Ali Babacan’ın daha önce KARAR’a verdiği röportajla başladığı siyasi yolculuğu, geçtiğimiz hafta Haber Türk’teki röportajıyla yeni bir safhaya girmiş bulunuyor. Bilindiği gibi Babacan AK Parti iktidarlarında dışişleri bakanlığı ve ekonominin patronluğunu üstlendiği başbakan yardımcılığı dönemlerinde gerek Türkiye’de, gerekse dünyada saygın bir yere sahip, dürüst, şeffaf, ekonomide hatırı sayılır başarıların altında imzası olan pırıltılı bir isim.
Artık o, kuruluşuna sayılı günler kalan yeni bir siyasi oluşumun önünde yer alan bir siyasetçi. Televizyonda çizdiği görüntü, güvenilirliği ve konulara hakimiyeti konusunda kimsenin bir itirazı yok. Ancak Türk siyasetinin karizmatik lider geleneği çerçevesinden bakıldığında, “acaba bağırıp çağırmayan, ‘düşün peşime’ diye meydanları inletmeyen bir parti liderinin başarı şansı olabilir mi” benzeri soruların tartışıldığı da muhakkak.
Açıkçası Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durum dikkate alındığında, bu tür bir endişenin biraz abartılı olduğu kanaatindeyim. Zira halihazırda siyasi hayatımızda hakim olan buyurgan ve azarlayıcı üsluptan millet kelimenin tam anlamıyla yorgun düşmüş durumda.
Epey bir süredir siyasete hakim olan bu buyurgan, itham edici ve kavgacı üslup toplumu o kadar yordu ki, hepimiz sükunete, bağırıp-çağırmayan siyasete hasret kaldık. Eminim ki şu günlerde bir kamuoyu araştırması yapılsa, hangi siyasi anlayışa sahip olursa olsun toplumun önemli bir bölümü bu rahatsızlığı açıkça dillendirecek ve sadece “huzur” istediklerini beyan edeceklerdir.
Denilebilir ki “Kimse Ali Babacan’dan Demirelvari bir çıkış, ya da Tayyip Erdoğan gibi kitleleri ‘beka’ üzerinden motive eden volümü yüksek bir siyasi üslup beklemiyor. Ama siyasi lider dediğin de kitlelerin önüne düşüp bir umut rüzgarı estirebilmelidir...” Elbette bu yaklaşımdaki haklılık payını inkar etmek mümkün değildir. Ancak unutmayalım ki, Ali Babacan henüz partisini bile kurmuş değildir. Dolayısıyla sahaya inmeden bazı şeyleri test etmenin imkanı yoktur.
Şundan eminim ki Babacan yarın bir genel başkan olarak sahaya indiğinde, bugün konuştuğumuz pek çok şey bir teori olarak kalacaktır. Çünkü kitlelerin teveccühü o siyasi partiyi de, liderini de teorinin ötesine taşıyacak güçlü bir motivasyon gücüne sahiptir.
Önemli olan çıkacak yeni siyasi partilerin Türkiye’nin sorunlarının çözümü konusunda üretecekleri projelerdir, güvendir ve toplumun hasret kaldığı ”huzur” duygusudur.
Bu açıdan bakıldığında Babacan’ın açıklamalarında öne çıkan en önemli başlıklar “hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, denge-denetleme, özgürlüklerin teminat altına alınması” gibi temel evrensel değerlerdir. Ancak esas itibariyle toplumun beklentilerine en çok cevap veren ise ekonomist Ali Babacan’dır. Çünkü toplumun her gün yaşadığı en büyük problem ekonomidir, doğal olarak biraz nefes alabilmek için bir umut ışığı beklemektedirler.
Benim açımdan Babacan’ın açıklamalarında esas altı çizilmesi gereken, Türkiye’nin son yıllarda adeta elini-kolunu bağlayan “korku siyaseti”ne ilişkin değerlendirmelerdir. Maalesef Türkiye’yi bu korku atmosferinden kurtarmadan, toplumun önünde yeni umut kapıları açmak mümkün değildir. Babacan’ın Fatih Altaylı’nın “Ali Babacan Batı finans çevrelerinin adamı diyorlar” şeklindeki sorusunu cevaplarken söylediği şu ifadeler son derece değerli: “Buradaki problem şu yerlilik ve millilik kılıfı altında Türkiye’yi içe kapatma, içe kapanmış ülkeyi daha kolay yönetme ise biz bu anlayışta olmayız.”
İşte Türkiye’nin esas çözmesi gereken problem budur, umarız gerek Ali Babacan ve arkadaşlarının, gerekse Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı partiler Türkiye’nin önünde yeni bir umut dalgası oluşturabilirler.