Habertürk Televizyonunda Ali Babacan’ı izlerken hem kendi değerlendirmelerimi not ettim bir kenara, hem de farklı kesimlerin neler hissedebileceklerini merak ettim. Orta halli insanlar, fakirler, işçiler, köylüler, gençler, kadınlar, Kürtler, Aleviler, iş âlemi, üniversite mezunu işsiz gençler, öğrenciler, adalet arayan insanlar… Kendimi hepsinin yerine koyup düşününce bir ortak nokta çıktı ortaya: Gelecek perspektifi, gelecek vaadi, gelecek stratejisi… Adını ne koyarsanız koyun… Umut… Hayal… Ya da benzeri başka bir şey…
Ali Babacan’daki üslup ve edanın sergilediği bir başka husus daha var: Güven duygusu. Bu duygu kaybolmuştu insanımızda. Çoktan beri arar olmuştuk. Ali Babacan’ın ortaya koyduğu yapıcı tavır ve anlayışla birçok şeye yeniden başlama iştiyakı kolay filizlenecek gibi…
Umudu ve güven duygusunu oluşturmak kolay değil. Babacan inandığı şeyleri söylediği için, söylediklerini içselleştirdiği için, konjonktür icabı bir söyleme girmediği için yaratıyor bu umut ve güven duygusunu. Bu duyguların pekişmesinde geçmişte yarattığı dürüst insan imajının, şeffaf ve özeleştiriye açık ve yapmacık tavırlardan uzak, ortak aklı önemseyen yapısının da etkisini görmezden gelemeyiz.
Bazı konularda temel ilkelerden bahseden Babacan detayı sonraya bıraktı. Şunu demek istiyordu aslında: “Bütün bu konularda benim söyleyeceklerim var, onlara dair fikirlerim mevcut. Ancak şimdi bunları ifade edersem ortak aklın eserini değil kendi fikirlerimi yansıtmış olurum. Oysa içinde benim de katkım olan, geniş bir mutabakat zeminine oturan bir program etrafında konuşmak daha doğru olur.” Yani önce kadro, sonra fikirler, sonra program…
Ali Babacan uzun bir süre başta ekonomi olmak üzere merkezi yönetimde söz sahibi oldu. O dönemin hakikatleri orta yerde duruyor. Yine de samimi bir şekilde eleştiriye açık olduğunu ifade etti ve kendi mirasını reddetme gibi bir tutum içine girmedi.
Dünyada pek çok şey değişime uğruyor. Türkiye’de de öyle. Bunları iyi izlemeyenler kaybediyorlar. Babacan dünyadan ve Türkiye meselelerinden hiç de kopuk olmadığını program boyunca açıkça ortaya koydu. Mesela “Ak Parti’nin ilk dönemlerinde küresel sistemde para bolluğu vardı, şimdi öyle mi” gibisinden bir soruya rakamlarla verdiği cevabı hatırlayalım. “Amerikan Merkez Bankası 2002’ye göre dünyaya 4 kat fazla para vermiş. Yine 2002’ye göre Avrupa Merkez Bankası piyasalara 6 misli daha fazla para vermiştir.” Ayrıca borçlanma imkânlarına ilişkin şu sözleri: “Eksi faiz ne demek, 100 TL borçlanıyorsunuz yerine 98 TL ödüyorsunuz. Şu anda Türkiye’de yaşadığımız varlık içinde yokluk bir durum. Türkiye maalesef bugün çok yüksek faizlerle borçlanıyor.”
Karizmatik liderler dönemi daha ne kadar devam eder dersiniz? Bir lider kültü oluşturmanın toplumlara neye mal olduğunu tartışmaya açmayacak mıyız? Karizmatik liderlere bel bağlayan toplumlar durağanlaşmaya ve acze düşmeye açık olurlar. Evrensel değerleri önemsemek, öngörülebilir bir yönetim tarzına kavuşmak, mevcut ve gelecekteki hukuki belirsizliklerden kurtulmakla eşdeğerdir. Yeni nesil, hamasete, korkutulmaya, bir liderin arkasına gözü kapalı takılmaya hoş bakmıyor. Bunları Fehmi Koru da biraz daha detaylı yazmaktan kendini alamamış.
Ali Babacan da galiba bu noktaları önemsemiş olmalı ki izleyicilere farklı olduğunu hissettirme ihtiyacı duydu. Bilgili, şeffaf, söylediğini içselleştirmiş olduğunu belli ederek, hatta söylediklerini vaktiyle eyleme de dönüştürmüş olmanın güveniyle çıktı karşımıza. Söylemle eylemin bir arada yürüyeceğine dair umut verdi ve güven duygusunu pekiştirdi.
Dış politika konusuna derinliğine girme imkânı olmadı programda. Ama Ali Babacan’ın söylediklerinden yumuşak güç ya da çok kullanılan tabirle soft power kavramını önemsediği belliydi. Uluslararası organizasyonlarda Türkiye’nin aktif olması gerektiğini vurgularken Avrupa Birliği hedeflerini yinelemesi olumlu noktalardan biri olarak tezahür etti. Türkiye’nin yumuşak gücü olarak güçlü demokrasiyi ve içerde sağlanacak barışı öne çıkarması sanırım özlediğimiz hususlardan biridir.
Nasıl bir yönetim kurguluyor Ali Babacan? Güçler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne ayrı bir yer veriyor elbette. Türkiye’ye has bir başkanlık modelinin istenen sonuçları üretemediğini vurgulamak ihtiyacı duyması ilginçti. Koalisyonlar bitecek deniyordu ama şimdi koalisyonlar seçim öncesi kuruluyor diye tamamladı. Cumhurbaşkanının %51, Meclisin %90’lık bir temsil gücüne sahip olduğu hakikatini ortaya koyarken gücün, yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin kullanımı açısından yürütme lehine, yasama ve yargı aleyhine ne kadar orantısız bir dağılım olduğunu da dile getirmiş oldu.
Program arasında alibabacan.com.tr internet sitesinin hayata geçmiş olduğunu da öğrenmiş olduk. Programı sunan Fatih Altaylı, iki saat içinde 7000 mail, 2000 mesaj aldığını söyledi.
Ali Babacan’ın insan hakları ile temel haklar ve özgürlükler konusunu ne kadar önemsediğini görmek sanırım toplumun tamamını sevindirmiştir. Temel hakların pazarlık ve oylama konusu yapılamayacağını ve yönetimlerin bu hakları tanımak zorunda oluşlarını ifade etmesi de ayrı bir öneme sahiptir. Devletin her bir vatandaşını kendisini tanımladığı şekilde kabul etmesi gerekir diyerek başta Aleviler ve Kürtler olmak üzere herkesi kucaklamış oldu.
Parti içi demokrasiyi sağlayamayan anlayışlar ülkede demokrasiyi hiç yerleştiremezler derken önemli bir noktaya parmak bastığını hissedenlerin bulunduğu açık bir husus olsa gerek. Buna ek olarak parti içi şeffaflıkla ülke içi şeffaflık arasındaki ilişkiyi de not etmek ihtiyacı çıktı ortaya.
Parti tüzüğünü Venedik Komisyonu kriterlerini esas alarak hazırlıyoruz derken geçmişten dersler çıkardığını hissettim ben…
Gençlere sormuş Ali Babacan, “en önemli sorun olarak neyi görüyorsunuz” diye. Onlar da “bir boğulma hissi yaşıyoruz, nefes almakta zorlanıyoruz” demişler?