Medyanın sahip olduğuna inanılan gücü ile toplumun farklı kesimlerini kendilerini tanımladıkları gibi temsil etmesi mümkündür. Seslerini duyurmanın ötesinde onların haklarını koruyup saygınlıklarına zarar vermeyecek şekilde bir yaklaşım içinde olması da beklenebilir. Ancak içinde yaşadığımız çağda medyanın çoğu zaman kendisinden beklenilen adil temsil, olayları “olduğu gibi” aktarma ve toplumu bilgilendirme işlevini yerine getirdiği söylenemez. Tam tersine, medya (işini doğru yapanları tenzih ederim) artık toplumdaki hâkim kesimlerin menfaatlerine hizmet etmeye ve onların dünya görüşlerini toplumda egemen kılmaya çalışan bir aygıt haline dönüşmüştür. Çoğu yerde toplumu yönetenlerin elinde, yönetilenlerin nasıl inanmaları, nasıl davranmaları, nasıl giyinmeleri, hangi partilere oy vermeleri ve hatta genel anlamda neleri tüketmeleri gerektiğine dair basılı ve görsel medya karar vermektedir.
Ünlü iletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ın deyimiyle insanlar sabahları okumaya başladıkları gazeteleriyle sanki bir sıcak su küvetine girmektedir. Rahatlatıcı etkisiyle bireyler kendilerine benzeyen insanların kendileri gibi düşüncelere sahip olup her sabah onları tekrar ederek meşakkatsiz bir şekilde konforlu hayatlarına devam etmektedirler. Hele akşamları hemen hemen tek eğlence ve bilgi kaynağı olarak televizyonlarının başına geçerek fikir tartışmasından ziyade, bilek güreşine dönüşen tartışma programlarını seyrederek kendi inançlarının kuvvetlenmesini sağlamaktadır. Bu programlara katılan kimi akademisyen ve gazetecilerin sanki parti komiseri gibi davranmaları ise aklıselim sahibi insanlar için büyük bir üzüntü kaynağı olmaktadır. Bu programların ilk başta farklı düşüncelerin birbirleriyle tartışabilecekleri bir ortam sunmaları sebebiyle ülkeye demokrasi getireceği filan iddia edilmişti. Hâlbuki bu programlar çok seslilik ve karşılıklı müzakere yerine bir kavga ve gürültü (cacophony) ortamına dönüşerek tabir caizse bir horoz dövüşü müsabakasına benzemiştir. Seyirciler ise tuttukları horoz, futbol veya basketbol takımı gibi programa davet edilen konuşan kafayı tutarak ve hatta tezahüratlar yaparak kendi inanç ve ideolojilerine destek bulmaya çalışmaktadır.
Siyasi tartışmaların yapıldığı bu tür programlarda siyasetin geniş yelpazesinden farklı görüşler o siyasi partilerde görev almış ve o politikaların belirlenmesinde emeği olanlar değil de belki de ömründe hiçbir siyasi partinin kapısından girmemiş başkaları tarafından savunulmaya çalışılması yorumlanması zor bir manzara oluşturmaktadır. Bir programda iktidarın uyguladığı mesela ekonomi politikaları bizzat siyasetçiler tarafından anlatılabilir ama diğer konuklar ancak uzmanı oldukları diyelim merkez bankası işleyişi veya tarımsal sübvansiyon gibi konularda halka açıklayıcı bilgiler verebilirler. Böyle davranmayıp bir siyasi parti veya görüşü cansiperane savunmaya çalışmaları kendilerinin saygınlıklarını yitirmelerine sebep olmaktadır. Bu hakikatin farkında olarak sadece bugünü değil, yarını da düşünerek hareket edememeleri onların şahsında mesleklerine indirilen birer darbeye dönüşmektedir.
Gazete, televizyon, radyo ve dergi gibi geleneksel medyaya ilaveten adına yeni medya denilen daha çok dijital mecralarda erişilebilen medya araçları ise tüm dünyada birbirine benzeyen bireyler oluşturmaya çalışmaktadır. Topluma hâkim kesimlerin fikir ve dünya görüşleri toplumdaki her bir bireye benimsetilince en azından kontrol edilmeleri kolaylaşmış olacaktır. Genel bir gözlemle bile bireylerin edinmiş oldukları bilgilerin çoğunun okullardaki eğitim değil bizzat medyadan kaynaklandığı görülecektir. Her bireyin zihnindeki fikirler ve imajların pek çoğu önceden hazır bir şekilde kendilerine medya tarafından sunulmaktadır. Medya, bireylerin tutumlarını, hadiseleri yorumlayarak bir sonuca ulaşmalarını etkilemektedir. Dolayısıyla, hakikati bizzat kendimiz değil medya bizim için inşa etmektedir. Mesela, daha önce hiç gitmediğimiz bir şehir hakkındaki kanaatlerimizi medya aracılığıyla ediniriz. Hâlbuki o şehre gittiğimiz zaman medyanın bize daha önce benimsettiği kanaatler aslına uygun olmasa da şehri gördüğümüz ve tecrübe ettiğimiz halde çok da değişmeyecektir. Benzer şekilde, ilk zamanlar yabancı diziler ve sinema yapımlarında duyduğumuz kahkaha efekti tüm dünyada oldukça yaygın bir hale gelmiş ve filmi izlerken nerelerde gülmemiz gerektiği empoze edilmektedir.
Hakikat medya eliyle sadece belirli olguların nasıl temsil edileceği ile ilgili olmayıp aynı zamanda hangi imaj ve bilgilerin kullanılıp kullanılmayacağına da karar verilerek inşa edilmektedir. Mesela bir trafik kazası haberi için otomobilin sürücü hatası ile döner kavşağa haddinden fazla hızla girmesi sonucu oluşan kaza ile ilgili medya haberinin basit ve tarafsız olması beklenir. Ama hâkim sınıfın elindeki medya kavşağın belirli bir siyasi görüşe sahip yöneticiler tarafından, -herhangi bir ilmi kanıt sunmadan- hatalı inşa edildiğinden, ilgili belediyenin trafik düzenlemelerini yapmakta kusurlu olduğundan veya ülkenin içinde bulunduğu menfi ekonomik şartlardan, insanların iş kaybetme korkusundan dolayı acele ettiklerinden filan bahsedilerek bir hakikat inşa edilebilir. Bazen de yönetici sınıfın işine gelmeyen kimi hakikatler halka hiç duyurulmayabilir. Bir siyasi figür ile mesela bir saat boyunca yapılan bir mülakattan sadece işe gelen kısımları belki on-on beş dakika olarak yayınlanabilir. Bazı sözler cımbızla çekilerek ve hatta ses ve görüntü efektleri ile bağlamından kopartılarak bambaşka anlamlara gelebilecek şekilde sunulabilir. Bazen “ham hakikat”e ilaveler ve yorumlar katarak bazen de işimize gelmeyen hakikatleri kesip çıkararak yeni bir hakikat inşa edilebilir.
Bu noktada bir gazeteciden dinlediğim önemli bir anekdotu anlatmak isterim. Kendisiyle 15 Temmuz sonrası gelişmeleri konuşmak üzere bir araya gelmiştik. İktidara yakın bir gazetede editör olarak çalışıyordu. Bu gazete hâlâ iktidarın en önemli destekçilerinden olarak yayın hayatına devam ediyor. Darbe girişiminin çok öncesinde üst düzey bir emniyet yetkilisi ile ilgili kendilerine istihbarat geldiğini söylemişti. O sıralarda daha önemli bir göreve gelmesi muhtemel olan bu kişi hakkında gelen bilgi, onun atamasına engel olacak türden bir bilgiymiş. Gazeteye bu bilginin geldiğini öğrenen o emniyet yetkilisi, gazeteye ulaşarak o bilginin doğru olmadığını, eğer yayınlarlarsa kul hakkına gireceklerini söyleyerek uyarmış. Gazete bu uyarıyı dikkate almamış ve haberi girmiş. Tabi bu haber neticesinde atama bekleyen o emniyet mensubunun işi olmamış. Aradan birkaç ay geçmiş ve o rütbeli kişi, o zaman hâlâ Cemaat olarak bilinen yapının medya ayağından önemli bir isimle karşılaşmış. O kişi, emniyet yetkilisine, “Bilgiyi biz gönderdik, haber doğru değildi ama ne yapalım o makam bize lazımdı” deyivermiş. Bunun nasıl bir cinayet olduğunu düşünebiliyor muyuz? Nasıl bir felaket olduğunu görebiliyor muyuz? Medya denilen gücün nasıl bir katil haline dönüşebileceğini idrak edebiliyor muyuz? Çıkar hesaplarında nasıl araç haline getirildiğini fark edebiliyor muyuz? Bu anekdotun medyanın insanın itibarsızlaştırılması ile ilgili nasıl bir işlev göreceğine dair çok önemli bir örnek olduğunu düşünerek burada paylaşmak istedim.
Hakikat kişiye göre değişmez. Medya kendince bir hakikat dayatmasına giriştiği anda hakikati başkalaştırmaktadır. Oysa olması gereken bir hakikatin farklı bakış açılarıyla izleyiciye sunulmasıdır. Medya ve toplum ilişkisi her verilenin birey tarafından olduğu gibi alan bir ilişkiye dönüşürse, buradan ne toplum ne de ülke için bir fayda çıkmaz. Sorgulamayan, irdelemeyen, hakikati arama mücadelesi vermeyen, kime yaradığına veya kimin karşısında olduğuna bakmadan kamu görevi yaptığını bilerek hareket eden medya mensuplarının topluma yaptığı katkı çok değerlidir. Hakikate müdahale ancak günü kurtarır. Hakikat hiçbir zaman kaybolmaz. Gün gelir, ortaya çıkar ve her şeyi yeniden şekillendirir.