Gazeteci yazar Mehmet Altan Analiz Etti...
Keşke Erdal Eren’in dosyasını yeniden açsak, bomboş dosyalarla insan yaşamlarını yakma gaddarlığının nasıl hep kendini tekrarladığını görsek.
Geçen haftaki “Faşizm Olarak 12 Eylül’ün Portresi” başlıklı yazım şöyle bitiyordu:
Ne gariptir ki ‘yetmez ama evet’ tartışmasına iştahlı duran bir kesim, daha önceleri atılan onca ‘demokrasi’ nutkuna rağmen Anayasası ve 600 yasasıyla 12 Eylül hukukunun neden kırk yıl boyunca ‘sivil’ siyaseti rahatsız etmediğini aynı iştahla tartışmaz.
***
Bugün ise demokrasi gibi, lafı da tümden kayboldu.
Demokrasi sözcüğü sakıncalılar listesine girdi. Duyulmaz oldu.
Neden mi?
Çünkü siyasetin ‘rejim’ olarak koruduğu ‘12 Eylül Hukuku’ yeni faşizmlere yataklık etti.
***
12 Eylül faşizmini, çok daha bilinçli bir şekilde şimdilerde yeniden irdelemek gerekiyor. Çünkü, 12 Eylül’ü taze bir bilinçle anımsayınca bugünlerle nasıl benzeştiğini çok daha net görüyorsunuz. Baskı dönemlerinin yöntemlerin hep aynı olduğuna tanıklık etmekle kalmıyorsunuz, günümüzün anasının 12 Eylül olduğunu da anlıyorsunuz.
12 Eylül darbesi, kendi kurumsal baskı rejimini vicdanlarda izi hiç silinmeyecek korkunç cinayetler işleyerek yerleştirdi, çok ağır bir bilanço bıraktı. İnsan yaşamlarını yaktı, toplumun sağlığını bozdu.
***
Geçen hafta da anımsattığım gibi, bomboş bir dosyayla kemik yaşını büyüterek henüz 18 yaşını doldurmamış Erdal Eren’i gözünü kırpmadan asarak idam etti…
Halbuki 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edilen Erdal Eren hakkındaki karar, Yargıtay tarafından iki kere iptal edilmiş olmasına rağmen, Millî Güvenlik Konseyi tarafından onaylanarak 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Ulucanlar Cezaevi'nde infaz edildi.
Kenan Evren, 3 Ekim 1984'teki Muş gezisi sırasında yaptığı konuşmada Erdal Eren'in idamıyla ilgili şunları söyleyebildi:
Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan Mehmetçiklere silah çeken o haini, ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?
Keşke Erdal Eren’in dosyasını yeniden açsak, bomboş dosyalarla insan yaşamlarını yakma gaddarlığının nasıl hep kendini tekrarladığını görsek, içimiz yanarak şikayetçi olduklarımızın geçmişini tarayarak ortadan kaldırmaya girişsek.
***
Parlamentonun yetkileri; Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi’ne geçti ve Sıkıyönetim Kanunu’nda köklü değişikliklere gidildi.
12 Eylül süreci Türkiye’nin yaşadığı en uzun süreli ve en geniş kapsamlı sıkıyönetim dönemidir.
***
12 Eylül’ün neden olduğu büyük acıların ve geride bıraktığı ağır izlerin bilançosunun çıkarılmasının olanağı yok.
Ama tarihlerde yerini almış rakamsal bir bilançosu var:
Darbe sonrası Türkiye Cumhuriyeti kamu ve kuruluşlarında dönemin devlet yöneticilerinin emri ile ‘anarşist’ ilan edilen 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, yine Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi ve 517 kişiye idam cezası verildi.
Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderildi. Yine 71 bin kişi, Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerinden, 98 bin 404 kişi, örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurt dışına gitti.
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi aynı dönem yapılan açlık grevlerinde öldü, 16 kişi -kaçarken- vuruldu, 95 kişi -çatışmada- öldü, 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi, 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.
***
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin öncelikli amaçlarından bir tanesi, her baskı rejiminin, askeri ya da sivil faşizmin yaptığı gibi, basını kontrol altına almak oldu.
Yayın yasakları ve kapatmalara hukuki bir görünüm verilmesi amacıyla 19 Eylül 1980’de Sıkıyönetim Kanunu’nun 3. maddesi değiştirildi, 21 Eylül’de alelacele yürürlüğe giren düzenleme ile Sıkıyönetim Komutanlığı’na haberleşmeye sansür koyma yetkisi tanındı.
Bu maddenin b fıkrasında, “Türkiye Radyo - Televizyon Kurumunun yayınları dâhil olmak üzere telefon, telsiz, radyo, televizyon gibi her çeşit araçlarla yapılan yayım ve haberleşmeye sansür koymak, kayıtlamak veya durdurmak ve hizmetin gerektirdiği ahvalde bunlardan öncelikle faydalanmak,” hükmüne yer verildi.
Benzer dönemlerde olduğu gibi basın için de “cadı avı” başladı:
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
31 gazeteci cezaevine girdi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı ve aralarında Hürriyet, Millî Gazete ve Ortadoğu'nun da olduğu 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
39 ton gazete ve dergi imha edildi.
***
Türkiye’de “sivil siyaset”, 40 yıl boyunca 12 Eylül faşizminin anayasası ve yasal mevzuatı ile yaşadı, yaşıyor.
Siyaset kurumu bundan utanç duymadı.
Siyasi partiler yasası ve seçim yasası, 12 Eylül yasalarıdır.
Üniversitelerin canına okuyan ve hiçbir iktidarın değiştirmediği YÖK, 12 Eylül kurumudur.
Halbuki, şimdi itişip kakıştığımız Yunanistan, 1967’de iktidarı ele geçiren Albaylar Cuntası’nı 1974’de yargılayıp darbecileri ömür boyu hapse mahkum etti ve darbenin bütün tahribatını hızla temizleyip, kısa bir süre sonra da AB üyesi oldu.
12 Eylül rejimine sessizliği anlamadan ve irdelemeden bugünlere nasıl geldiğimizi kavramak kolay gözükmüyor.
12 Eylül rejimini kırk yıl sonra yeniden derinlemesine inceleyince hep aynı sonuca varıyorsunuz…
Kaynak: t24.com.tr