Mervani Kürt beyliğinin hazin sonu

Serbestiyet.com'dan tarihçi Abdullah KIRAN ANALİZ ETTİ...

Mervani Kürt beyliğinin hazin sonu

11. yüzyılın hemen başlarında, bugünkü Doğu Anadolu’da bir Mervani Kürt beyliği mevcuttur. Mervanilerin egemenliğindeki topraklar güneyde Urfa’dan Van’ın kuzeyindeki Erciş’e kadar çıkar. O kadar ki, (Doğu) Roma imparatoru II. Basileos Boulgaroktonos (ya da Basil Bulgar-öldüren; hükümdarlık dönemi, kıdemsizliğinden sayarsak 960-1025, kıdemliliğinden sayarsak 976-1025) henüz 1001 yılında Meyyafarıkin’e (Silvan) gelip Mervanilerle bir barış antlaşması yapar (İbnü’l Erzak:96). Devamında, Mervani beyi Nasrüddevle hem Roma İmparatorluğu, hem de Bağdat’taki Abbasî ve Mısır’daki Fatımî halifeleriyle iyi ilişkilerini korur. Fatımiler Mervani topraklarına göz dikince, daha önce Harran ve Rakka’da Şii Fatımî halifesi adına okutulan hutbe, 1039’da Nasruddevle’nin isteği üzerine Sünnî Abbasi Halifesi el-Kaim Biemrillah adına okutulur (İnb’ül Esir, cilt 9, s. 355).

Bu anlatımdan da anlaşılacağı gibi, o sırada İslâm âlemi, biri Bağdat’ta, ötekisi Mısır’da olmak üzere iki farklı halifelik makamı arasındaki çekişmeye sahne olmaktadır.  Abbasi halifeliği kendi içindeki iktidar mücadeleleriyle boğuşurken, Mısır’daki halifeliğin etkisi sadece Suriye’de değil, zaman zaman Bağdat’ta da hissedilmektedir. Abbasi halifesine karşı ayaklanarak Bağdat’ı ele geçiren Ebu Haris Arslan Besasiri, işi Mısır halifesi el-Mustansır adına hutbe okutmaya kadar vardırır. Halife el-Kaim Biemrillah’ın evine girerek her şeyi talan eden Besasiri, Biemrillah'ın kaçarak Ana kalesine sığınmasına yol açar. Halifenin eşi, yanında küçük oğlu ez-Zahire ile birlikte Meyyafarıkin’e (Silvan) gelerek Nasrüddevle’ye sığınırken, el-Kaim son çare olarak, o sırada Hamedan, İsfahan ve civarında olan Tuğrul Bey’e Bağdat’a gelmesi için haber gönderir. 

Mervaniler ile Selçukluların ilk münasebetleri

Tuğrul Bey Bağdat’a gelerek Besasiri’yi yakalatıp öldürtür ve Abbasi halifesini tekrar göreve getirir. Halife el-Kaim'i Bağdat’ta makamına oturtan Tuğrul Bey, daha sonra Mervani hükümdarı Nasrüddevle’ye haber göndererek halifenin eşi ile oğlu ez-Zahire’yi göndermesini ister. Nasrüddevle de 20,000 altın değerinde hediyeler vererek onları Bağdat’a yollar. Böylece Mervani Kürt beyliğinin Selçuklularla ilk önemli teması, Ebu Talib Tuğrul Bey Muhammed bin Mikail bin Selçuk zamanında başlamış olur. Öte yandan, ters bazı gelişmeler de vardır. Tuğrul Bey, adamlarından iki emirin komutasında 10,000 süvariyi Diyarbakır’a göndererek, Mervani ülkesini onlara beylik olarak verir. İki emir memleketi talan ederek Meyyafarıkin üzerine yürür; ancak sonunda Nasrüddevle onları yener, bir kısmını esir eder ve ellerindeki her şeyi ganimet olarak alır (İbnü’l Erzak:149-152).

1049-1050’de (Cevdet Paşa “H.440” der; bkz Kısası Enbiya, cilt 2, s. 758), Tuğrul Bey’in kardeşi İbrahim Niyal Bey komutasındaki Oğuzlar Trabzon’a saldırarak elli bin kadar Rum askerini yenilgiye uğratır ve pek çok generali tutsak eder.  Esirler arasında, İbn’ül Esir’in (İslam Tarihi, cilt 9, s. 423) Ahbaz kralı olarak tanıttığı, Ahmed Cevdet Paşa’nın ise (cilt 2, s. 758) “Ebhar emîri  Karbıt” olarak andığı çok önemli bir şahsiyet de bulunmaktadır.  Kendisinin serbest bırakılması için 300,000 altın para ve 100,000 altın değerinde hediye teklif etmesine rağmen, Tuğrul Bey’in kardeşi İbrahim Niyal Bey bunu kabul etmez. Roma İmparatoru, İbrahim Niyal'in esir etmiş olduğu Karbıt'ın bir bedel karşılığında salıverilmesi hususunda aracı olması için Mervani Kürt beyi Nasrüddevle’ye başvurur. Nasrüddevle, Şeyhülislâm Mervan oğlu Ebu Abdullah’ı Tuğrul Bey’e gönderince, Tuğrul Bey Karbıt’ı hiçbir hediye almaksızın, Nasrüddevle’nin hatırı için bedelsiz bırakır (bkz. İbnü’l Esir, cilt 9, s. 423; Ahmed Cevdet Paşa, Kısası Enbiya, cilt 2, s. 758).

Dolayısıyla bu sıralarda Mervani Kürt beyliği ile Selçuklular arasındaki ilişki giderek yoğunlaşmaktadır.  İbn’ül Esir, Tuğrul Bey’in 1049-1050 yılında Nasrüddevle’ye haber göndererek ülkesinde hutbeyi kendi adına okutması talebinde bulunduğunu ve Nasrüddevle’nin de buna uyup Diyarbakır yöresinde Tuğrul Bey adına hutbe okuttuğunu yazar (cilt 9, s. 422). Ancak Mervanilerin sahip olduğu zenginlik, daha ilk temaslardan itibaren Tuğrul Bey’in de dikkatini çekmiştir; bu ülkenin kendi topraklarına dâhil olması, Selçukluları çok daha güçlü kılacaktır.

Tuğrul Bey, 1058 yılında Diyarbakır’a gider ve daha sonra Mervanilere ait Cizre’yi muhasara eder. Nasrüddevle kendisine hediyeler gönderip kendilerinin de İslâm adına fetihler yaptığını ve aynı amaç için çabaladıklarını belirtince,  Tuğrul Bey muhasarayı kaldırır ve daha sonra Bağdat’a döner (İbn’ül Esir, cilt 9, s. 477).

53 yıl iktidarda kaldıktan sonra 23 Şevval 453’te (1062) vefat eden Mervani beyi Nasrüddevle’nin tahtına, 1062 yılının Zilkade ayında oğlu Nizameddin oturur.[1] Zaten Nasrüddevle henüz ölmeden, oğlu Nizameddin’i veliaht tayin etmiştir. Nasrüddevle’nin ölümünden sonra da Mervani beyliği bir süre daha istikrarlı yapısını korur. Ancak daha sonra Nizameddin ile üvey kardeşi Emir Said’in arası bozulur. Nasrüddevle’nin Erran ve Ermenistan kralının torunu Fadluniya ile yaptığı evlilikten doğan Emir Said, kardeşinden kaçıp Tuğrul Bey’e sığır. Tuğrul Bey komutanlarından birinin emrine 5000 asker vererek, 1064 yılında Emir Sait öncülüğünde Meyyafarıkin’i kuşatır.  Kuşatma sürerken, daha sonra Abbasi halifesi El- Kaim Biemrillah’a da vezirlik yapacak olan Mervani veziri İbn Cehr kaleden inerek  Said’e, “bu ailenin ortadan kalkması senin elinle olmasın” der. Kâh tehdit kâh  mükâfat yoluyla Said’i ikna eder. Mervaniler, Tuğrul Bey’in komutanına 50,000 altın verip geri yollar (İbnü’l Erzak:162).

Mervanilerin bir başka bilge veziri ile,

Tuğrul’un komutanı Salâr-ı Horasan

İbnü’l Erzak, Tuğrul’un 1057 yılının Rebiyülevvel ayında Salâr-ı Horasan adındaki komutanını 5000 asker ile tekrar Diyarbakır üzerine yolladığını yazar. Salâr-ı Horasan, Tuğrul Bey ve sonra Alp Arslan zamanında Anadolu’ya, özellikle Urfa bölgesine yapılan akınlarda görev almış bir komutan olarak tanınmaktadır (bkz. Aydın Usta, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 2016). Salâr-ı Horasan beraberindeki orduyla Meyyafarıkin'e varır; Su Kapısı’nda karargâh kurup şehir dışında yağmacılığa başlar. Bu sırada vezir Eb'ül-Fadl İbrahim bin Enbari kendisiyle irtibata geçip, kuşatmayı kaldırma karşılığında 300,000 altın vermeyi teklif eder. Vezir, karşı tarafın güvenini sağlamak amacıyla da Nasrüddevle'nin bir diğer oğlu Emir Hasan'ı rehine olarak Salâr-ı Horasan’a gönderir.

Salâr-ı Horasan atına binerek Su Kapısı’ndan şehre girecekken, birden başına kötü bir şey gelebileceğini düşünüp tereddüde kapılır ve geri dönmek ister. Durumu fark eden Mervani veziri, muhatabını rahatlatmak amacıyla o sırada hükümdar olan Nizameddin’in diğer iki kardeşi Emir Fadlun ile Emir Namık'ın da getirilip rehin verilmesini emreder. Onlar da getirilip Salâr’ın karargâhına gönderilince, rahatlayan Salâr beraberindeki komutanlarla içeri girer. Saraya varınca yanındaki askerlerle bir odaya oturtulur. Misafirleri kabul eden vezir,  hükümdarla konuşmak için odadan ayrılır.

Daha önceden planını kafasında hazırlayan bilge vezir,  Nizameddin’in yanına varır.  Hükümdar kendisine “ne yapmalı” diye sorunca vezir “tutuklayalım ”der. Hükümdar “Nasıl olur? Kardeşlerim askerlerinin elinde” diye karşı çıkınca vezir şöyle karşılık der: “Kardeşlerin sana düşman. Sen ise onların karşılığında Diyarbekir'i ve memleketi satın alıyorsun.” Emir tekrar “Aramızda kararlaştırdığımız parayı verelim, gitsin”  diye ısrar eder.  Ancak vezir bu düşünceye şöyle karşı çıkar: “Bunu yaptığın takdirde yarın bir başkası gelecek, öbür gün bir başkası gelecek; üzerine öyle bir kapı açılacak ki artık sonuna kadar kapatamayacaksın.”

Daha sonra vezir hükümdarın yanından ayrılarak Salâr'ı ve arkadaşlarını yakalatır.  Salar “İhanet mi ettiniz”  diye sorunca vezir “Evet” der.  Bunun üzerine Salâr şöyle söylenir: “La ilâhe illallah... Düşmanını düşmanının karşılığında yakaladı.”

Başkomutan Salâr esir edilince, Meyyafarıkin askeri şehirden dışarı çıkıp artık başsız kalmış düşman karargâhına saldırır.  Salâr’ın karargâhı yağma edilip adamlarının bir kısmı öldürülür, bir kısmı da esir alınır.  Mervani askerleri hükümdarın iki kardeşini de yakalayıp Su Kapısı’nın dışındaki tepede başlarını keser. Ötekini de yakalayıp, henüz sırtına binilmemiş bir tayın kuyruğuna bağlayarak tayı serbest bırakırlar (İbnü’l Erzak:170-72).

Maalesef kardeş katli, Aziz Augustinus’un da dikkat çektiği üzere, Hz. Âdem’in çocukları Habil ve Kabil’den beri yeryüzünde ve sonra bütün devletlerde mevcuttur.  Bilge vezir, önce Selçuklu sultanı Tuğrul’a, daha sonra da Alp Arslan’a sığınarak Mervani Kürt beyliğinin sonunu hazırlayacak olan Emir Said’i de daha o zaman ortadan kaldırmış olsaydı, Mervanilerin sonu farklı olabilirdi. Zira Tuğrul bile, bir türlü hizaya getiremediği kardeşi İbrahim Niyal Bey’i yay kirişiyle boğdurmak zorunda kalmıştı. Kısacası Türk devlet geleneğinde “kardeş katli” meselesi Fatih Sultan Mehmet ile başlamadı; Osmanlı’dan çok önce mevcuttur.

Ve işler bozulmaya başlar

1067 yılında Eb'ül-Fadl İbrahim bin Enbari vefat edince, yerine oğlu Ebu Tahir Selame vezir yapılır. Kimileri çok genç olduğu için vezir yapılmasına karşı çıkınca Nizameddin, “ben onu kabul ediyorum, kendisinin nasıl bir adam olduğunu göreceksiniz “ der ve “el-Kâfi” unvanını verir (İbnü’l Erzak:173). 1069 yılında Emir Nizameddin ile kardeşi Emir Said arasında yeniden bir anlaşmazlık çıkar ve daha önce Tuğrul’a sığınmış olan Said gene Meyyafarıkin’den çıkarak bu kez Sultan Alparslan’a sığınır.

On iki yıl iktidarda kalan Nizameddin 1080 yılında vefat edince, veziri Ebu Tahir Selame bin Enbarî  devletin yönetimini eline alıp Nizameddin’in büyük oğlu Nâsırüddevle’nin tahta geçmesini sağlar (İbnü’l Erzak: 186). Ancak torun Nâsıruddevle, kısa bir süre sonra veziri Ebu Tahir Selame bin Enbarî’yi tutuklayıp hapse atar ve onun yerine, Attarlar Çarşısı’nda bir dükkânı bulunan Ebu Salim’i vezir yapar.

Bu arada Bağdat’ta ise, daha önce Mervanilere vezirlik yaptıktan sonra Halife el-Kaim’e vezir olan Fahrüddevle Muhammed bin Cehr azledilince, yerine oğlu Amidüddevle Ebu Mansur Muhammed vezir yapılır. Amidüddevle, Nizamülmülk bin İshak’ın kızı Zübeyde ile evlidir. Fahrüddevle Muhammed bin Cehr azledilince Sultan Melikşah’ın yanına gider. Fahrüddevle, Mervanilerin veziri Ebu Tahir Selame bin Enbarî’nin yakalanarak cezaevine atıldığını ve yerine de bir hekim olan Ebu Salim’in atandığını duyunca,  Mervani beyliğinin sarsılıp bozulma sürecine girdiğini anlar. Derhal Nizamülmülk’e koşup Mervanilerin hazinelerini, paralarını ve değerli mallarını anlatır. Mervanileri ve ülkelerini iyi bilen Fahrüddevle, kendisine yeterli bir ordu verilirse orayı alabileceğini söyler. Malazgirt seferinden önce Meyyafarıkin’e uğrayıp pek çok hediye almış olan Nizamülmülk de, Mervanilerin zenginliğinden haberdardır (İbnü’l Erzak:190).

Nâsırüddevle’nin 140 inciden ibret tesbihi

Nizamülmülk,  Melikşah’a “O memleketin düzeni bozulmuştur. Orada haddi hesabı olmayan mal ve para vardır” diyerek sultandan, Mervanilere yönelik bir sefer için izin ister. Bunun üzerine, başında Fahrüddevle’nin bulunduğu bir ordu Mervanilerin üzerine gönderilir. 1086 yılında Meyyafarıkin ve Amed’i kuşatma altında alan Fahrüddevle, 1087 yılında gene Sultan Melikşah tarafından görevlendirilen Emir Artuk’un da büyük bir orduyla yardıma gelmesi neticesinde Meyyafarıkin’i alır (İbnü’l Erzak: 190)

Fahrüddevle, Mervanilerin Meyyafarıkin’deki tüm mal ve hazinelerini ele geçirir. Ele geçirdiği hazinelerin bir kısmını, bizzat İbnü’l Erzak’ın dedesiyle, Nizamülmülk’ün kızıyla evli olan oğlu Amidüddevle’ye gönderir. Paha biçilmez değerli eşya, altın ve zümrütler arasında, Mervanî beyi Nâsırüddevle’ye ait, 140 adet inciden yapılma bir ibret tesbihi ve kılıcı da vardır.  Daha önce bu tesbih ve kılıcın methini duyan Sultan Alp Arslan, Nizameddin’e haber göndererek istemiş, ancak Nizameddin farklı bir kılıç ile tanelerden meydana gelmiş bir salkım ve başka değerli hediyeler göndermiştir. Daha sonra Sultan Melikşah da, Nizameddin öldükten sonra onun yerine geçen Emir Nâsırüddevle’ye haber göndererek tesbihle kılıcı istemiş, ancak emir yemin ederek bunları görmediğini söylemiş, üstelik Melikşah’a başka bir hediye de göndermemiştir (İbnü’l Erzak:196-97).

Mervanilerin hazinesinden büyük miktarda para almakla suçlanan Fahrüddevle, bir süre sonra Nizamülmülk’ün gözünden düşer.  Böylece Melikşah onun yerine Kıvamuddin Amidmülk Ebu Ali el-Belh’i  Diyarbekir’e gönderir. Ancak kısa bir süre sonra, Diyarbekir ve Meyyafarıkin 1090’da Nizamülmülk’ün damadı Amidüddevle’ye verilir ve böylece Nizamülmülk’ün kızı Zübeyde hanım,  eşi ve ailesiyle Meyyafarıkin’deki saraya yerleşir. 1050-1051’de Selçukluların hükümranlığını kabul eden Mervaniler (Thomas Ripper:197), 1090 yılı civarında dağılarak tamamen Selçuklu yönetimine girer.

Mensubu olduğum Badikan aşiretinin, Mervani Kürt devletinin kurucusu Bad bin Dost’tan geldiği inancı yaygındır. Günümüzde, çoğunlukla Diyarbakır ile Muş arasında meskûn olan aşiretin bugünkü haline bakıp geçmişteki hanları, sarayları, hazineleri ve Nâsırüddevle’nin 140 adet inciden ibret tesbihini düşününce, Kürtçedeki “Em bextireş in” (bizim bahtımız kara) deyimi aklıma geliyor.  Galiba bütün o şatafattan bana kalan, bir Mervani Kürdü olma mirası ve bin yıllık bir aristokratik kökendir. Soylulukta Osmanlı hanedanı bile bizimle yarışamaz. Şaka bir yana; Nâsıruddevle’ye ait olup Sultan Alp Arslan, Sultan Melikşah ve Nizamülmülk gibi tarihe mal olmuş kişilerin göz diktiği 140 adet inciden ibret tesbih en son kime gitti acaba? Bir bilsem, mutlaka bir miras dâvâsı açarım.

_______________________________________________________

[1] Nasrüddevle’nin ölümünden sonra biri “Hükümdarlığı kaç yıl sürdü? 53 yıl sürdüğünü duydum, doğru mu?” diye soırunda, arkadaşı şu karşılığı verir: “Neden 106 yıl sürdü demiyorsun? Çünkü onun geceleri gündüzlerinden daha güzeldi.” Bkz. İbnü’l Erzak:160.kıt