Geçtiğimiz hafta Amerikalı talihsiz turistten söz etmiştik. Amerika´nın güney komşusu ile arasındaki sınırın güvenliği bugünlerin ana gündemi. Bugün artık yolları ayrılmış 3 kafadar, AKP henüz dünyayı kurtarmaya soyunmamışken, yani daha yeryüzünde gezinirken, bir programda buluşmuşlardı.
Bunun adı Meksika Sınırı idi.
Tarık Tufan´ın değişmeyen çizgisinin altında çoktan büyük oyunu görüp, büyük lokma yutan İsmail Kılıçarslan´ın buyurganlığı, Selahattin Yusuf´un ise naiflik zırhı altında değişmeyen bir klasik İslamcı ve haklı aydın görüntüsünün tarih öncesiydi bu program.
O zaman iktidara biat etmiş medyalar henüz utangaç birer demokrasi sözde havarisi idi. Sadece kendilerine demokrat olduklarını anlamak için çok zaman geçmedi.
?Ya bizdensin ya topraktan? katılığında ayrışan ikiye bölünen bu biatçılığın karşısında hayatta kalmaya çalışan medyaların esamisi zor okunur hale geldi.
Üçlünün hikayesi değil de seyrettiğim filmin arka planını dolduran Meksika´nın bizatihi kendisi oldu bana bu çağrışım denizinde yeni bir yelken açma fırsatı veren.
Roma deyince en az akla gelecek şeylerden biri Meksika olsa da Roma (Mexico City´nin bir mahallesi imiş) Meksika´yı bize yanıbaşımızda gibi anlatan hikayecinin kendince bir başyapıtı.
İsmail Kılıçarslan´ın Meksika Sınırı´ndan kaçma hayalini bırakıp kocaman bir duvarı İstanbul´a dikerek şehri ondan olmayan herkese haram etmeye ne zaman karar verdiğini bilmiyorum. Tarık Tufan bunu hissettiği anda oradan sessizce uzaklaşmış olmalı. Selahattin Yusuf için fark etmez.
Oysa ben o Meksika Sınırını hep geçenlerden oldum. İktidarın o sonsuz Amerikasını içine çeken huzur bana uzak.
Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ve en kaydadeğer 5 ülkesinden biri Türkiye ise birincisi Meksika´dır. 1970´in hemen başında sokakta sağ-sol kavgasında adam öldürülen yerlerden biri olduğu gibi.
Meksika 1970´i isterseniz İstanbul 1970 diye de seyredin. Biraz Vasıf Öngören Zengin Mutfağı niyetine ya da.
Dahi bir sanatçının siyah-beyaz görüntüleri geniş bir formata yaslayıp adeta o zamandan fırlamış izlenimi veren filmi yaparken her sahneyi her anı zihninde belki de 100 kez resmettiğine bahse girebilirim.
Çocukluk anılarından akan bir tabloyu minimalist sahnelerle ve sadece basit bir kurguda resmeden yönetmenin kaydadeğer bir konuya bile gerek görmeden kurduğu bu sağlam sanatsal işin arka planında kendi çocukluk anıları olduğunu bilmek ise işin başka bir boyutu.
Resimdeki çocuk filmin yönetmeni olunca artık hikayenin asli kahramanına dair kafanız da karman çorman oluyor kuşkusuz.
Aslında bir çocuğun bölük börçük anıları ve 10 yaşında babasının evi bırakıp gitmesine dair acı bir lezzet iken damakta kalan; bunu zenginleştiren bolca karakter ile film derinleşiyor. Gerçek hayat kronolojisinde çekilen filmin büyüsünü bozmamak için her daim destek aldığı Del Toro ve Inarrutu´ya bile danışmayan yönetmenin hınzır tarzının oyuncuları canlı tuttuğuna şüphe yok. Hele ki hikayenin ana ekseni olan Bakıcı teyzenin filmin çekimini uzaktan ve de gizlice takip edip yaşanmışlıkların tekerrürüne şahit olmasının filme kattığı gerçeklik duygusunu hiçbir alternatif yöntem sağlayamazdı kuşkusuz.
Bana biraz Çağan Irmak´ın sinemasını anımsatan bir tarz ile hayata geçen filmin formatından Dünya siyasetine teğel çeken Fehmi Koru´ya itirazım tabii ki olmaz.
Ama filmin bendeki karşılığı Trump´dan ziyade gelir eşitsizliği ile kıvranan Meksika´nın o devasa metropolü Mexico City ile İstanbul arasındaki ilinti idi esas olarak.
İstanbul´un olabileceği en kötü emsal Mexico City ise de 1970´in dünyasındaki naiflik; bir şekilde hoşgörüye tabi. Selçuk Altun´un tabiri ile kalabalıklığı ile şehir olmaktan çıkıp şehir olmayana evrilen (anti-şehir diyor Altun buna) İstanbul´un önünde anti-şehir statüsünü çoktan üstlenmiş Mexico City örneği var.
Yine de bu özel ve öznel filmin sanatsal varlığını -herşeye rağmen- siyasetin keskin hatları ile traş etmemeye çalışmaktan yanayım. Hollywood´un tüm klişelerine (yabancı dil, siyah beyaz çekim, starsızlık) ayar yapmaktan çekinmeyen ve ödülleri birer ikişer kapan filmin sırrı naifliğinde ve sahiciliğinde gizli.
Bir çocuk kadar naif ve sahici film yapmak için her zaman filmi o çocuğun çekmesine gerek ve imkan yok tabii. Ama çekecekse nasıl çekecek, bunu anlıyoruz.
Meksika Sınırını aşıp havuza dalanların o havuzdan kafalarını kaldırıp çıkmaları için de bir fırsat Roma.
Havuzun suyu ılık da olsa Meksika Sınırını aşanlar için havuzun o oksijensiz suyunu değil denizin serinliğini ve çeşitliliğini öneriyorum.
Bunun için önce bu filmi izlemekle işe başlayabilirler.