Türk meclisi temsil ve mebus karakteri itibariyle hep sorun olmuştur ve halkı temsil eden bir meclis olmamıştır. Son günlerde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir “mebus pazarı” açtı. Bunun üzerine yoğun tartışmalar var. Ben de genel anlamda farklı rejimlerde meclisin konumu üzerinde durmanın bir katkı olacağını düşündüm.
Öncelikle şunu belirteyim ki iki tür meclis vardır. Biri, gerçekten halkı temsil eden meclistir. Diğeri, siyasi parti liderlerini, diktatörleri temsil eden “sürü meclis”tir.
DEMOKRATİK, ÇOĞULCU, ÖZGÜRLÜKÇÜ REJİMLERDE MECLİSLER
Meclisler gerçek anlamda demokratik, çoğulcu, sivil, özgürlüklerin güvence altında olduğu, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu, halkın iradesine ve egemenliğine değer verilen parlamenter ya da başkanlık düzenlerinde halkın temsili kurumlarıdırlar.
Demokrasi, en genel anlamda halkın kendi kendisini yönetme sistemi olduğu için meclisler, halkın kendi kendisini yönetmesinin mekanizmasıdır.
Meclisler, demokratik ve özgür seçimlerle halkın temsilcilerinin oluşmasıyla vücut bulurlar. Halkın oylarıyla seçilen temsilciler de siyasi partiler kanalıyla tespit edilirler ve seçilirler.
Meclisler, yasama kurumlarıdırlar. Halk ya da halklar adına yasalar yaparlar. Halkın egemenliğini temsil ederler. Başbakan en çok oy alan ya siyasi partinin genel başkanı başbakan olur. Başbakan da hükümet kurar, meclis güven oylamasıyla onaylar. Hükümetlerin yolsuzlukları ve benzeri birtakım uygulamalarından dolayı “gensoru” mekanizmasıyla hükümleri düşürür.
Meclis parlamenter demokratik sistemlerde cumhurbaşkanı ve devlet başkanını da seçer. Parlamenter demokratik sistemlerde cumhurbaşkanları yasama organı meclisin yaptığı kanunları oylama makamıdır. Bu meclisler, demokratik, özgürlükçü, sivil bir anayasaya; demokratik siyasi partiler ve seçim yasasına dayanmaktadır.
MONARŞİLERDE MECLİSLER
Monarşi krallıklarda da meclisler vardır. Eski tip monarşi krallıklarda demokratik, çoğulcu, özgürlükçü sistemlerdeki usullere göre meclis üyelerini seçmezler. Toplumda danışmalar ve diyaloglarla, halkın temsil eden ve halkın nabzını elinde tutan kişilerden seçilirler. Temsil siyasi değil, daha çok toplumsal ve sosyolojiktir. Diktatörlüklerdeki meclislerden kesinlikle daha fazla temsil gücüne sahiptirler. Daha şahsiyetli meclislerdir.
Osmanlı İmparatorluğu ve diğer imparatorluklardaki meclisler bu niteliğe sahiptiler. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki meclisler, Atatürk diktatörlüğü dönemi meclisi ve günümüzdeki Türk meclisinden daha geniş bir toplumsal temsil gücüne sahipti. İmparatorluk bünyesinde yaşayan tüm milletlerin temsilcileri kendi kimlikleriyle meclisteydiler, kendi milletlerini temsil ediyorlardı.
DİKTATÖRLÜKLERDE SÜRÜ MECLİSLER
Faşist, totaliter, jakoben, sol, dini, mezhebi, parti, lider diktatörlüklerde meclisler, kendi diktatörlüklerini kitleselleştirmek için manivela olarak kullanılan mekanizmalardır.
Bu meclislerde, demokratik usul ve geleneklere, hukuka göre meclis üyelerinin seçilmesi söz konusu değildir. Diktatörlerin tayin ve tespit ettikleri, mebus olurlar. Onun için de bu mebusların hiçbir kıymeti yoktur. Diktatörlerin emirleri yerine getirilir. Diktatörler istediği zaman o mebusların kulağından tutar meclisten atar. Daha da kötüsü, onların hapse eder, yıllarca zindanlarda tutar, yargısız infaz ede.
ASKERİ VE BÜROKRATİK DİKTATÖRLÜK DÖNEMİNDE SÜRÜ MECLİS VE 1946’DAN SONRA TÜRK MECLİSİ
Atatürk ve arkadaşları, darbe sonucunda Osmanlı İmparatorluğu iktidarını tasfiye ettikten sonra, kendi iktidarlarını kurdular. Bu iktidar, tek parti, asker ve sivil bürokrasinin diktatörlüğüydü. Meclis kuruluşuna karar verildiği zaman da bu diktatörlüğe göre dizayn edildi. Bu diktatörlüğün istekleri, amaçları, gelenek ve görenekleri, zihniyetine göre mebus seçimi yoluna gidildi. Diktatörlük, Karadeniz ya da başka bir bölgedeki kişileri getirilip Kürdistan şehirlerinde mebus yapıldı.
Onun için bu dönemde gerçekte halkı temsil eden değil, bir “sürü meclis” vardı.
Bu meclisin gerçek demokratik bir temsil organı olmadığı, mebusların halkı temsil etmedikleri, diktatörlüğü ve yönetim elitini temsil ettikleri açıktı. İlk meclis dönemlerinde, Kürtlerin ve diğer ulusal azınlıklardan mebusların tayin metoduyla meclise getirilmeleri bir gösteriş, diktatörlük sistemini yerli yerine oturtmak içindi. Sonrasından da bu mebusların hepsi tasfiye edildiler ve idam edildiler.
Tek parti diktatörlüğü döneminde, mebusların hiçbir dokunulmazlığı ve kıymeti yoktu. Bazı aklı evvellerin o dönemin meclisinin daha demokratik, halkların iradesini temsil ettiğini ileri sürmesi, resmi tarih tezinin ve Kemalist resmi devlet ideolojisinin savunulmasıdır.
1946’dan sonra zoraki ve Batı’nın baskısıyla çok partili sisteme geçildi. İlk seçimde diktatörlük yine her yönüyle gücünü gösterdi. Açık oyla ve gizli sayım yöntemiyle kendi diktatörlüğünü devam ettirdi.
1950’den sonra görece Demokrat Parti eliyle Türk milletinin bir temsili gerçekleşti. Ama bu dönemde de mebusların kıymeti ve dokunulmazlığı olmadı. Yine derin devletin, siyasi parti liderlerin onayladığı insanlar mebus oldular. Bu nedenle de seçilen mebuslar, halkı temsil etmediler, kendi partilerini, kendi genel başkanlarını temsil ettiler. Bugüne dek de böyle devam ediyor.
Bundan dolayı mebuslar rahatlıkla pazarlanabiliyor ya da mebuslar kendilerini rahatlıkla para ve rüşvet karşılığında pazarlayabiliyorlar.
Bülent Ecevit’in hükümet kurması için Adalet Partisi’nin 11 mebusunu satın aldığı ve hepsini bakan yaptığı, bu bakanları halkın başına ve özellikle de Kürtlerin başına bela ettiği daha hatırlardadır.
Daha sonraki tarihlerde de “ödünç mebus pazarı” oluştu. CHP, kendi iktidar hırsı için son genel seçimlerde İyi Parti’ye ödünç mebus verdi. Ödünç verilen mebuslar da seslerini çıkarmadı. Şahsiyetlerini ayaklar altına aldılar.
Meclislerin, sivil-asker bürokrasin darbeleriyle kapatılması (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1989) da halkın temsil güçlerinin olmadığını ortaya koyuyor.
Meclis, altını çizerek belirtiyorum ki, hiçbir dönem Kürtleri temsil etmedi ve şimdilerde de Kürtleri temsil etmiyor.
CHP GENEL BAŞKANI’NIN MEBUS PAZARININ ASIL NEDENİ
Ağalar, bir başka ağaya ziyarete gidecekleri zaman, koyun sürülerinin bir bölümünü böler, kendisi daha gitmeden önce ziyaretine gidecek ağaya gönderir.
Kılıçdaroğlu da epey bir zamandır, som diktatörlük yapma şansına sahip değil, bari “mebus sürüm” üzerinde ağalık yapayım diyor.
Ortada bir erken seçim olmamasına rağmen, sürüden bir gurup mebusunu bölüp, DEVA Partisi’ne, bir bölümünü de Gelecek Partisi’ne göndereceğini söylüyor. Sözüm ona, bununla demokrasiyi kurtarmak istiyor. Oysa asıl yapmak istediği, kendi iktidarını kurmaya çalışmak, bunun için iki partiyi kendi ittifakına çekmek içindir. Bu yaptığı hiç de hayırlı ve ahlaki bir iş değildir. Bunun varacağı yer mebuslarını daha itibarsızlaştırmaktır.
Mebusların bu ahlaki olmayan davranışa ses çıkarmaması ayrı patalojik ve ahlaki olmayan bir durumdur.
GELECEK VE DEVA PARTİLERİNİN UMARCILIĞI
Bu mebus pazarına ve Kılıçdaroğlu’nun iktidar manevrasına, ihtiraslarına, kendisini liberal, demokrat, özgürlükçü, halkın gerçek temsiline soyunan DEVA ve Gelecek partilerinden yüksek ses çıkmaması, karşı koymamaları, itiraz etmemeleri, oldukça garip ve yazık bir durumdur.
Umarcılık, liberal demokratlara ekmek yedirmez. Onları iflah etmez, tedavi etmez, öldürür.
Bu partilerin Kılıçdaroğlu’nun iktidar manevrasına ses çıkartmamaları halka güvenmemelerinin en büyük işaretidir.
Kılıçdaroğlu kendisini kurtarmaya çalışırken, bu iki partiyi ölüme terk ediyor. “Liberal demokratlığa” yazık oluyor.
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.