MHP genel başkanları ve terörizm!..

Ahmet Nesin'in yazısı;

MHP genel başkanları ve terörizm!..

Huzurlarınızda sağlam yetiştirilmiş bir kontr-gerilla komutanı ve bundan sonra da devam ediyor.


Milliyetçi Hareket Partisi’nin nasıl kurulduğunu okuyup da oldukça şaşıranlar oldu. Oysa ben bu partinin adını ilk düşünmeye başladığımda şaşırmıştım. Partilerin adlarıyla felsefelerini yada yapmak istediklerini belirtmelerini gerekir diye düşündüm hep. CHP bir halk partisiydi ve cumhuriyeti kuranlardan oluşuyordu, Demokrat Parti tek parti dönemine karşı kurulmuştu ve adının demokrat olması doğaldı, Türkiye İşçi Partisi emekten ve sosyalizmden yanaydı ve adında işçi olmalıydı, Adalet Partisi 27 Mayıs darbesi sonrası Demokrat Parti’nin yerine kuruldu ve adında adalet haklı bir gerekçeydi. Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucuları Türkçü ve milliyetçiydi, burası anlaşılır ama parti adında ‘Hareket’ olması pek anlaşılmaz, bir partinin hareket üzerinden bir felsefesi olması, onun gelecekte neler yapabileceğinin de belirtisidir esasında. Bugüne değin kaç kişi MHP’nin hareket yaklaşımından rahatsız olmuştur bilmiyorum asma ben ilk farkına vardığımdan beri rahatsızım.

Geçmişe gittiğimizde hareketin nerede olduğunu da görüyoruz esasında. Yıl 1944 ve Türkçü Nihal Atsız ve 23 kişi hakkında soruşturma açılıyor ve gözaltına alınıyorlar. Dava Irkçılık ve Turancılık üzerinden açılıyor. Atsız’ın evinde arama yapılıyor ve o sırada Erdek’te üsteğmen olan Alparslan Türkeş’in mektupları bulunuyor. Türkeş gözaltına alınıyor ve Tophane’deki Merkez Komutanlığı hapishanesine gönderiliyor. İlk duruşmada “Türk milliyetçisiyim, fakat iddia edildiği gibi ırkçı değilim” dese de 9 ay 10 gün hapse mahkûm ediliyor. Daha sonra askeri Yargıtay 1 nolu sıkıyönetim mahkemesinin tarafsızlığını yitirdiğini iddia ederek davanın 2 numaralı sıkıyönetim mahkemesinde görülmesine karar veriliyor ve Türkeş tahliye ediliyor. İlginçlik, belki de derin devlet mantığı ilk olarak burada başlıyor ve mahkeme “Irkçılığın anayasa suçu teşkil etmediğine” karar veriyor ve bütün sanıklar beraat ediyor.

Ve Türkeş kendisini ırkçı olarak tanımlamasa da mahkeme onun ırkçı olduğuna karar veriyor, daha da ilginci, onu savunan Yargıtay da ırkçı olduğuna karar veriyor ama bunun suç olmadığını söylüyor. Bu karar Türkeş için bir piyango sanki ve Amerika’ya gerilla harbi eğitimi almaya gönderiliyor. O dönemi Türkeş “Amerikalılar II. Dünya Savaşı'nın galibi olarak çok gururluydular, bizi de Marshall Planı çerçevesinde Sovyetler'e karşı güçlendirmek için eğitiyorlardı.” diye anlatır.

Türkiye’ye döndükten sonra gerilla okulunda öğretmenlik yapan Türkeş 1955 yılında yine dış görev sınavına giriyor ve bu kez Pentagon’a gönderiliyor. Tekrar Türkiye’ye geliyor ve 1958 yılında Elazığ’da albay rütbesiyle görevliyken Ankara’ya atanıyor. Ankara’ya gelince albay Talat Aydemir kendisini 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştirecek 38 kişilik Milli Birlik Komitesi’ne alıyor ve darbeyi planlayıp, yürütecek 38 kişiden birisi oluyor.

Ve olan oluyor, 27 Mayıs darbesi yapılıyor, darbeyi bütün Türkiye’ye Alparslan Türkeş o tok sesiyle duyuruyor. Darbe sonrası başbakanlık müsteşarı oluyor ve yardımcılıklarına da daha sonra Adalet Partisi Balıkesir senatörü seçilecek olan Hikmet Aslanoğlu’nu ve CKMP genel sekreteri Fuat Uluç’u alıyor. Fuat Uluç, bildiğimiz Hınçal ve Öcal Uluç’un babası. Şaşırdığınızı hissediyorum ama çocuklarının adını Hınç al ve Öç al olarak koyan bir babanın buralara gelmesi sizi şaşırtmasın.

Bu aralar Milli Birlik Komitesi arasında görüş ayrılığı çıkar ve 13 Kasım 1960 gecesi MBK başkanı Cemal Gürsel bildiri yayımlar ve ülkenin yüksek çıkarlarını tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle MBK’yı fesheder. Yeni bir MBK oluşturulur ve yönetimin erken yapılacak bir seçimle sivillere devredilmesini reddeden 14’lere görev verilmez, içlerinde Türkeş de vardır. Milli Birlik Komitesi’nde görevli Cemal Madanoğlu’nun operasyonuyla 14’ler askeriyeden emekli edilir ve Türkeş Yeni Delhi elçilik müsteşarı olarak Hindistan’a gönderilir. Gazeteci İrfan Ülkü anılarında Madanoğlu’nun Türkeş’i kurşuna dizdirmek istediğini söyler ve CIA istasyon şefi Ruzi Nazar’ın ABD büyükelçisiyle görüşerek bunu önlediğini anlatır. Büyükelçinin Cermal Gürsel’e “Böyle bir şey yaparsanız ya da yapılmasına göz yumarsanız, Amerikan Hükûmeti bunu hiç hoş karşılamayacak, bu cinayet iki ülke ilişkilerine gölge düşürecektir.” dediği söylenir. Huzurlarınızda sağlam yetiştirilmiş bir kontr-gerilla komutanı ve bundan sonra da devam ediyor.

Türkeş 25 ay sürgün kaldıktan sonra 1963 yılında Türkiye’ye döner ve Gökhan Evliyaoğlu’nun Adalet Partisi’ne katılması teklifini reddeder. Milliyetçi çevreleri bir araya getirmek için Huzur ve Yükseliş Derneği’ni kuracaklarını açıklar ama Talat Aydemir’in ikinci darbe girişimi buna engel olur. Türkeş Talat Aydemir ve Fethi Gürcan ile temas kurar ancak Aydemir’le anlaşamaz ve onları hükümete ihbar eder. Yine de 3-5 ay hapiste kalır ve darbeyi hükümete duyurması iyi hal sayılır ve serbest bırakılır, ihbar ettiği Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edilir. Yani 3 yıllık darbe geçmişinde 5 idam sığdırmıştır Türkeş.

Önceki yazıda partinin nasıl kurulduğunu zaten anlatmıştım. 12 Eylül darbesinde bütün parti başkanları gözaltına alınırken Türkeş teslim olmaz ve nerede olduğu bilinmez. Gerekçesi ilginçtir, darbeyi kimlerin yaptığını merak etmektedir, ona göre tavır alacaktır. Talat Aydemir’le anlaşmaya çalıştığı gibi Evren’le görüşmeler yapıp yapmadığını bilemiyoruz (Büyük olasılıkla sınıf arkadaşları) ama teslim olup gözaltına alındığında “Görüşlerimiz iktidarda, biz hapisteyiz” açıklaması o döneme damgasını vurmuştur. 12 Eylül mahkemelerinde yargılanan Türkeş 11 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı ve toplam 4 yıl 7 ay 25 gün tutuklu kaldıktan sonra, 9 Nisan 1985 tarihinde tahliye edildi.

Devletin teröristi nasıl olur, biraz açıklamaya çalıştım ama hâlâ yarısında bile değilim, ilk yazıda da söylediğim gibi, Türkiye’deki terörist partiler sanırım biraz uzun sürecek.

Artı Gerçek