rofesör Dato´Sri Dr. Zaleha Kamarudin uluslararası alanda takdir gören bir akademisyen. Malezya Uluslararası Malezya İslam Üniversitesi´nin ilk kadın rektörü. Kendisi Müslüman dünyasındaki bir İslam Üniversitesi´nin ilk kadın yöneticisi ünvanına sahip ve bu görevi yedi yıl boyunca sürdürmüş. Kamarudin, kısa bir süre önce ise Terangganu Şeriat Temyiz Mahkemesi Yargıcı olarak olarak atanmış. Yirmiye yakın kitaba imza atan akademisyen ve hukukçu araştırmalarına devam ediyor. Biz de kendisiyle şeriat hukukunu, aile iç şiddeti ve modern zamanlarda aile kavramını konuştuk. Kamarudin medeni hukukun temelinin İslam olduğunun altını özellikler çiziyor.
Siz aile hukuku konusunda uzmansınız. Bize öncelikle Malezya´daki aile hukuk sistemini anlatabilir misiniz?
Malezya´da iki sistem var. Biri medeni ve diğeri de şeriat hukuk sistemi. Şeriat, yalnızca aile hukukuna uygulanabiliyor. Her iki kanunda eş zamanlı olarak birbiriyle paralel tutarlı bir şekilde işliyor.
Peki şeriat hukukunun uygulanması ile ilgili sorunlar çıkıyor mu?
İslamın altın çağı döneminde Hristiyan din adamları tahsillerini Bağdat´ta yapıyorlarmış. Dolayısıyla tüm İslam kanunu Latinceye çevirmişler ve İslam hukukunu ülkelerine götürmüşler. Onların çevirileri ışığında Batılı ülkelerdeki medeni kanunun temeli oluşmuş.
Yani aslında medeni kanunun özünde İslam öğretileri var.
Peki aile hukuku alanında şeriat uygulanıyor dediniz. Siz de hakim olarak görev yapıyorsunuz. Karşınıza nasıl davalar çıkıyor ?
Kuran´daki kurallar İslam hukukunda yerini bulmuştur. Yani Kuran, kadına adalete erişim hakkı tanımıştır. Aslında tekrar kanunun felsefesine bakmak lazım. Kanun mağduru korur. Eğer mağdur kadın ise kadını, erkek ise erkeği korumalısınız. Adil olmak bunu gerektirir.
Aile içi şiddet Türkiye´de ciddi bir sorun. Sizin ülkenizde nasıl bir tablo var ?
Aile içi şiddet evrensel bir sorun. Bu nedenle aile içi şiddetin önlenmesi konusunda küresel perspektifle bazı şeylerin tespitini yapmaya çalışıyorum ve çözüm önerileri ortaya koyuyorum.
Nasıl çözümler öneriyorsunuz
Özel alandan kamusal alana transfer diye bir çözüm yönteminden bahsedebilirim. Eş karısını dövdüğünde her zaman kapalı kapılar ardında kalır. Dolayısıyla kadın olayın rapor edilmesini sağlamalı ve şiddeti kamuya açık bir bilgi haline getirmesi gerekir. Ancak genelde kadınlar korkuyor ve şiddetin raporlanmasını sağlamıyor.
Bu aşamada ne yapılmalı?
Sonraki aşamalar nasıl olmalı?
Müdahale programının geliştirilmesini öneriyorum. Yani kadın şikayetini bildirdikten sonra hükümet bu durumu kötüye kullanan kişiyi tespit etmeli. Çünkü pek çok vakada istismarcı erkekler kendi babalarının da istismarcı olduğu ailelerden geliyor. Araştırmalar bunu tespit ediyor. Her gün şiddet gördüğü bir ortamda çocuk, şunu düşünüyor. Benim de eşimi kontrol etmemin tek yöntemi ona şiddet uygulamak. Hükümetin bu adamları tespit edip, onlara iyi bir model vermesi gerekir.
Ancak erkeğin uyguladığı şiddeti önlemek kolay değil.
Yalnızca kadına odaklanmadan bu erkeklere de yardım etmeliyiz. Aslında onlar da işin başında mağdur olarak büyüyen çocuklardı. Bu erkekleri de aile içi şiddetin mağduru olarak tepit etmek gerekir. Durumlarını kontrol altına almanın başka yolları olduğunu öğrenmeliler. Mesela onları şiddete başvurmayan erkeklerle bir araya getiren programlar yapılabilir. Özel öfke kontrolü eğitimlerine katılabilirler. Kadem gibi kurumlar ulus çapında kampanyalar başlatıp bunu basında duyururlar ise etkili olur.
Yani kadın kadar erkeğin de mağdur olduğunu mu söylüyorsunuz?
Peki bu bahsettiğiniz yöntemler uygulanmış ve işe yaramış mı?
Evet. Bu çözüm yöntemleri pek çok ülkede uygulanmış. Sonucunda aile içi şiddeti vakalarının azaldığı kanıtlanmıştır.
Türkiye´ye bu yöntemleri öneriyorsunuz?
İstanbul´da katıldığım Kadem´in düzenlediği konferansta bu bahsettiğim çözüm yöntemlerini anlattım. Örneğin Türkiye hem İslam Konferansı Teşkilatı dönem başkanlığını yapıyor hem de istişare kurulunun başında yer alıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Kadın Danışma Konseyi Başkanı Esra Albayrak, Türkiye tarafından benimsenecek politikaları tespit edebilir. İslam Konfrenası Teşkilatı´nın network imkanlarını kullanabilir. Bu anlamda Türkiye önemli bir yerde duruyor.
Biraz konunun dışında gözükse de İslamofobi´den söz etmek istiyorum. Bunun aileler üzerindeki etkisini geçmeden bir hukukçu olarak bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi normal ötesi( post- normal time) zamanlardan geçiyoruz.
Bunun anlamı ne?
Her şeyin belirsiz olduğu bir dönemden geçiyoruz. Şu an çevremizde ne olup bittiğinin farkında değiliz ve gelecekte ne olacağını bilmiyoruz.
Diyelim ki kurbağayı bir tavaya koydunuz. Eğer ısıyı birden artırsanız içindeki suyun sıcaklığı artınca kurbağa hemen dışarı atlar. Ancak yavaş yavaş ısı artırsanız kurbağa bunun normal olduğunu sanar ve ve su ısınmasına rağmen atlamaz. Günün sonunda su çok ısınmış olduğunda kurbağa farkına varmadan ölür.
Yani insanlık kötü bir sona doğru gidiyor ve farkında değil.
Toplumun pek çok şeye nasıl tepki verdiğini göremeyebilirsiniz. İslamofobi de buna dahil. Aslında insanlar islamafobik ortamda ama gerçekte ne olduğunu bilmiyor ve anlamıyorlar. Karanlıktan niye korkarız çünkü içinde ne olduğunu bilmeyiz. Şimdi hepimiz karanlık denen yerdeyiz. İlerde ne olacak yarın ne olacak.
Peki bunun için bir öngörüde bulunmak mümkün değil mi?
Bu alanda akademik çalışmalar var ve uzmanlar gelecekte ne olacağının öngörüsünde bulunmak zorundalar. Ancak şu an bile herhangi bir öngürüde bulanacak durumda değiliz. Her ne kadar özel alanda eğitim görmüş, konusunun uzmanı kişiler olsanız bile çözüme çok uzak bir noktadayız. Bu hangi volkanik dağın ne zaman patlayacağını söylemek gibi birşeye benziyor.
Sizin uzmanlık alanınızda anormal dediğimiz zamanlar için değerler aileyi işaret ediyor değil mi?
İnsanlar kaygı duyduğunda ne yapar ailesine döner. Aile dediğimiz şey kişinin kendi içinde bulacağı huzurun çıpasıdır. Toplum ne kadar katoik olursa aile kurumu bir o kadar güçlenir. Çünkü o kaotik durumlarda her birey ailesine döner. Anormal zamanların çok önemli bir bileşendir aile.
Şimdi ailenin geleceği konusunda aile hukuku uzmanı olarak bir araştırma yapıyorum. Ocak ayında Katar´da sunacağım bir makale hazırlıyorum. Bu anormal zamanlarda insanın aklına mukayet olmasını sağlayacak tek kurum aile. Hükümetlerin aile kurumunu koruması gerektiği ile ilgili açıklamalarda bulunucağım. Bir okyanusta yelkenli ile büyük kocaman dalgalarla boğuştuğunuzu düşünün. Aile işte o yelkenin çıpası ya da deniz feneri olacak, gemiye istikameti gösterecek ve ona kılavuzluk yapacak. Aile değerlerle güçlenecek bir kurum olmalı. Ben bu teoriyi önereceğim. Bununla ilgili kanıtlarımı ortaya koyacağım.
Toplumsal konularda öngörüde bulunmak doğa olaylarına bulunmaktan daha kolay değil mi?
Mesela uzmanlar depremleri inceler, araştırır tabi ki insanlar depremin olduğu ortamdan kaçar. Ancak işin sonuna baktığınızda insanlar depremde hayatını kaybediyor. Öyle bir dönemdeyiz ki birşeyler oluyor insanların ne olup bittiğinin farkına varamıyor. Kim Donald Trump´ın ABD Başkanı olacağını öngörebilirdi. Macron´un bir partisi bile yoktu ancak Fransa´nın başkanı oldu. Kimse bunu öngöremedi. Çünkü tüm bu yaşananlar normal değil.
Peki bu çağın ne zaman biteceğine dair öngörüler var mı?
Bazı uzmanlar belli bir zaman geçtikten sonra her şey normale dönecek diye tahmin ediyorlar. Ancak bunun ne kadar süreceğini bilmiyorlar. Benim gibi aratırmacıların mevcut durumu iyileştirmek amacıyla çalışmalara ara vermeden devam etmesi gerekiyor.