendi isteklerini kutsayacağından habersizdir..
Fanatik bir bağlılığın ifadesi olan bu durumun, insana her tür hukuk ihlalinin kapısını araladığı gerçeğiyle yüzleşmek istemez. Sonuçta O nefsi isteklerinin kölesi olur. Ali Şeriati’nin dediği gibi mücadele edilmesi en zor olan benlik zindanının esiri olmuştur.
Koşulsuz iktidar destekçiliği ve karşıtlığı sağlıklı bir zihinsel duruş olmadığının; her partinin, doğası gereği yanılgıya açık, hatalı ve tarihsel olan insan tarafından inşa edildiğinin; dolayısıyla hiçbir parti hakikati temsil makamında olamayacağının ayırtında değildir. Bir partinin iktidar veya muhalefette olması her yaptığının doğru olduğunun garantisi olmadığını, iktidarlar gelip geçici, baki olan hakikat arayışı olduğunu; kendini bir partinin sınırları içine hapsetmenin, zamanla kişiyi fanatik bir militana dönüştürdüğünü, bundan dolayı farklı politik düşünceleri düşman olarak algıladığını, kendi düşüncesi dışında olan herkesi vatan haini olarak yaftaladığı gerçeği ile yüzleşmez. Öte yandan tek başına muhalif olmanın, doğru yerde durmak için yeterli olmadığını, siyasal anlamda toptancı başın hatalı olduğu gerçeğini görmezden gelir.
İnsanların çeşitli konularda farklı düşünceler üretmelerinin, farklı partileri tutmalarının, farklı düşünce ekolleri ve mezheplere sahip olmalarının normal olduğunu, yanlış olanın tartışmaları bilgi ve hakikati arama düzeyinden çıkarıp partizanlığa, mezhepçiliğe dönüştürmek, kendi yorumları üzerinden başka düşünceleri tekfir etmek olduğu gerçeğiyle yüzleşmez.
Bu haliyle o, tam bir dogmatik zihindir. Dogmatik zihin ezberlerden ve kabul edilen alt bilgi düzeyinden hoşlanır. Çoğulculuktan nefret eder; sorgulamaz, eleştirmez. Genellikle mahalle kabadayılarının kullandığı lisanı kullanır. Dogmatik zihin anlamaz, anlamaya çalışmaz; mutlakçı, seçmeci ve ezbercidir. Kabul ettiği paradigmanın içinde mutludur. Bu paradigmaya yönelik her eleştiriyi tehdit olarak algılar. “Dogmatik zihnin hoşlanmadığı bilgi türü, yüksek seviyeli tartışmalardır. Buna göre bu seviyede yapılan tartışmalar, “malayani” yani boş lakırdılardan hatta gevezeliklerden ibarettir. O nedenle bu tür kişiler, hemen her daim alt seviyedeki kabullerle yetinmekle tartışmadan sorgulamadan kaçınırlar.”(1)
Militan zihin, İçtihadın bir dinin hayata müdahil olması için olmazsa olmaz bir entelektüel faaliyet olduğu gerçeğini kabul etmez. İçtihat yoksa dinin de büyük ölçüde yok olduğu içtihadın, karşılaşılan sorunlara, dini kaynaklardan hareketle Müslüman alimlerin çözüm arayışı olduğunu, bir dinin aktüel sorunlara cevap veremiyor ise, metafizik, yaşanmayan bir bilgiye dönüştüğünün farkında değildir. Bir din siyaset, hukuk, dünya düzeni, ekonomi ve sosyal hayatta ortaya çıkan sorunlara çözüm üretemiyorsa, o din hayattan çekildiğinin. içtihat yoksa dinin hayata müdahil olamayacağının, bu da dinin ölümümü anlamına geleceğini sürekli görmezden gelir.