Herhangi bir sebepten dolayı 3-4 bin kişinin galeyana gelip cadde ve meydanlarda slogan atarak muhalefetlerini belirtmesinin akabinde araya karışan provakatörler tarafından bazı vatandaşların ölümüne sebebiyet olmaları mı daha tehlikeli, yoksa ülkenin belli başlı 10-15 tane büyük şehrinde askeri kışlalardan çıkarak darbe teşebbüsüne girişip; TBMM’yi, devlet başkanlığı külliyesini ve devlete ait önemli binaları uçaklarla bombardımana tabi tutup 250 kişiyi şehid etmesi ve 2196 kişiyi yaralaması mı?
Sözü Sivas Davası mağdurlarına ve darbecilere destek veren Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan’a getirmek istiyorum.
SİVAS DAVASI MAĞDURLARINDAN BÜLENT DÜVENCİ
Sivas Davası mağdurları tam 26 yıldır cezaevindeler. Gösteriye bile katılmayan, gösterilerin yapıldığı gün devlete ait Sivas DDY atölyesinde çalışan Bülent Düvenci onlardan biri. Düvenci’nin hadise günü saat 17.30’da fabrikadan çıkış yaptığına dair resmi kayıt var. Babasıyla birlikte çalıştırdıkları otobüs ile Sivas Şehirlerarası Otobüs Terminali’nden saat 19.00 civarında ehliyet ruhsatıyla çıkış yaptığına dair kayıtlar mevcut. Üstelik ertesi sabah İstanbul’a girerken Boğaziçi köprüsünde adına ceza makbuzu kesilmiş. Pazar günü Sivas’a dönüyor ve Pazartesi günü atölyedeki işine devam ediyor. Oradayken gözaltına alınıyor ve o gün bu gündür cezaevinde yatıyor.
Neden?
Çünkü İslâmî bir kişiliğe sahip ve komşuları tarafından dindar olarak biliniyor.
MÜSLÜMANLAR BU ÜLKENİN ZENCİLERİ Mİ?
Demokrasinin beşiği olduğu söylenen Amerika Birleşik Devletleri’nde daha dün denilebilecek bir zaman diliminde, yani 1960’lı yıllarda Afro Amerikalılar / Zenciler ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı. Oy kullanma ve üniversiteye gitme hakları yoktu. Belediye otobüslerinde beyazlarla aralarına bir engel konulur ve ancak arka koltuklarda seyahat edebilirlerdi.
Ülkemizdeki Müslümanlar 1930’lu yıllardan itibaren tıpkı ABD zencileri gibi 2. sınıf insan muamelesine tabi tutulmaya başlandı. Laikliği ve Batı tipi bir hayat tarzını benimseyen azınlık bir kesim el üstünde tutuldu, ayrıcalıklı muamele gördü.
Hayatın her alanında Müslümanlar ikinci sınıf insan muamelesine maruz kaldı.
Başörtüsü giyen bir hanım, kesinlikle devlet dairelerinde çalışamaz ve memur olamazdı; ancak hademe olma hakkına sahipti.
AK Parti iktidarının ikinci dönemi diyebileceğimiz 2010 yılından sonra bu yasaklar kaldırılmaya başlandı. Başörtüsü ile üniversitelere girmenin önündeki engel kalktı, devlet dairelerinde başörtüsü ile çalışma mümkün olabildi.
AK Parti’nin Anadolu ahalisini ‘insan’ yerine koyma hamlesine devlet bürokrasisi büyük bir direnç gösterdi, halen de gösteriyor.
Kendilerini ülkenin sahibi sanan bir avuç ‘kara vicdanlı azınlık’, Müslüman Anadolu insanını hâlâ ‘zenci’ olarak görmeye devam ediyor. Ve bu muamele bilhassa Adliye koridorlarında gerçekleşiyor. Laik zihniyetli, Batı tipi hayat tarzını benimseyenler ise ‘darbeci’ de olsalar, ayrıcalıklı muamele görmeye devam ediyorlar.
Bunun son örneği, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan oldu. Her ikisi de yargılandıkları ‘FETÖ’ye ait medya yapılanmasının “darbe çağrışımı” davasında denetimli serbestlikle tahliye edildiler.
Çünkü onlar bu ülkenin zencilerinden değil.
Çünkü onlar ‘Beyaz Türkler’.
BÜLENT ARINÇ VE KHK MAĞDURLARI
Bülent Arınç Bey, KHK mağdurlarına sahip çıkıyorsunuz, neden acaba? Oysa biz zulme uğrarken sesiniz hiç çıkmıyordu! ‘Tevhid Selam Terör Örgütü’ diye bir dava vardı, bilir misiniz? Bilirsiniz, elbette bilirsiniz… Fakat bilmezden gelirsiniz.
Sizin basın danışmanlığınızı yaptığı dönemde Kemal Öztürk de bu davayı iyi bilirdi. İyi bilirdi de ne sizden, ne de kendisinden o vakit tek bir ses duyulmamıştı. Bir kere olsun, o davanın mağdurları için açıklama yaptınız mı?
Yapmadınız!…
Peki, neden?
Çünkü o mağdurlar FETÖ’cü değildi. Bilakis FETÖ’nün zulmüne maruz kalmış kimselerdi, öyle değil mi?
Bakın, mağduriyetleri hâlâ devam edenler mevcut.
O zaman biz de soruyoruz…
Bu mağdurlar kimin umurunda?