Geçen sene 31 Ekim’de Roma’da düzenlenen G-20 dünya liderler zirvesinde bir basın toplantısında Almanya şansölyesi Angela Merkel, yanındaki Olaf Scholz’u işaret ederek, “Benden sonra kendisi şansölye olacak” diye gazetecilerle tanıştırmıştı. Zaten zirveyi izleyen herkesin dikkatini de çeken bu ikiliden birisi ne zaman konuşsa diğeri başını sallayarak tasdik ediyordu. Aynı partiden iki farklı kişi bile siyasi konularda bu derecede aynı fikirde olmamaları bazen anlayışla karşılanabilir. Fakat Almanya’da rakip olan bu iki figür sanki birbirlerinin devamıymış ve tamamlayıcılarıymış gibi davranıyorlardı. Aslında böyle bir davranış ülke adına dışarıya karşı birlik mesajı vermek, aynı zamanda güven ve istikrar demekti. Yani bir yönetim değişikliğinden sonra politikaların genel hatlarıyla birbiriyle çelişmeyeceği, ekonomik istikrar açısından sorun olmayacağı mesajı muhataplara verilmek istenmişti. Bu örneği verme sebebim, burada benim asıl üzerinde durmak istediğim konu demokratik rejimlerde iktidarın el değiştirmesinin olağan sonuçları ve yeni işbaşına gelen partilerin siyasi istikrar için nasıl bir yol izlemeleri gerektiği konusudur.
Bir insan bu dünyada geçimini sağlayabilmek ve kişiliğini oluşturabilmek için bir meslek edinir. Küçük yaşlarından itibaren sevdiği, istediği veya şartların mecbur bıraktığı bir işle ömrünün büyük veya önemli bir kısmında meşgul olabilir. Öğretmen olabilir, tüccar olabilir, hemşire olabilir, işçi olabilir, memur olabilir veya doktor olarak kendisi ve ailesinin geçimini sağlayabilir veya maddi açıdan onlara katkıda bulunabilir. Askerlik gibi bazı meslekler belki kişi üzerinde diğerlerine göre kıyasla daha baskın olabilir. Ama dünyadaki meslekler içerisinde herhalde siyasetle uğraşmak belki de toplumda en fazla sorgulanan bir konudur. Siyaset bir anlamda başkası için yaşamak, başkaları için fedakârlık yapmak, toplum için bir şeyler ortaya koyabilmektir. Hal böyleyken bir kişinin siyasete ilgisi olabilir ve başkalarını bir ideoloji veya inandığı siyasi görüşe ikna etme yeteneği de olabilir. Siyasete doğuştan gelen bir yatkınlığı olan veya ailede bir siyasi yakını olanların siyasetle özdeş sayılabilecek bir meslek olarak bürokrat veya diplomatlık gibi siyaset dışı bir mesleği edinmeleri de mümkün olabilir. Ancak siyaset yarı zamanlı yapılabilecek, boş zamanların değerlendirilebileceği veya bireysel ihtirasların tatmin aracı değildir.
Demokratik kültürün gereği olarak milli irade denilen karar seçimlerde ortaya çıkar. Her siyasi parti de şahsiyet de başarılı olmanın mücadelesini verir. Bazen siyasetçilerin “halkım beni istiyor” diyerek görevde kalmakta ısrar etmeleri tarihteki örneklerde görüleceği gibi bir gün hüsranla ve seçimlerde alınacak hezimetle sona da erebilir. Dolayısıyla, siyaset insanları her zaman akıllarının bir kenarında bu sonucu da tutmaları gerekir. Halkın kendilerine hala teveccüh gösterip yetki verdiği halde gerçekleştiremedikleri planlarını kendileri ilk defa göreve geldiklerinde olduğu gibi başkalarına bırakabilmeyi içselleştirmeleri doğal olan yoldur. Demokrasi zaten bu demektir.
Bu şekilde devir teslime örnek bir isim olan Merkel, kimya alanında bir araştırmacıyken Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin hemen öncesinde siyasetle de ilgilenmeye başlamıştı. Şartlar onu önce kadın ve gençlerden sorumlu bakan sonra da çevre bakanlığına getirmişti. Ama 2000’lerden önce de siyasette sivrilmiş ve mensubu olduğu Hıristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) genel sekreterliği ve hemen ardından da genel başkanlığına seçilmişti. Kısa süren muhalefet liderliğinden sonra 2005 yılından itibaren kendisine yakın Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU), Almanya Sosyal Demokratik Partisi (SPD) ve Serbest Demokratik Parti (FDP) gibi siyasi partilerle koalisyon hükümetleri kurarak Almanya’nın ilk kadın şansölyesi olmuş ve geçtiğimiz seneye kadar kesintisiz on altı yıl Almanya’yı aldığından daha ileri seviyelere getirmiştir. Onun yönetiminde gayr-i safi milli hasıla ve kişi başı milli gelir gözle görülür bir şekilde artmış, işsizlik Almanya tarihinin en düşük seviyelerine gerilemiştir. Kendisine yakıştırılan schwäbische Hausfrau (güney Almanya’da yaşayan Swabia etnik grubunun tutumlu olmalarıyla meşhur ev kadını) benzetmesine uygun olarak ülkenin ekonomisini çok iyi idare ettiği hususunda uzmanlar birleşmektedir. Hatta herhangi “bir kriz ortamında nasıl davranılması gerektiği hakkında bir Swabialı ev kadınına sorulabileceği” yaygın bir kullanıma dönüşmüştür. Hatta Kovid - 19 salgınındaki finansal krizi aşmanın bir yolu olarak Kurzarbeit (kısa süreli çalışma) sisteminin fikir öncülerindendir. Bu sistemde işverenler ve çalışanların korunması amaçlanmış ve bugün gelinen noktada başarılı olduğu da ortaya çıkmıştır. Tutumlu ev kadını rolünü sadece Almanya değil aynı zamanda tüm Avrupa Birliği (AB) ülkelerine de benimsetmiştir denilebilir. Ufak-tefek eleştiriler olsa da uzun bir süre Almanya’yı ve bir ölçüde AB’yi siyasi olarak yönetmiş bir siyasetçi, üstelik şansölye olduğu dönemde dünyanın en güçlü kadını seçilmiş birisi de olsa “demokratik bir ülke”de on altı yıl iktidarda kalması modern dönemlerde pek görülmemiş bir durumdur. Kendisine yöneltilebilecek en ciddi eleştiri de iktidarda bu kadar uzun süre kalmasıdır.
Siyasi karizması olmamasına rağmen özellikle ekonomi alanındaki başarılı yönetimi sayesinde iktidarda kalması aslında onun rekabet değil de iş birliğine önem vermesinden kaynaklandığı söylenebilir. Koalisyon hükümetlerinin bizim de bir kadim değerimiz olan “istişare” gibi bir kuruma dayanması farklı görüşlerin müzakere edilmesi önemli bir husustur.
Ülkemiz şimdi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yönetilmektedir. Bu sistem yürütmede istikrar adına getirilmiştir ama o oranda hatalı kararlar alma payı da artmıştır. Ayrıca bu sistemde koalisyonun adı ittifak olmuştur. Modern demokratik ülkeler hızlı karar almayı değil, doğru karar almayı önceledikleri için Merkel Almanya’sında olduğu gibi koalisyon dönemlerinde başarılı olabilmişlerdir. Aynı zamanda bu demokratik kültür o kadar “normal” hale gelmiştir ki artık aday olmayacağını açıkça belirten çok başarılı bir siyasetçi kendisinden sonra seçilen rakibine karşı centilmen bir şekilde görevi gönül rahatlığı ile devredebilmiştir.
Siyasette partiler birbirlerinin düşmanı değil ancak rakibidirler. Dolayısıyla bir iktidarın zamanı geldiğinde çekilmeyi bilmesi ve devir-teslimi yapabilmesi demokratik olgunluk gerektirmektedir.
Bir ülkedeki seçimlerin “kızgınlıkla, kırgınlıkla, nefsaniyetle hareket edilebilecek bir seçim” olmadığı ve “artık kaybedecek çok şey” olduğu gibi bir ölüm-kalım meselesi haline getirmek gibi bir düşünceye sahip olmak dışarıdan bakanların pek anlayabilecekleri bir konu değildir. Spor müsabakalarında herhalde “yenme”yi öğretmekten önce “yenilgi”yi öğretmek ve sindirebilmek olgunluğun en üst derecelerindendir. Siyaset elbette bir oyun değildir. Siyaset empati sanatıdır. Hakka, hukuka uygun davranmak, adil olmaktır. Siyaset zenginleşme aracı da değildir. Emanet ehli olmaktır. Makamların geçici olduğunu bilmektir. Gök kubbede hoş bir sada bırakma mücadelesidir. Ulvi hedefler için siyasette bulunanların amacı insanların alkışına vurulmak değil, rıza-i bari olmalıdır.
Yaşadığımız dünyanın bile geçici olduğuna inanıp öğretmenliğin, doktorluğun, askerliğin veya tüccarlığın sonsuz olabileceği fikri nasıl bağdaşmazsa, iktidarların da geçici olduğu fikri her siyasinin unutmaması gereken bir gerçektir. Ülkelerin her açıdan gelişmişliği bununla ölçülür.