Medeniyet edeple kurulur, edeple sürdürülür

Faruk Beşer, yazdı;

Medeniyet edeple kurulur, edeple sürdürülür

Müslümanın hayatını düzenleyen farz, vacip, sünnet, müstehap, edep gibi hükümler sıralamasında edebe kadar olanlar doğrudan naslardan alınır. Edeb/âdab ise o nasların ruhundan çıkarılan yaşama biçimidir. Edep naslara inanmanın ve onlara göre yaşamanın fertlerde oluşturduğu hayat tarzıdır, dünya görüşüdür, kültürdür, medeniyettir.

Naslara muhalefet edilemez, Müslümanların onlardan anladıkları ve onlara muhalif olmayan yaşama biçimine, örf ve adetlerine, uymamak, en azından kerihtir/mekruhtur. Çünkü “müminlerin güzel gördükleri Allah katında da güzeldir, çirkin gördükleri Allah katında da çirkindir”. Böyle sayılması aynı zamanda Allah’ın mümin kullarına verdiği bir değerin ifadesidir. Kısaca bir İslam toplumunda sahih örf ve adetlere aykırılık edebe aykırılıktır. Ne var ki, şu anda böyle saf bir İslam örf ve adetinden söz edemiyoruz.

Basit bir örnek verelim: Namaz kılarken başın örtülmesi gerektiğini söyleyen bir nas yoktur. Ama doğu bloku Müslümanları Rasûlullah’tan beri edindikleri örfle bunu kerih görmüşlerdir. Bir zamanlar batı bloku ise aksine başın kapatılmasını kerih görüyordu. Bunun için Endülüslü büyük usulcu Şatıbî “Eğer bir yerde açık baş namaz kılmak kerih görülüyorsa orada öyle kılmak mekruhtur, doğu ülkelerinde olduğu gibi. Bir yerde de başı kapatarak namaz kılmak kerih görülüyorsa, orada da kapatmak mekruhtur, bizde (Endülüs’te) olduğu gibi” demişti. Şu anda bizim ülkemizde namaz kılanlar bu konuda doğu ile batının örfünü birlikte kullanıyor. Ama bazı yerlerde baş açık namaz kılmak yine de hoş karşılanmaz.

Bu tür edepler zamana ve mekâna bağlı olarak değişebilir. Bizim çocukluğumuzda büyüklerin yanında bile açık baş durmak kerih görülürdü. Bugün Doğu ve Güneydoğu’da halen büyük oranda bu böyledir. O halde böyle yerlerde bu örfe aykırı davranmamak bir edeptir.

Edebin en güzeli, kulun tek başına olsa bile Allah’a karşı edepli olmasıdır. Eğer O’nun her an kendisini gördüğünü, gözettiğini, bütün fiillerini yazdırdığını biliyor ve buna inanıyorsa kul nasıl bir tavır alır? İşte bunu düşünerek hal ve harekâtına dikkat etmesi Allah’a karşı edepli olması demektir.

Allah’ın şiarlarına karşı da saygılı olmamızı bizden bizzat O istiyor. “Allah’ın şe’airine yani O’nun mukaddes kıldığı değerlere, sembollere saygılı olmak kalbin takvalı olduğunun alametidir” (Hac 32) buyuruyor. Kur’an-ı Kerim Allah’ın en büyük şiarıdır. Ona saygının/tazimin gerekli olduğunda kimsenin şüphesi yoktur ancak saygının şekli bazen örfi/kültürel yani değişmeye müsait olabilir. Ama mesela, Mushaf’ı abdestli olarak ele almak Kur’an-ı Kerim’e karşı istenen saygının ve edebin bir gereğidir ve İslam ümmeti bunda her zaman ittifak etmiştir, çünkü bunun nastan da dayanakları vardır. Küçüklüğümüzde babam bize Mushaf’ın bel hizasından aşağı bir yere konulmasının ona saygısızlık olduğunu, rafa koyarken de Fatiha’nın üste gelecek şekil konması gerektiğini öğretmişti. Ben hala miklabının üstte, Fatiha’nın altta olacak şekilde rafa konmuş bir Mushaf görsem, yüz üstü yatırılmış hissine kapılır ve hemen değiştiririm. Kâbe’de çokça şahit olduğumuz üzere bazı Arap kardeşlerimiz ise Mushaf’ın yere konmasını saygısızlık görmüyorlar. Kur’an-ı Kerim’i sürekli okuyorlar, namaza kalktıklarında da ayaklarının yanına hatta arasına koyup namaza duruyorlar. Bendeniz bu kadarının zamana, mekâna, örfe bağlı sayılamayacak bir saygı kusuru olduğunu düşünüyorum. Buna karşılık onlar hiç olmazsa Kur’ân’ı sürekli okuyorlar ve fert düzeyinde de olsa emirleriyle amel etmeye çalışıyorlar. Biz ise Mushaf’ı yüksek bir yere koyuyoruz ama içiyle hiç ilgilenmiyoruz. Onu kendi ifadesiyle “hepten terk ediyoruz”. Bu elbette onlarınkinden daha büyük bir saygısızlıktır.

İbadetin kendisi başlı başına bir saygıdır ama ibadetin hatta duanın kendi içinde de adâbı vardır. Hiç olmazsa namaz kılarken kul Allah’ın huzurunda olduğunu hep hatırlamalıdır. O’nun bizi sürekli gözettiği bilincine sahipse insan namazda orasını burasını kaşıyamaz, ağzını açıp durmaz, gözünü görev yerinden ayıramaz. Bunları sıradan bir insanın karşısında bile yapamayız, namazda yaparsak Allah’ın bizi her an görüyor olduğu inancımızda bir problem vardır ya da biz bu edebi unutuyoruz demektir. Oysa “Namaz zikirdir” hatırlamadır, o bunun için kılınır.

Duanın yani Allah’tan istemenin de adâbı vardır. Duada Allah’tan incik boncuk istenmez, esneye esneye dua edilmez, bağırılıp çağrılmaz, tumturaklı, kafiyeli, secili ifadelerle dua edilmez, kalpten ve gönlünden geldiği gibi istenir.