Mehdi meselesi bizi neden bu kadar meşgul ediyor? Çünkü insanlar onu mesele ediniyor, konuşuyor, yanılıyor ve yanıltıyorlar. O halde fikrimizin ve zikrimizin durulması gerekir.
Uzun yıllardır mehdiliğe dair yazılmış ne bulursam toplar ne görürsem okurum. Vardığım sonucu sizinle paylaşacağım. Tabii ki bizim de hata etme riskimiz var. Bu sebeple bizim gibi düşünmeyenleri dalaletle suçlamıyoruz. Söyleyeceklerimiz doğruysa Allah’tan, yanlışsa bizim taksirimizdendir. Allah doğruyu ilham buyursun.
Kelime anlamıyla başlayalım: “Mehdi”, hidayet kökünden, hidayete erdirilmiş, ya da kendisi vesilesiyle başkalarının hidayeti bulduğu kişi demek. Sonuçta hidayeti de dalaleti de Allah yaratır ama Allah’ın bunu insanların iradelerine ve yapıp ettiklerine göre yaptığını da biliyoruz. İnsan hidayet veremez ama hidayete de dalalete de vesile olabilir. Bu yüzden Resûlüllah (sa) Efendimiz için Allah bir yerde “sen dilediğine hidayet veremezsin” buyururken, bir yerde de “sen elbette doğru olana hidayet edersin” buyurur. Onu gösterirsin, ona vesile olursun anlamında. Yani Resûlüllah da bu manada mehdidir. O halde mutlak olarak mehdi diye bir şey yoktur gibi bir genelleme doğru olamaz.
Evet, mehdi ile ilgili yüzlerce haber var ve bunların çoğu uydurma. Mesele karışık olduğu için muhtemelen Buhari ve Müslim gibi dikkatli hadis alimleri mehdi haberlerini kitaplarına almamışlar. Kelam ve akide alimleri de mehdiye inanmayı olmazsa olmaz bir akide meselesi saymamışlar. Dileyen inanır dileyen inanmaz demeye getirmişler. Bununla beraber pek çok İslam alimi mehdinin bir kişi olarak çıkacağına ve dünyaya yeniden hakkı, adaleti ve hidayeti getireceğine inanır. Ama İbnü’l Cevzi ve İbn Haldun gibi sivri kafalar bu konuda söylenenlerin bütünüyle zayıf ya da uydurma olduğunu söyler. Taberî’nin de böyle bir edebiyatı zikretmemesi ilginç.
Sonrakilerden Süyutî ise “Neşru’l-arf” isimli risalesinde mehdi ile ilgili 257 hadis zikreder. Bilahare bunları tek tek inceleyenler de bunların ancak sekiz tanesinin sahih olduğunu söyler. O halde bu kadarını olsun doğru anlamamız gerekir. Aksi takdirde hadislere karşı tutarlı bir anlama usulümüz olmaz. İşte bizim burada yapmaya çalıştığımız bu tutarlılığı aramaktır.
Sahih denenler arasında da bazı çelişkilerin bulunması bu haberlerde en azından mecaz, sembolik anlatımlar ve müteşabihlik olduğuna işaret eder. Mesela sahih olarak görülenlerinin bazıları mehdinin Hz. Fatıma’nın evladından, bazıları Hz. Hasan’ın soyundan, bazıları Hz. Abbas’ın soyundan olduğunu söyler. Doğudan çıkacak, Kuzey Afrika’dan çıkacak, Mültezemle Makam-ı İbrahim arasından çıkacak, kalacağı süre iki yıl olacak, kırk yıl olacak diyenleri vardır. Zulüm her tarafı kapladığında gelecek, adil ve alim bir yönetici olacak, müminler için bolluğa ve hesapsız servete sebep olacak diyenleri de… Ama sahih haberlerde ittifak edilen husus, mehdinin bazı uydurma hadislerde anlatıldığı gibi olağanüstü bir şahsiyet ve adeta bir süpermen olmadığıdır. Bütün bunlardan anlaşılan şudur: Mehdi vardır, ama o sanıldığı gibi olağanüstü bir kişilik değil, istikamet üzere yaşayan, müminlerin kurtuluşu için çaba gösteren her bir yol gösterici mehdidir. Geçmişte vardı, gelecekte de olacaktır. Adil ve muktedir bir yönetici olacağının söylenmesi de çok anlamlıdır. Bu aynı zamanda yönetimin böyle olması için çaba göstermeye bir teşviktir.
Resûlüllah (sa) kendinden sonra gelecek raşit halifelerin mehdiler olacağını söyler. Demek en azından dört beş mehdi onun hemen peşinden gelmiştir. O, her asırda dini asli safiyetine döndürecek mücedditlerin, her dönemde dini ayakta tutan/kâim önderlerin, bulunacağını söyler. Bunların hepsi mehdidir. Böylece Resûlüllah bir yönüyle müminlerin ümitsizliğe kapılmamalarını, bir yönüyle de herkesin hidayete ve kurtuluşa vesile olacak böyle mehdiler olmak için çalışmasını teşvik etmiştir. O halde mehdiyi böyle anlamak gerekir.
Bazı Abbasi halifelerinin kendilerine ‘kâim bi-emrillah’ unvanı vermelerinin sebebinin, mehdiliğin ‘kutsanan’ gücünden yararlanmak istemeleri olduğu söylenir. Oysa insanı kutsama dine aykırıdır. Kut ilah demektir, kutsanan insan kendisinde ilahlık özellikleri var sanılan insandır.
Tevrat’ta ve İncil’de gelecek bir kurtarıcıdan/halaskâr söz edilmesine karşılık Kur’ân-ı Kerim’de bunun yer almaması da ilginçtir. Tevrat’ın sözünü ettiği gelecek kurtarıcı Hz. İsa, İncil’in sözünü ettiği kurtarıcı ise Hz. Muhammed’dir. Onunla da bu iş bitmiştir.
Yine de birkaç meselemiz kaldı.