Merhum Akif’in ‘demir kasa gibi sağlam’ gördüğü Yozgatlı İhsan Efendi, Mısır’da vefatına kadar (15 Haziran 1961) dostu Akif tarafından kendisine teslim edilen emanetlere (Kur’an-ı Kerim Meali, Gölgeler Kitabı, defterler-müsveddeler, mektuplar) sahip çıktı ve onları gözü gibi korudu. Bu güne kadar bu konu ile alakalı çok şey konuşuldu, tartışıldı yazıldı. Bazı belgeler yayınlandı. Ancak yakın zamana kadar da bu emanetlerin akıbeti ile ilgili rivayetlerin/tahminlerin/yorumların dışında pek tatmin edici bir açıklama yapılamadı. Ta ki Yozgatlı İhsan Efendi’nin oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babasının kitaplığından elde ettiği belgeleri iki kitap bütünlüğünde yayınlanıncaya kadar…
İlki Kasım 2018 yılında Doğan Yayıncılık’tan “Kaybolan Dünyadan Nurlu Bir Sima” üst başlığıyla babası Yozgatlı İhsan Efendi’yi anlattığı kitabı yayınlandı. Bu kitabın son bölümünde Yozgatlı İhsan Efendi’nin Akif’le olan dostluğunu ve Kur’an Mealini anlatırken babasının kitaplığında bulduğu Akif’le ilgili bir defterden bahseder ve “Bu defterle ortaya çıkan pek çok hakikat ile ilgili mütalaalarımızı ise defteri neşrettiğimizde dile getirmeyi daha muvafık bulduğumuz için bu konulara burada girmeyeceğiz.” satırlarıyla bitirir. (1) Kitabın son sayfalarına da bu defterden birkaç örnek yerleştirir.
İkinci kitap ise; aradan yaklaşık altı yıl geçtikten sonra (Ekim 2024) Yapı Kredi Yayınları’ndan ‘Akif’ten Emanetler’ ismiyle yayınlanır. İşte bu kitapta yukarıda bahis konusu olan emanetler (Kur’an-ı Kerim Meali, Gölgeler Kitabı, defterler-müsveddeler, mektuplar) yer almaktadır. (2) Ekmeleddin İhsanoğlu bu kitapta; Yozgat Bozok Üniversitesi’ne bağışladığı babasına ve kendisine ait kitapları düzenlerken ‘Akif’in orijinal tercümesinden bir defter(in) birdenbire zuhur ettiğinden’ bahseder. Evet, bu tarihi yadigâr, Akif’in Kur’an tercümesine ait orijinal defterdir:
2018'de 'Kaybolan Dünyadan Nurlu Bir Sima' kitabının son bölümünü babası İhsan Efendi ile Akif'in dostluğuna ayıran Ekmeleddin İhsanoğlu, 2024'te çıkan ‘Akif’ten Emanetler’ kitabında da Akif'in babasına emanet ettiği Kur’an-ı Kerim Mealini, Gölgeler Kitabını, defterlerini-müsveddelerini ve mektuplarını yayımladı.
‘Defterde Kur’an-ı Kerim’in başından Al-i İmran Suresi’nin sonuna kadar olan kısmının tercümesi mevcuttur. Fatiha Suresi, üç farklı versiyon olarak tercüme edilmiş, üçüncü versiyonda Anglikan Kilisesine Cevap’taki metne atıf yapılmıştır.’ (3) Kitabın ekler kısmına ise Akif’in orijinal Kur’an Meali tercümesinin yer aldığı defterin faksimilesini koyar.
Kitapta Akif’in Kur’an tercümesi ile ilgili önemli belgelerden biri de; Akif’in Kur’an tercümesi ile ilgili Elmalı Ahmet Hamdi Efendi’ye yazdığı bir mektuptur. Mektuptan anlaşıldığına göre Akif, Kur’an tercümelerini peyderpey Elmalı Hamdi’ye göndermiştir. İlk giden kısım Kur’an’ın 40 sayfalık tercümesidir. Bu mektubun beraberinde Bakara Suresi’nin kalan kısmı ile Al-i İmran Suresi’nin ilk dört sayfasının tercümesinin gönderildiği kaydediliyor. Yine mektuptan net olarak anlaşıldığına göre; Akif’in gönderdiği bu metinler birer ‘taslak’ niteliğindedir. (4)
Böylece kitapta yer alan bu ve diğer diğer belgelerle birlikte Akif’e dair bildiğimiz/bilmediğimiz birçok husus da açıklığa kavuşmuş oldu. İşin doğrusu gün geçtikçe de Akif’e dair yeni belgelerin gün yüzüne çıkması ihtimal dâhilindedir. Onun hayatı ve çalışmalarıyla ilgili bilmediklerimiz bildiklerimizden daha fazladır. Bir dönemi iyi okumak adına bu belgeler son derece önemlidir.
Bu yazıda hem daha önce bilinenler hem de yeni ortaya çıkan belgeler ışığında merhum Akif’in Kur’an Meali’nin yazılış süreci, vasiyeti ve akıbetiyle ilgili son durumu ele alacağız.
AKİF'İN KUR'AN MEALİ
Aslında Kur’an-ı Kerim’i halkın anlayacağı şekilde tercüme etme çabası Tanzimat ile başlar. Ahmet Cevdet Paşa bunun öncülerindendir. Bu anlamda o dönemde ciddi gayretler de gösterilmiştir. Ancak yapılan tercümelerin çoğu eksiklikler ve hatalarla doludur.
Cumhuriyet kurulduktan sonra ise birçok eserde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’in de tercüme edilmesi bir zaruret halini almıştır. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye tercümesi 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM’de Diyanet İşleri Başkanlığı bütçe müzakereleri esnasında gündeme gelmiştir. Elli beş imza ile “Kur’an-ı Kerim ve bazı İslami eserlerin” Türkçeye tercümesi için ödenek ayrılması için meclise sunulan önerge neticesinde ise bu iş için 20.000 lira ödenek ayrılmasına karar verilmiştir.
Bu kararın akabinde Babanzade Ahmed Naim, Tecrid’in tercümesini üstlenmiş; Kur’an-ı Kerim’in tefsiri Elmalı Hamdi Efendi’ye verilmişti. Kur’an-ı Kerim tercümesinin ise Akif tarafından yapılması istenmiş ancak Akif ilkin böylesine ağır bir mesuliyetin sorumluluğunu almak istememiştir.
Bu arada Akif II. Meclis’te kendisine yer verilmemesi üzerine Mayıs 1923’te yanında Harekât-ı Milliye hatırası olarak ‘bir tüfek’ ve ‘bir istiklal madalyası’ ile İstanbul’a dönmüştür. Bu süreçte kendisine emekli maaşı bağlanmadığı gibi emekli ikramiyesi de verilmemiştir. Bu da yetmemiş gibi peşine hafiyeler takılmış ve vatanına ihanet edenler gibi takibe alınmıştır. İşte bu ve benzeri durumlar Akif’in çok zoruna gitmiş ve bu nedenle 1923 ve 1924 yıllarında yakın dostu Abbas Halim Paşa’nın davetiyle kışı Mısır’da, yazı ise İstanbul’da geçiren Akif, 1925 yılında ömrünün sonuna kadar -on bir yıl- gönüllü sürgün olarak yaşayacağı Mısır’a gitmiştir.
Mısır’a vatan-cüda olarak gitmeden kısa bir süre önce başta Aksekili Ahmet Hamdi olmak üzere yakın dostları Ahmed Naim ve Hasan Basri Çantay, Akif’i Kur’an-ı Kerim tercümesine ikna için yoğun çaba harcamışlar ancak Akif her seferinde “Kur’an’ı tercüme kabil değil,” diyerek reddetmiştir.
Akif kendisine çok ısrarcı olanlara yukarıda ifade edilen çalışmaları kastederek;
“Birkaç parça şiir yazacağım, ona mâni olursunuz.” demiştir.
Aslında kırgındır Akif ama nezaketen böyle cevaplar vermek durumundadır. Nihayetinde Akif, en yakın arkadaşları Ahmet Naim, Hasan Basri Çantay’ın yoğun ısrarları neticesinde Kur’an-ı Kerim’in tefsirini üstlenen Elmalı Hamdi Efendi ile bir araya gelerek Kur’an-ı Kerim’in ‘tercüme’ değil de ‘meali’nin yapılması üzerine uzlaştı.
Meclisten çıkan karar gereği Elmalı Ahmet Hamdi ile Mehmet Akif’in her birine altışar bin lira ödenecektir. Önce her birine 1000’er lira avans ödenecek, kalan para ise her cüzün teslimi ile birlikte parça parça verilecekti.
Bütün bu gelişmelerin yakın tanıklarından olan arkadaşı Eşref Edip bundan sonraki süreci şöyle anlatır: “Bu suretle “Üstad Mısır’da senelerce (7 yıl) bu tercüme ile uğraştı. Burada (İstanbul’da) da Hamdi Efendi tefsir ile meşgul oldu. Hamdi Efendi her cüzün tefsirini ikmal ettikçe tebyiz ettirerek Ankara’ya gönderiyor, Diyanet Riyaseti’ne teslim ediyordu. Üstad ise tamamen bitmedikçe teslimi muvafık görmüyordu. Çünkü ilerledikçe tercümede bazen değişiklikler oluyordu. Bazı kelimelere, hatta bazı edatlara daha güzel karşılık hatırına geliyordu. Sonra heyet-i umumiyesi tamam olunca tekrar gözden geçirecek, tashih edecek, bazı notlar ilave edecek, hâsılı kendince hiçbir eksik tarafı kalmadığına kanaat getirdikten sonra teslim edecekti.” Nitekim sonraları tercümeyi ne yaptığını soranlara;”Yapamadım… Beni tatmin etmeyen bir eser, başkalarını nasıl tatmin edebilir” (5) diyordu.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ısrarlarına rağmen Akif’in yazdıklarını göndermemesi üzerine yapılan mukavele fesih yoluna gidilmiştir. Böylece Mehmet Akif’in, Şubat 1925 tarihinde Diyanet İşleri ile Kur’an Meali hazırlama konusunda yapmış olduğu mukavele 1932 yılında feshedildi ve avans olarak aldığı 1.000 lira ise Fuad Şemsi vasıtasıyla iade edildi.
Aynı şekilde Kur’an Meali ile ilgili yaşanan bu süreci teyit maksadıyla yakın zamanda (Ekim 2024) Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ‘Akif’ten Emanetler’ ismiyle yayınladığı eserde merhum Akif’in Mısır’a gittiği 1925 ile 1936 yılları arasında özellikle Fuad Şemsi İnan, Mahir İz ve Eşref Edib’e gönderdiği mektuplar üzerinden de takip etmek mümkündür. (6)
Akif’in Yozgatlı İhsan Efendi’ye verdiği emanetler içinde yer alan Kur’an Meali Defteri üzerinde yazdığı notlardan anlıyoruz ki; Akif meal çalışmasına Mısır’a geldikten birkaç ay sonra Ocak 1926 yılında başlamıştır. Akif bu dönemde yazdığı mektuplarla zaman zaman dostlarını meal çalışması hakkında bilgilendirmiştir. Bu mektuplarda meal çalışmasının kendisine büyük bir mesuliyet yüklediğini, bu nedenle de şiir yazmaya ara verdiğini, hatta pek kimse ile görüşemez olduğunu yazmıştır. Yine bu mektuplarda Diyanet İşleri Başkanlığı ile yaptığı mukavelenin feshi ile ilgili bilgiler de vardır. Kur’an Meali çalışmasını 1929 yılında tamamladığını ancak henüz tebyiz (temize geçme) etmediğini de bu mektuplardan öğreniyoruz.