“Medya Emperyalizmi” kavramını Edward Said’den ödünç alıyorum. Emperyalizm ile at başı ve hatta öncü olan medyanın işlevi ya da işlevsizliği kritik dönemlerde önem kazanıyor. Medya ve onun çalışanları, muhabirleri, gönüllüleri emperyalizme, zulme, soykırıma öncülük ediyorlar. Bir bakıma görev ve işlevleri budur.
Yazılı matbu medya, görsel medya dönemlere göre etkinliklerini gösteriyorlar. Mazlum toplumlar için kritik zamanlarda medyanın boğucu, yanıltıcı, yalan ve kurgulayıcı tutumu yüzünden gerçekler hiçbir zaman yeterince anlaşılamıyor. Ne kadar nesnel görünülürse görünülsün görsellerdeki birkaç saniyelik gösterimler, olan gerçekleri ters yüz ediyor. Çünkü zaten ve sadece o birkaç saniyelik görünüm aradan cımbızla çekilip alınan bir kareden oluşuyor. Kadraja alınmak istenen ile gösterime sunuluyor. Gücü hemen her yönüyle elinde bulunduran güç, etkin olan yaygınlığıyla çok şeyi anlamsız ve sıradan hâle getirebiliyor.
1949 yılından beri emperyalizmin büyük gücüyle Filistinliler topraklarından kimi sürgün edilirken, kimi soykırıma ve işgale tâbi tutulurken, onların medyası ise tam tersi bir durum ile kendini ya sağırlığa ve körlüğe veriyor ya da çarpıtıyor. Filistinliler üzerine füzelerle, uçaklarla bombalar yağdırılırken, yüzlerce insan ölüyor, kimyasallardan binlerce insan etkileniyor. Bunlar asla birincil haber konusu olmuyor. Ama aynı medya bir Filistinli çocuğun attığı bir taşın birine isabetiyle yüzünün kanaması büyük bir dram ve zulüm olarak sunuluyor. Bununla ırkçı Siyonizm ve ona bağlı emperyalizmin medyasıyla gerçekler tam anlamıyla ters yüz ediliyor.
Elektronik medya veya dijital medya da keza onlara bağlı. Her ne kadar biraz daha bağımsız gibi görünüyorsa da sonuçta güç kendilerinde bulunduğundan haber akışı içeriği gerekçesiyle engellenebiliyor. Sunulmuş olsa bile sunulanların oraya ait olmadığı bir başka zamana ve yere ait olduğu gibi bir çarpıtma da olabiliyor.
Amerika’da yazılı medya özellikle Filistin halkıyla ilgili haberleri özellikle sansürlüyor. Gazetelerinin öncülleri ve savaşçıları Amerika, Yahudi merkezli bir yönlendirmede bulunuyor. Karşı olanlar o hengâmede âdeta boğuluyorlar. Arada çıkan cılız seslerin ise bir etkisi olmuyor.
Benzer durum aynı ruhu taşıyan Avrupa merkezcilerde de söz konusu. Yıllar önce Almanya’ya gittiğimde, Milli Görüş’teki arkadaşlar Milli Gazete’nin Avrupa baskısına yazılarımın bir kısmını alamadıklarını, aldıklarını da kimi yerlerinin sansürlediklerini belirtmişlerdi. Gerekçe ise Siyonizm’e ilişkin değerlendirmelerdi. Çünkü anında müdahale edilebiliyor.
Özgür ve demokrat Avrupa, onun izleğindeki Amerika-Yahudi ruh sadece kendileri için özel haklara sahiptirler. Demokrasi de, insan hakları da onlar içindir. Üstün ırk olgusu onların değişmezidir.
Edward Said’in Hıristiyan olmasının onlar için bir önemi yoktur. Sonuçta o bir Arap’tır. Benzer durum, Hıristiyan da olsalar Güney Amerikalılar, Afrikalılar onlardan değildir. Onlar bir alt kültüre mensupturlar. Renkleri ve ırkları farklıdır.
Medya öncülleri öyle bir hava oluşturuyorlar ki, bu gibi durumlarda dünyayı farklı ve kendilerine göre konumlandırıyorlar.
Filistin dramı, açmazı, insanlık dışılıkları asla umurlarında değildir. Genelde onlara güvenme, onlara çağırıda bulunma sadece bir safdillik olur. Onların demokrat yüzlerinden medet umma da.
Yerli gibi görünenlerin sessizlikleri ve suskunluklarının elbette birçok nedeni var. Haksızlıklara karşı direnenlerin bulunduğu yer onlar için bir engel gibi görünüyor. Emperyalizme ve sömürgecilere karşı çıkma kendilerinin güç zayıflamasına neden olabileceği düşüncesindedirler. Batı’da yerlerinin olamayacağı endişesindedirler. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” umarsızlığı içindedirler. Tek dertleri iktidar paylaşımı ve pay alamama sorunudur.