İnsanların bir idareciye ve birtakım belli başlı kuralla bağlı olarak, bir arada yaşamaları sosyolojik bir gerçekliktir. Bu durum; tarih boyunca çeşitli durumlara evrilerek kendini hep var kılmıştır.
İlk Müslüman toplumun oluşumundan önce, insanlı tarihi içerisinde birçok devlet kuruldu; az da olsa, yönetim formu olarak birçok devlet şekli söz konusu olmuştu.
Hz. Peygamber(s) ve dolayısıyla Araplar açısından, yönetim işi, bir devlet formu içerisinde olmayıp, bilakis, ‘nitelikli,vasıflı’ insan açısından, aynı bölgede, şehirde vs. yaşayan kabilelerin, aşiretlerin üstlendikleri görevlerin yerine getirildiği,türüne özgü yönetim şekli söz konusu idi .
Bunun yanında, daha sonra Müslümanların görüp gözlemleyeceği ve bir açıdan da etkilenecekleri, işleyiş açısından yapılarını bizzat kendilerine adapte edecekleri Bizans ve Sasani devlet şekli, Müslümanlar için, uzunca asırlar “İslam devleti” formu içerisinde sürüp girmişti.
Müslümanları, bu bilinen, reel olarak sürdürülen ve aynı zamanda galat, yani ‘yanlış’ örnek olarak bize kadar gelen Bizans ve Sasani örneğine ihtiyaç hissettirmeyecek olduğunu düşündüğümüz ve bizzat Hz. Peygamber(s) tarafından Medine’de; Müslümanlarla birlikte orada yaşayan müşrik Araplar ve Yahudilerle hep birlikte, bir arada yaşamalarını murat eden Medine Sözleşmesi(Vesika vb.) Emevilerle birlikte, İbni İshak gibi bir iki ilk dönem siyercinin, Hz. Muhammed(s) döneminden kaldığı kaydıyla kendi eserlerinden bulunan, yazılı olan bu sözleşme, modern dönemde çağdaş âlim Muhammed Hamidullah tarafından, özellikle de modern paradigmanın birer ürünü olan ulus devlet anlayışına karşı, Sünnet baz alınarak, metnin yazılı, kayıtlı bulunduğu kaynaklardan hareketle bir öneri olarak ileri sürülmüştü.
Yaklaşık otuz yıllık bir geçmişi bulunan bu öneriye bakıldığında, var olan ulus devlet anlayışının bir çırpıda yok olmayacağı; vesikanın ise, kendi döneminde bir ağırlığı ve anlamı bulunmasına rağmen, günümüzde sadece, ‘yaşanmış, bitmiş, ömrünü tamamlamış’ ve bununla birlikte hoş ve zihinsel arkaplanı zenginleştiren bir metin olma özelliğinin var kalacağı söylenebilirdi.
Bununla birlikte, ulus devlet formunu da aşıp emperyalizm/ler adına küresel ve total; farklılıkları ultra kapitalizm adına nötrleştiren ‘canavarlaşan devlet’in, (Leviathan)yapabileceği kötülüklere karşılık olarak, bu vesikanın Müslümanlar arasında tartışılması, olası umutları da mutlaka diri tutacaktı.
Medine sözleşmesinde vurgulanması gereken en önemli konu; konumu açısından Hz. Peygamber’in(s) bir hakem mi, (arabulucu) yoksa hakim mi(idareci/yönetici) mi esprisi idi.