Despotik sistemler, çoğunlukla “hapsetmeyi veya susturmayı temel politika haline getiren” şeklinde tanımlanırlar. Dillerin susturulduğu, fikirlerin kısıtlandığı veya bedenlerin esaret altına alındığı sistemler baskıcı sistemlerdir. Bu doğru. Fakat değişen dünyanın, kavram dünyası da büyük bir değişim geçirmekte. Bugün baskıcı sistemlerin varlığını kimse inkar edemez; ancak teknolojinin gelişmesi ile birlikte dünya adeta küçük bir köy haline dönüştü. Küresel dünyanın birbirinden anında haberdar olması ve bütün insanlığın bu dünyanın bir parçası olması, ortaya hoşgörü abidesi görünümünde yeni bir baskıcı dünya anlayışı çıkardı.
İnsanlar, benliklerini tatmin ve karşıdakini etkilemek veya karşıdakine yaranmak için çeşitli şekillerde eylemlerde bulunurlar. Teknolojik imkanlar vesilesiyle bu eylemlerin yönü ve sayısı artmış durumda. Teknoloji dünyasındaki en somut tablo bugün için, sosyal medyanın bütün insanlık üzerinde etkili olmasıdır. Tamamen gönüllü, kendi iradesi sonucu ve insanın kendi hayatındaki bireysel özgürlüğünü kanıtlar nitelikte görünen sosyal medya, giderek ve belki de insanlığın dikkatini çekmeyecek şekilde hegemonyasını dayatmaktadır.
Özellikle insanlar, bugün medyaya içtenlikle teslimiyet gösteriyor, medyasız düşünemiyor; bunun sonucunda da özgün olmayı başaramıyor. Kendisi kalmayı beceremiyor insanlık. Yönlendirilmek insanların rızayla kabullendiği bir durum artık. Terörist denilen mazluma terörist, kahraman denilen zalime kahraman deniliyor. Medya, katliamları normalleştirebiliyor; katilleri masum ilan edebiliyor. Ahlaksız yaşamları, insanların önüne örnek alınacak türden sunabiliyor. Üstü tozlu kirli yönlendirmelerle insanların zalimleri sempatik olarak görmelerine ve mazlumları dışlamalarına neden olabiliyor. Ölümleri, fuhşiyatı, olumsuz davranışları, aldatmaları hatta anneliği ve aileyi aşağılayıcı haberleri yaygınlaştırarak toplumu ayakta tutan ahlaki ilkelerin diriliğini ve etkililiğini köreltebiliyor. Öyle ki iyiliği savunduğunu dile getiren insanların bile bu süreçte sessiz kalmalarına veya yanlış tarafın savunucusu olmalarına tanıklık edebiliyoruz.
En katı anlayışlar bile bugün, topluma yansıtılan farklı yöntemlerle değişime uğrayabiliyor. Gerek diziler, gerek sosyal medya yoluyla insanların savunduğu fikirler saldırıya uğrayabiliyor. Böylece o fikri savunmanın, toplum nezdinde suç işlemekle eş değer tutulması kolaylaşıyor. Medya yoluyla doğruluğu veya hakikati apaçık belli olmasına rağmen, yanlış olduğu defalarca zihinlere işlenen bir konu haline getiriliyor; böylece o hakikati savunmak artık büyük cesaret isteyen durum halini alıyor. Tam tersi durum için de bu geçerli. Yanlış bir durum ne kadar inançlara veya kültüre aykırı da olsa medya yoluyla normalleştirilerek toplum nezdinde kabul görmesi sağlanmaktadır. Bu duruma karşı çıkanlar veya bunun yanlış olduğunu ifade edenler toplum nezdinde linç kampanyasıyla demoralize ediliyor. Medyanın tatlı hegemonik tutumu, bu şekilde yürürlükte kalarak insanların bir kısmının diğer kısmı tarafından dışlanmasına neden oluyor.
Bugün medya zoraki rızayı benimseten büyük bir aldatmacadır. İnsanları son sürat ötekileştiren, kendi sınıfsal ayrımın doruğundaki ilkelerini insanlara zorla olmasına rağmen demokratikmiş gibi benimseten tiran bir alandır medya.
İnsanlar istediklerini yapabildiklerinde kendilerini özgür sanırlar. Bu büyük bir yanılgıdır. İnsan, kendinden harcayarak özgürlüğünü değil yozlaştığını ilan eder. Kendi ilkelerini, değerlerini, medeniyetini medyada başkalarına çiğnetmek, kendi kimliğini aşındırmaya terk etmekle eş değerdir. Çoğunlukla sosyal medya, insanın kendi ilkelerini savunmasına karışmayan görünümünde olmasına rağmen, bu durumu medyada küçümseyici hale getirerek, insanların ciddiyetten uzak tavır takınmalarına ve insanların gözünde bu ilkelerin, tehlikeli fikir olarak benimsenmesine neden olabilmektedir. Küresel dünyanın küçük bir köy haline dönüştüğü medya, kendi kurallarını ortaya koyarak bu köyün mensuplarının bu kurallara uymaları gerektiğini “oldukça nazik” bir şekilde dile getirmektedir. Kimliğinin veya inancının gerektiği şekilde eylem ortaya konulduğunda, medyanın ileri gelenleri, kibarca uyarabilmektedir. “Topluluk standartlarına aykırı” şeklindeki uyarıları, yumuşak üsluba gizlenmiş ağır despotik ifadelerdir.
Medya, önce bir düşünceyi günlerce işleyerek kabul edilebilirliğine işlerlik kazandırır, önündeki engelleri kaldırarak yolunu açar, insanlar bu süreçten sonra bu fikirleri evlerinin içine kadar sokarak zihin yapılarına benimsetirler ve sonraki adım ise bunun yanlışlığını ifade eden seslerin kısılması despotikliğidir. Başka bir deyişle, medya toplumu dönüştürürken önce çoğunluğa benimsetir, sonra bu duruma karşı çıkan azınlığı çoğunluğun hedefi haline getirir. Bu noktadan sonra çoğunluk, toplumun temel kolonları olan ev, aile ve toplumun dinamiklerine sahip çıkmaya çalışan azınlığı yadırgar, dışlar; onlardan nefret eder ve sonunda onlara saldırır. Bu, bir anlamda psikolojik saldırıdır.
Psikolojik saldırı, insanları yıldırmak içindir. Büyük çöküşler küçük bozulmalar ile başlar. Bir toplumda bozuk düzen hakim olmaya başladığında iyilerin sessizliği belirginlik kazanır. Kötülüğün yayıcıları, günümüzde yıldırma politikası sürdürerek toplumun nefret kadrajını, ifsada karşı çıkanların üzerine çekerler. Amaç bu suskunluğun ortasında toplumu bozmaktır. Önce kişiyi toplumdan soyutlayarak bireyselleştirmek; sonra ailelerin temel kolonlarını yıkmak ve en sonunda toplumsal ifsadın had safhaya çıkmasına sebep olmaktır.
Sosyal medya bir yanıyla din halini almıştır. Bütün yaşam tarzını, düşünce biçimini ve hareket/eylem tarzının alındığı sistemler birer dindir. Sosyal medya, sınırsız özgürlük alanının yaratıldığı ve önü alınmaz bir alan haline gelen inanç dünyasıdır. Bu alanın mensupları, özgür olduklarını zanneden birer robot ruhludurlar aslında. Sosyal medyanın zehirli bal üreticileri, tamamen kendi düşünce sistemlerinin sınırları çerçevesinde düşünmeye izin vermektedirler. Bizler bu alanda mahkum olduğumuz halde kendimizi özgür zanneden köleleriz aslında. Bu alanın kurallarına aykırı düşünmeye başlanıldığında kısıtlamalar ve hatta engellemeler silsilesi ile karşı karşıya kalmaktayız. Çünkü bu onların dinleri. Ve onların dinlerine uymayanlar, dışlanmış dünyanın yobaz insanları olarak damgalanmakta. Onların belirlenmiş katı ve tavizsiz kuralları vardır. Bu kurallara aykırı düşünceler ortaya konulduğu zaman bütün nefret söylemleri bunları ortaya koyanların üzerine yoğunlaşır.
Sosyal medyanın putları kutsaldır. Bu kutsallara itaat edilmediği takdirde “yumuşak bakışlarla” ötekileştirme zorbalığı devreye girebilmekte. İnsanlar bu tatlı görünümlü zorba dünyada aykırı hareket ettiklerinde dışlanma ile karşı karşıya kalırlar.
Ancak söylemekte yine fayda var ki; bu sistemde insanlar köleliklerini kabul etmeyen kibir yüklü bedenlere sahiptir. Gönülleri yıkık, akılları esirdir. Bozuk dünyalarında büyülü gösteri ve sözlerle oyalanmayı tercih eden böylesi zihinlerin, kendi özgünlüklerini kaybettiklerinin farkına varmaları oldukça zordur.
“Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayarak”, toplumda ötekileştirilme endişesine kapılmadan hakikati söylemek ve doğrunun savunucusu olmak, medyanın profan ağırlıklı gönüllü köleler ülkesinde temiz kalmayı sağlayacaktır. Kirli olanın safında olmamak için öncelikle insanın temiz olanı bilmesi, tanıması gerekir. Sağlam ve korunaklı alanların mensubu olmadan yıkılmaya direnmek mümkün değildir. İlkeleri ayakta tutmak, insanın kendisinin ayakta kalmasını ve bütün baskıcı anlayışları etkisiz kılmayı sağlayacaktır.
Kaynak: Farklı Bakış