Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası önceki gün Geç Likidite Penceresi (GLP) faiz oranını 3 puan arttırarak yüzde 13.5´ten yüzde 16.5´e yükseltti. Doğru bir karar. Merkez bankalarının en önemli görevi, ihtiyaç duyulduğu zamanlarda ekonomiye ?tam zamanında ve tam kıvamında´ bir kararla müdahale etmeleridir. Bugünkü şartlarda müdahalenin kıvamının makul olduğunu, zamanlamasının ise ?gecikmiş´ nitelikte olduğunu söyleyebiliriz.
Son zamanlarda TCMB´nin ?en başarısız olduğu davranış´ alanının zamanlama olduğu görülüyor. Niçin? Gecikmeli karar açıklamanın gerekçesi olarak külliyenin iradesinin TCMB´ye aktarılma sürecinde, tebliğinde, ekonomi danışmanlarının tereddüt oluşturucu karşı öneri, sorgulama ve itirazlarının sebebiyet verdiği söylenmektedir. Bilemiyoruz...
?Vurgulamak istediğim husus şu: Ekonomisi başarıyla yönetilen ülkelerde, bu başarının sebebi ülke liderinin ekonomiyi bizzat yönetmesi değil.?
Bu da, yani gecikmelerden doğan algı bozukluğu, bize ilave maliyetler oluşturuyor. Normal şartlar altında, beklenen enflasyonu yüzde 10 ve yönü azalış trendinde olan bir ekonomide yüzde 13.5 faiz oranının, makul bir seviye olduğunu geçmiş yıllardan ve dünya uygulamalarından biliyoruz. İlave 3 puanın iki ayrı sebebi olabilir. Para politikası ile maliye politikası uyumsuzluğu ve beklenti yönetimindeki başarısızlık dolaysıyla, toplamda, meydana gelen algı bozukluğu.
İşin ilginç tarafı, şu anda yüzde 16.5´in bile yüzde yüz başarılı olacağına dair, piyasa oyuncularının tümünde henüz bir kanaat oluşmadı. Beklenti yönetimi alanındaki başarısızlığın etkileri bu kadar ileri seviyede oluşmuş.
Cumhurbaşkanımız seçimden sonra enflasyonu düşürmek ve cari açığı azaltmak için çok etkili tedbirler alınacağını ifade etti. Mutlaka alınmalıdır. Cumhurbaşkanımız çok haklı.
Tek başına faizlerin artırılması, oluşan bozuk algıyı ve bunun neticesi olarak ekonomik çalkantıları engellemeye yetmeyebilir. TCMB´nin aldığı kararların başarısını, ben, kolaylık olsun diye, genellikle üç faktörle açıklamaya çalışırım. 1- Beklenti yönetimi 2- Faiz kararı ve destekleyici uygulamalar 3- Mali politikalarla uyum...
Burada zamanlamayı ve siyasi iradeyle uyumu beklenti yönetimi başlığı altında ele alıyorum. Yani faiz kararı üçlü sacayağın sadece biri ve diğer iki ayakla ilgili olumsuzluklar alınan kararı boşa düşürebilir.
TCMB´nin bu üç faktörden ikisinde, Beklenti Yönetimi ve mali politikalarla uyum alanlarında, ihtiyacı olan, umduğu desteği tam olarak bulduğu söylenemez. TCMB´nin sadece faiz kararı ve destekleyici uygulamalarla, yani resmi görev yetki ve sorumluluklarıyla başarılı olacağını zaten kimse iddia etmiyor.
Cumhurbaşkanımızın, TCMB kararlarının etkinliğini pekiştirecek olan enflasyonu düşürmek ve cari açığı azaltmak için seçim sonrası dönemi işaret etmesini nasıl yorumlamalıyız? Ya, bu tedbir ve politikalara bizzat kendisi nezaret edecek ve seçim döneminde buna vakti olmadığından erteliyor. Ya da aklında ekonomi yönetiminin başına getirmek istediği kişiyi açıklamayı sakıncalı buluyor ve yıpranmaması için, açıklayıp görev vermiyor.
Dünyada ekonomide başarılı olmuş iktidarlara baktığımızda; iktidarın başındaki kişinin en çok güvendiği uzman ve tecrübeli kişileri ekonomi yönetiminin başına atayıp siyaseten arkalarında durduğu görülüyor.
Mesela, 2008 krizinin ortasında iktidarı devralan Obama´nın, Tim Geither, Lawrence Summer ve Ben Bernanke´si hem Amerikayı krizden çıkardı hem işsizliği azalttı hem de daha dirençli bir finansal sistem kurup sürdürülebilirliği sağladılar.
Hindistan´da Devlet Başkanı Modi ile Merkez Bankası Başkanı Raghuram Rajan birlikteliği övülen başarılar oluşturdu. Hem enflasyonu düşürüp hem de yıllık büyüme hızını yüzde 7´nin üzerine çıkarabildiler.
Petrol fiyatlarının düşmesi, Batılı ülkelerin ambargosu ve çatışma bölgelerinin finansmanı dolayısıyla önce devaülasyon sonra da enflasyona maruz kalan Rusya da, ekonomi yönetiminin başarısı sayesinde, yıllık yüzde 14´e dayanan enflasyonu yüzde 4´lere böyle bir işbirliği sayesinde düştü. Bu başarı Putin´in kendisine sunduğu destek ve güven sayesinde Merkez Bankası Başkanı Bayan Nabiullina´ya ait.
Güneyi neredeyse iflas etmek üzere olan Avrupa Birliği´nin, Avrupa Merkez Bankası´na başkan ve diğer yöneticilerini atadıktan sonra, siyaseten desteklemeleri sonucunda, Mario Draghi´nin elde ettiği mucizevi başarının etkisini her gün yaşıyoruz.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bizde de Cumhurbaşkanımızın başbakan olduğu dönemlerde Ali Babacan yönetimindeki ekonomide, hep birlikte, dillere destan başarılar elde edilmişti. Örnekler çoğaltılabilir.
Vurgulamak istediğim husus şudur: Ekonomisi başarıyla yönetilen ülkelerde, bu başarının sebebi ülke liderinin ekonomiyi bizzat yönetmesi değildir. Cumhurbaşkanımız da bizzat ekonomiyi yönetmemelidir.
Örneklerimizde, lider, ortak vizyona sahip olduğuna inandığı ve güvendiği kişileri ekonominin başına atarken, görev başında durdukları sürece onlara ihtiyaç duydukları siyasi desteği sonuna kadar vermektedir. Perde gerisinde onlara performans hedefleri verebilir, mesela Türkiye için, yüzde 5 enflasyon, yüzde 5 büyüme, yüzde 5 işsizlik, yüzde 3 cari açık veya yüzde 85 ihracatın ithalatı karşılama oranı ve yüzde 2 reel faiz oranı gibi ama ?araçsal bağımsızlık´ tanır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, icraatın her alanına kişisel katkı ve desteğini sunmak gibi bitmeyen bir çalışma azmi ve enerjisi var. Külliyedeki danışmanları vasıtasıyla ekonomi yönetimine de katkı sunmak isteyebileceğini tahmin etmek zor değil. Yine de, ekonomiyi bizzat yönetmek veya gündelik ayrıntılara müdahale etmek gibi bir planının olduğu iddiası doğru olmayabilir. Piyasa aktörleri, O´nun aklında, inandığı ve güvendiği bir ekonomi yönetimi/yöneticisi olduğuna inanmak istiyor.Aksini düşünmek bile istemiyorlar.Çok zor bir konjonktürde olduğumuz da malum; yeni yönetimi açıklayıp görevlendirirse ortaya çıkabilecek sakınca ve faydaların hangisinin baskın çıkacağını bugünlerde kimse tahmin edemiyor.
Yukarıda, açıkladığım TCMB´nin başarılı olmasının üç şartının da yerine getirilmesinin ertelenemeyeceği ve ihmal edilemeyeceği de kesin. Aksi takdirde 24 Haziran´ı görmeden bir ilave yüzde 3 faiz artışı daha görebiliriz.
Önümüzdeki beş iş günü çok önemli. Umulur ki, faizlerin artmasıyla yurt içinde çözülen döviz hesapları ile yurtdışındaki yatırımcıların getirip bozduracakları döviz hesaplarıyla yüzde 17-18 bandında faizli DİBS´ne yatırım yaparlar.
Böylece iç piyasada bozdurulan dövizlerin sağlayacağı arz bolluğunun döviz kurunu düşürmesi, düşük döviz kurunun, ithal enerji ve ara mallar vasıtasıyla, genel fiyat seviyesinde artışı durdurması hatta düşürmesi; böylece, süreç içinde, enflasyonun düşmesi; ardışık olarak ilave yurtdışı yatırımların gelmesiyle hem döviz kurunun istikrara kavuşması hem de faizlerin düşme eğilimine girmesi.
Sonuçta, istikrarlı bir finansal yapıyla, tekrar başarılı bir ekonomiye dönüşerek mutlu sona ulaşılması. Bu kadar analizi ve bilgiyi, harcanan emeklerinin heba olmaması için değerlendiriyorum. İmalat sanayi yüzde 10 civarında artan bir ekonomi çok iyi bir ekonomidir. Bugün ekonomimiz de, özel sektör konut yap-sat´çılığı ve diğer bir iki alt sektör dışında reel olarak iyi durumdadır.
Şahsi izlenimim, piyasalarda şöyle bir paradoks yaşanmaktadır: Firmanın işleri her bakımdan iyi, ancak firma ortaklarının, Türkiye´de işlerin kötüye gittiğine dair algısı var. Tedarikçileri, müşterilerin, bankasının ya da devletin sorun yaşayabileceğine ve bu sorunların kendi işine sirayet edebileceğine dair onlarca mülakat deneyimledim.
Bu tip tedirgin insanların neredeyse baktıkları tek veri döviz kurudur. Katiyen piyasa aktörleri faizlerin yüksekliğini dert etmemektedir. Çünkü finansman giderlerini müşterilerine yansıtabilmektedirler veya ürettikleri ve sattıkları malın fiyatlarına ekleyebilmektedirler. Döviz kuru Türkiye´de sadece bir fiyat değildir. İstikrarın göstergesi veya krizin habercisidir. Bu algının hangi yönde gelişeceği seçim sonuçlarına bile etki edebilir. Bazen hadsizlik edip kendimi yüksek makamların yerine koyuyorum, geçen defa hükümetin yerinde olsam diye cümleler kurmuştum. Bu defada hoş görüleceğim ümidiyle tekrarlayacağım: Ben Cumhurbaşkanının yerinde olsam seçim kampanyası boyunca döviz kurunun artmaması için uygulanacak politikalara ve uygulamalara konsantre olurdum.