Gazete Duvar'dan Ayşegül Karahülhancı'nın "konuya dair" analizi...
AB Dönem Başkanı ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'in yoğun çabalarıyla Türkiye ile AB üyeleri Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında Doğu Akdeniz'de tırmanan gerilimi yatıştırmak için arabuluculuk çalışmaları haftalarca sürmüştü. Merkel, 1-2 Ekim'deki AB liderler zirvesinde Türkiye konusunda yaptırımı savunan Yunanistan, Kıbrıs ve Fransa üçlüsünün karşısında diyalog politikasını savunmuş ve başarılı da olmuştu.
Ancak Türkiye'nin Oruç Reis sismik araştırma gemisini yeniden Doğu Akdeniz’e göndermesiyle gerilim tekrar tırmandı. AB devlet ve hükümet başkanları, 16 Ekim'de yaptıkları zirve toplantısında Türkiye'nin bu adımını görüştü. AB üyesi ülkeler Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ne tam destek mesajını yineledi ve Ankara’nın "acilen kararlı ve kalıcı adımlar atması gerektiğini” bir kez daha vurguladı.
Haftalarca arabuluculuk yapan Merkel'se, Türkiye’nin attığı adımları "çok üzücü ve gereksiz bulduğunu" ifade etti. Türkiye konusunda büyük hayal kırıklığı yaşadığı söylenen Merkel, yine de tekrar diyalog için çağrı yaptı.
Türkiye'ye karşı yaptırım uygulanması gerektiğini savunan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da AB-Ankara görüşmelerine açık olduklarını belirtti.
AB’NİN TEKLİFLERİ ARTIK YETMİYOR
AB’yi “Hıristiyan kulübü” olarak değerlendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'sa anlaşılan Doğu Akdeniz'de, Kuzey Afrika'da, Orta Doğu'da ve Güney Kafkasya'da askeri yollarla bölgesel bir güç kurma yolundan geri adım atmak istemiyor. Ve belli ki artık Angela Merkel, Emmanuel Macron ve diğer AB liderleri tarafından ikna edilmek de istemiyor. AB’nin Ankara’ya Doğu Akdeniz’de gerilimin yükseltilmemesi karşılığında 'havuç' olarak vermeyi planladığı söylenen Gümrük Birliği’nin genişletilmesi ve yenilenmesi, Mülteci Anlaşması’nın yenilenmesi gibi teklifleri ise belli ki artık yetmiyor.
Dolayısıyla AB'nin üyelik için aday bir ülkenin giderek sertleşen bölgede güç olma iddiasıyla nasıl başa çıkma niyetinde olduğu sorusu da hâlâ bir yanıt bulamadı. Erdoğan bir kez daha Oruç Reis gemisini, savaş gemileri eşliğinde Akdeniz’e yolluyor. Ve AB'de artık Türkiye'nin verdiği hiçbir güvencenin arkasında durmadığı söyleniyor. Oysa Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu daha geçen hafta Yunan mevkidaşı Nikos Dendias'a anlaşmazlığı çözmek için görüşmelerin başlayacağına dair güvence vermişti...
AB’nin olumlu teşviklerle Ankara’ya karşı koyma çabası şimdilik başarısız oldu gibi görünüyor. Türkiye'nin doğal gaz sondajına devam etmesi halinde ise AB’nin elinde sadece yaptırım yani “sopa” kaldı.
Fakat bu tehdidin bugün Ankara üzerinde etkisi ne kadar? Siyasi sermayesinin çoğunu Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında arabulucu olarak harcayan ve belli kandırılmış hisseden Almanya’nın Dışişleri Bakanı Heiko Maas, bu hafta Atina ve Lefkoşa'ya yaptığı ziyaretlerde, “Türkiye'nin sözünü çiğnemesinden aşırı derecede dehşete düştüğünü" söyledi. Maas Ankara'ya planladığı ziyareti de iptal etti. Ancak Alman bakan, Dendias'la görüşmesi sonrasında Yunanistan'ın talep ettiği yaptırımlar konusunun Aralık ayına ertelenmiş olduğunu da hatırlattı.
Mali yaptırımlar şu anda borcunu ödemekte zorlanan Türkiye’ye zarar verebilir ama uzmanlar AB’nin uygulayacağı yaptırımların, 'tercihen' AB'nin 'yasa dışı' olarak değerlendirdiği Doğu Akdeniz'de sondaj yapan şirketleri veya bireyleri hedef alacağı görüşünde.
Dolayısıyla, en son 16 Ekim’de yapılan AB zirvesinden sonra bile, Erdoğan ile AB arasında her şey aynı kaldı. Almanya’nın verdiği imaj ise 'Türkiye’ye karşı tavizler veren ülke' oldu. AB devlet ve hükümet başkanlarının diyalog ve müzakere çağrıları karşı tarafta bir 'fon müziği' gibi duyuluyor gibi...
Bölgede askeri varlığıyla güç olmayı hedefleyen, 'masada ben de varım ve payımı alacağım' fikrine kilitlenmiş Türkiye'nin bu dış politikasını daha da tırmandırabileceği biliniyor. Çünkü Erdoğan bir kere, Avrupalıların zayıflıklarını, dış politikadaki anlaşmazlıklarını ve mülteci 'korkularını' keşfetti.
Ayrıca Erdoğan, Trump'ın başkanlığıyla birlikte ABD’nin Ortadoğu'dan çekilme eğilimine girmesinin ardından bölgede ortaya çıkacak iktidar boşluğunun da farkında ve bundan da faydalanmaya çalışıyor. Ve AB'nin henüz bu tür güç politikalarına verecek ortak bir cevabı yok.