Tarih: 02.10.2019 16:02

MESELE SADECE ÜÇ YAZAR VE ÜÇ OYUNCU MU?

Facebook Twitter Linked-in

Siyasi tartışma, Türkiye’de uzunca bir süredir yok. Tartışmadan çok bir kör dövüşü var. Kimsenin kimseyi dinlemediği, kimsenin ikna olmaya açık olmadığı, herkesin kendi tribününe oynadığı oturumlar izliyoruz TV’lerde. Elbette buna yol açan durum, Türkiye’nin içinde bulunduğu polarizasyon. Ama bunda TV’lerin iradi tercihini de unutmamak gerek. Davet edilenlerin listesinin belli bir onay sürecinden geçtiği, iktidar açısından “sakıncalı” bulunanların bu TV’lerin kapısından içeri girmediği bir dönemdeyiz. Bu polarizasyon hali, konu ne olursa olsun birbirinden farklı iki pozisyon ortaya çıkarıyor. Bu ikiye bölünme hali, konuşulan, tartışılan konuyu tarafların nesnel biçimde ele almasını da önlüyor. 

Elbette bu kampların dışında kalarak bağımsız durmaya çalışanlar da yok değil. İstanbul Büyükşehir Belediye’sine bağlı Şehir Tiyatroları’nın yeni sezonunda muhafazakâr üç yazarın oyununun yeni sezonda repertuvardan çıkarılması, iktidara yakın medya tarafından “28 Şubat yasakları” ile özdeşleştirilerek eleştirildi.  

İSRAF TEK BAŞINA YETMEZ 

Alınan karara göre Şehir Tiyatroları yeni sezonda Necip Fazıl’ın Reis Bey, Mustafa Kutlu’nun Mavi Kuş ve İskender Pala’nın Aşk Bir Zamanlar adlı oyunları sahnelemeyecek. Oyunların repertuvardan çıkarılması ile ilgili olarak gerek İBB Kültür Daire Başkanı gerekse İBB Sözcüsü yaptıkları açıklamada bu tasarrufun bir tür “israftan” kaynaklandığını açıkladı. İBB Kültür Daire Başkanı Hülya Muratlı «İsrafla mücadele burada da sürüyor. Proje bazlı oyunların büyük maliyete sahip olduğunu gördük. Şehir tiyatrosu oyuncularına yer açmak için proje bazlı oyunları en aza indirmeyi planladık” derken; İBB Sözcüsü Murat Ongun ise; “... Şehir Tiyatroları’nda 7 Nisan 2018’den beri oynanmayan Reis Bey isimli oyunun sadece bir kez sahnelenmesinin maliyeti 368 bin TL’dir. Hem maliyeti hem de önceki dönemden beri oynanmadığı için repertuardan çıkarılmıştır. Bunun dışındaki haberler maksatlıdır” açıklamasında bulundu. 

“İsraf” görünürde ikna edici gelmese de dikkate alınmalıdır. Diğer yandan israf konusu daha teknik olduğu için uzmanların söylediklerini dikkate almak durumundayız.  

‘İDEOLOJİK AYIKLAMA’ ŞART MI? 

Ben konuya başka bir yerden yaklaşacağım. Bunu yaparken de, konuya tartışma zemini olması açısından iki değerli meslektaşımın yazılarını referans alacağım. Karar gazetesinden Taha Akyol ve Akif Beki konuyu köşelerine taşıdı. Taha Akyol “Dışlanan üç yazar” başlıklı yazısında; “Herkesi kucaklama” iddiasıyla seçim zaferi kazanan Ekrem İmamoğlu döneminde böyle bir tasarruf yapılması, bu yazarları seven çevrelerde ve bende de hayret, hatta bir ölçüde hayal kırıklığı yarattı. Gücü, iktidarı alana kadar en kapsayıcı, en geniş ufuklu söylemler… Güç elde edilince, hele de pekiştirilince “bizdencilik” yapmak maalesef hâlâ aşamadığımız eski bir siyasi hastalıktır; sağda da solda da…” dedikten sonra alınan karar için “Bu, CHP’nin açılım politikalarına da aykırıdır…” tespitlerinde bulunuyor. Akyol yazının devamında da özetle; bu kararın bir tür ötekileştirme olduğunu ifade ediyor. 

Akif Beki ise “Necip Fazıl’ı seviyor ama yeter mi!” başlıklı yazısında bu üç ismin oyunlarının çıkarılmasının tepki çektiği tespitiyle başlayarak bunun bir tür “ideolojik ayıklama izlenimi” verdiğini ifade ediyor. Devamla; “Partizan kayırmayı, ideolojik dışlamayı AK Parti yaptığında yanlışsa CHP yaptığında doğru mu olacaktı? Üstelik İmamoğlu, kutuplaşmayı bitirme ve kapsayıcılık vaadiyle seçilmişti. Çelişmiyor muydu?” gibi haklı sorular soruyor. Özetle iki yazar da, özellikle herkesi kucaklama iddiasındaki Ekrem İmamoğlu’nun –ki Taha Akyol haklı olarak buna Kemal  Kılıçdaroğlu’nu da ekliyor-, bu üç yazarın oyunun repertuvardan çıkarılmasını bir tür ötekileştirme olduğunu ifade ediyor. Bu argümanlara teorik olarak baktığımızda gerek Akyol gerekse Beki’nin haklı eleştiriler yaptığını söylemek mümkün. Elbette belediye başkanı hangi partiden aday olursa olsun, seçildikten sonra tüm ilin ya da ilçenin başkanıdır. Ve her türlü tasarrufundan dolayı da hemşehrilerine karşı sorumludur.  

KONU ÜÇ YAZAR VE OYUNU MU? 

Ancak bu somut tartışmada, konu sadece üç yazarın oyunun repertuvardan çıkarılması mıdır, emin değilim. Çünkü kültür ve sanat, siyasi iktidar için sadece kültür ve sanat değil. Bu alanlar, siyasi iktidarın son yıllarda uyguladığı toplumsal mühendislik projesinin yani toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürme hedefinin önemli bir parçası. Bu açıdan olanları, sadece üç yazar ve onların oyunlarından bağımsız tartışmakta fayda var. Kültür ve sanatın salt bir kültür ve sanat olmadığı, bu alanlarda da “hegemonya kurulması”, “iktidar olunması” gerektiği siyasi iktidarın yetkileri tarafından sık sık ifade ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mayıs 2017’de Ensar Vakfı Genel Kurulu’nda, “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. …ama bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hala pek çok eksikliğimiz bulunuyor. …Abilerimizin, büyüklerimizin ellerini altında belki yeterli bina, araç, gereç yoktu ama davalarına olan bağlılıkları hepsinin üstesinden gelmesini sağlıyordu. Bugün hamdolsun her türlü imkan var. Tek eksiğimiz bunları hizmete dönüştürecek adanmış kadrolardır. Artık biz 80 milyon insana ulaşmayı hedefleyen bir hareketiz, bunun farkında olmamız gerekir. Bizi birçok şeyler yıldırmamalı, aldatmamalı. Umudunu bize bağlamış yüz milyonlarca mazlumun sorumluluğunun üzerimize olduğunu unutmamalıyız” şeklinde konuştu. 

Bu konuşmayı tamamlayan bir yazıyı da 18 Nisan 2018’de Cumhurbaşkanlığı İletişim Sorumlusu Fahrettin Altun, Sabah gazetesindeki köşesinde yazdı. “Siyasal ve toplumsal alanda yaşanan yerli ve milli dönüşümün kültürel alandaki karşılıklarının son derece zayıf olduğunu hepimiz biliyoruz. 

Kültür politikamız hâlâ yeterince yerli ve milli bir çerçeveye kavuşmuş değil. Hâlâ Batıcı refleksler kültür politikalarımıza etki ediyor. … Kültürel alandaki Batıcı hegemonyayı ortadan kaldırmak, yerli ve milli tefekkürü güçlendirmek için hem kamuya hem de özel sektöre büyük işler düşüyor. Herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.”  

Gerek Erdoğan’ın konuşması gerekse Altun’un yazısı, toplumsal çoğulcuğu referans alan, onları koruyan değil tam tersine toplumsal farklılıkların görünürlüğünü kamusal alandan özel alana iterek homojen bir toplum varsayımına işaret ediyor. En azından, kamusal alanın tamamen kendileri gibi olmasını isteyen bir yaklaşım. Bu açıdan bakıldığında kültür ve sanat, siyasi iktidar için kültürel ve sanatsal olanın değil siyasal hegemonyanın tamamlayıcı bir parçası. Taha Akyol’un yazısındaki; “Tabii ki partiler farklıdır; sevdikleri, okudukları yazarlar, sanat eserleri, hele de marşlar farklıdır! Ama iktidarı ele alınca “ötekini” dışlamak çok yanlıştır. Zira merkezî devlet kurumları da belediyeler de hepimizindir, bütün vatandaşların vergileriyle çalışır. Hukuk devletinde bir kesimin iktidara sahip olması; vergi ödeyen diğer kesimlerin hak eşitliğini ortadan kaldırmaz.” derken teorik olarak haklı ama bu tercihin siyasal anlamını kavramak açısından yetersiz.  

SİYASETİN YENİ ALANI: 

YEREL YÖNETİMLER 

Çünkü görülmesi gereken yerel yönetimlerin, siyasi iktidarın, siyasetin ve demokrasinin alanını daralttığı bir süreçte, demokrasi ve siyasi alanın aşağıdan yukarıya genişlemesi için “demokrasi koalisyonu”nun en önemli aracı. Yerelde geliştirilecek her türlü siyasal başarı, siyasi iktidarın yukarıdan aşağıya sürdürdüğü toplumsal dönüşümüne karşı bir siyasal bir hamle olacaktır.  

Bu açıdan İBB’nin kültür politikaları, kaçınılmaz olarak var olanı koruma değil, onu dönüştürmeyi hedeflemelidir. Bu hedef ise, Türkiye’nin kültür ve sanatta uluslararası alanda kabul gören eserler, etkinlikler ve sanatçılar çıkarması olacaktır. Bu açıdan yeni dönemde İBB Kültür Dairesi Başkanlığı’nın seçtiği oyunlar, düzenleyeceği sergiler, konserler, bienal temaları, etkinliklere toplumun bir kesimi mesafeli durabilir. Ama bu, yerel yönetimlerin toplumun farklı kesimlerinin taleplerini tamamen dışlaması anlamına gelmez.  

Yerel yönetimler bu alanda tercihlerini belirlerken temel ilkeleri; “yerel değerleri” dışlamayan, “evrensel değerleri” referans alan kültür ve sanat politikasıdır. Siyasi iktidarın kendisi gibi düşünleri “yeri ve milli” ve ona eleştirel bakan herkesi “öteki” ilan ettiği bir toplumsal ruh halinde, üç yazarın üç oyunun repertuardan çıkarılmasını tek başına ideolojik ayıklama olarak görmek, büyük fotoğraftaki anlamını kaçırmak olur. 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —