Tarih: 13.02.2022 13:46

Medreseyi de ilahiyatları da eleştirebilmeliyiz

Facebook Twitter Linked-in

Demiştik ki İslamî ilimlerin fırkalar/ “cemaatler” tarafından yapılıyor olması ilmi ideolojik hale getirebilir. İdeolojik olmakla, herkesin sabite haline getirdiği kendi doğrularını başlangıç noktası ve çerçevesi kılarak o ölçüye göre ilim yapılmasını kastediyoruz. Resûlüllah’ın (sa) “Kur’an hakkında kendi görüşüne göre konuşan isabet etse de hatalıdır” hadisi şerifini Gazzalî, kişinin Kur’ân’ı kendi arzularına, mezhep ve meşrep görüşüne göre açıklaması olarak anlatır. Akademik çalışmaların en önemli özelliği bu ideolojik eşiği aşabilmektir. Fıkhın son zamanlarda ‘mukâren’ yani mezhepler arası karşılaştırmalı fıkıh tarzında okunması ve okutulması bu açıdan önemli bir merhaledir.

İslam’ın müminler arasında vahdeti istemesinin gereği de bu tarafsız ilmî bakışı elde edebilmektir. Bunu önemsemezseniz istenen vahdeti nasıl sağlayacaksınız?

Bugün medrese geleneği bizden daha güçlü olan Afganistan ve Pakistan gibi ülkeleri, başarılarını da överken eleştirmemizin temelinde bu yatar. Tek başına bir Karadawî dünya Müslümanlarını birleştirmede çok daha etkili olmaktadır.

Şimdi ilahiyatlarla ilgili eleştirilerimize geçebiliriz.

Herkesin benim gibi düşünmediğini biliyorum. Ama bana sorarsanız tekraren söyleyeyim: Bu kurumlar lisans düzeyinde sağlam Müslüman yetiştirmeyi hedeflemelidir. Akademik ve felsefi düşünce yüksek lisanstan itibaren başlamalıdır. Oysa bazı hocalarımız lisans düzeyinde bile felsefi tartışmaların olmasını gerekli görür. Burada da verilen, ağırlıklı olarak Yunan Felsefesi ve bütünüyle felsefe tarihidir. İslam’ı, üstelik laik bir ülkede anlayıp içselleştiremeyen bir ilahiyat öğrencisinin felsefe tarihi ezberlemekten alacağı nedir? Bunu söylediğimizde bazı hocalar bizi felsefe düşmanlığı yapmakla suçluyorlar. Felsefe hakikati arama diye tanımlanır. Oysa bizim hakikatimiz bellidir. Önce onu öğrenmeli, sonra başkalarının ne düşündüğüne bakmalıyız. O da elbette gereklidir.

Aklımızı kullanma, nazar ve tefekkür, buna isterseniz analitik düşünce deyin, ayrı şeydir, felsefe tarihi ezberlemek ayrı şeydir. Bizim bu hallere düşmemiz birincisini kaybetmemizden ötürüdür. Kurân-ı Kerim’in bizden istediği bunu gerçekleştirmemizdir. Biz kendimiz olarak düşünmeyi öğrenemez miyiz? Eminim ki bunu yapamadığımız için düşünmeyi felsefeden ibaret sanıyoruz.

İlahiyat hocalarının kahir ekseriyeti gerçekten dindar ve güzel ahlak sahibi insanlardır. Toplumda ilahiyat imajını bozan ekstrem tipler yüzde biri geçmez. Buna karşılık bu salt akademik tavır sebebiyle ilahiyat hocalarının çok azını mesela ilahiyat mescidlerinde vakit namazlarında öğrenciyle birlikte görebiliriz. Bir bilim adamı imamlık yapar mı, ne ayıp şey! Oysa duymakla alınacak şeylerden çok, görmekle alınacaklar da vardır. Âlim, alemdir, işaret ve örnektir. İmam Malik’e nispet edilen “Fıkıh yapıp tasavvufu/ takvayı yaşamayan fasıklaşır, tasavvufa dalıp fıkıh öğrenmeyen ise zındıklaşır” sözü anlamlıdır.

Biraz da rejimin ve akademik sistemin fark edilmeyen baskıları hocaları fazla etliye sütlüye karışamaz bir tavra itmektedir. Bu açıdan ilahiyatlardaki görünmez baskı diğer fakültelerdekinin iki katıdır. Bu görünmeyen baskı sebebiyle ilahiyatlarda laikliğin içselleştirilmesine doğru giderek artan bir eğilim vardır. Mesela şeriatın kritik meselelerini, demokrasi şeriat karşılaştırmalarını konu edinen tezler yok denecek kadar azdır. Ne yazık ki tarihte de fukahamız yönetimi ve yönetim şeklini eleştiremiyordu.

Kendisi de bir ilahiyatçı olan Ali Rıza Demircan Hoca’nın şu satırları bana önce biraz haksız suçlama gibi geldi, kanıma dokundu ama buna rağmen üzerinde düşünmeye değer diye alıyorum:

“Mesela ilahiyatlarda İslam açısından jakoben laik yasaları ve uygulamaları inceleyen bir tek doktora yapılmamıştır. Özetlersek ilahiyat fakültelerinde Yaratanımızın adalet ve merhamet düzeni olan İslam, yaşanması gereken bir hayat düzeni olarak okutulmaz. İslam bir tarihtir, kültürdür. Laikliğe de itiraz olun(a)maz. İmam hatip okulları ve ilahiyatlar, bütünlüğü içinde talep olunması anayasanın 24. maddesiyle suç haline getirilen İslam’a talip olamadıkları ve bu amaçla özgürlükçü olarak yetiştirilemediklerinden sanılanın aksine kuruluş amaçları doğrultusunda laikliği meşrulaştırmışlardır, İslam’dan çok laikliğe hizmet etmişlerdir.” (Mirat Haber).

Bu genelleme de elbette bütünüyle haklı sayılamaz ama kale alınmalıdır. Başka eleştirecek noktaları sonraki bir yazımıza bırakalım.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —