Mazlumder tarafından düzenlenen 15. İnsan Hakları gecesi ya da ‘Birlikte yaşama ve mülteciler’ temalı gece 7 Aralık 2019’da Üsküdar Belediyesi Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi'nde gerçekleşti. Program genel hatları ile olumlu ve güzeldi.
Ankara Şube’nin hazırlamış olduğu sinevizyon gösterisi sanıyorum titiz bir çalışma sonucu idi. Gecede çeşitli dallarda ödüller verildi. Sağolsunlar bana da değerli kardeşim, can dostum merhum Recep Vidin Vefa Ödülü’nü verdiler. Gönül isterdi ki bu ödül merhum Recep Vidin’in eşi, oğlu ya da kızına verileydi. Olsun. Böyle uygun görmüşler, ben de ödülü dostum Recep Vidin adına aldım.
Gece de Mazlumder’in kuruluş gerekçelerini kısmen izaha çalıştım. Bir kez daha Mazlumder’in niçin kurulduğunu kısa da olsa paylaşalım.
Mazlumder 9 Şubat 1991'de kuruldu. Gerek kuruluşu öncesi ve gerekse kuruluşundan sonra bilhassa ülkemizde, bölgemizde ve hatta Cezayir, Tunus, Filistin gibi ülkeler başta olmak üzere ciddi anlamda İnsan hakları ihlalinin yanı sıra çeşitli işkence ve katliamların ardı-arkası kesilmiyordu. 1989 itibarı ile Varşova Paktı lağvedilmişti. Gorbaçov’ın başlattığı glasnost ve perenstroyka yani açıklık ve yeniden yapılanma politikaları hem Varşova Paktı'nın sonlanmasında hem de Sovyetler Birliği'nin dağılmasında önemli bir rol oynadı. Netice itibariyle 30 Aralık 1922'de kurulan SSCB 26 Aralık 1991'de yıkıldı.
Bir diğer önemli gelişme 11 Şubat 1979'da gerçekleşen İran İslam Devriminin etkisizleştirmek için 22 Eylül 1980’de başlatılan ve 20 Ağustos 1988’de devrim önderi Humeyni’nin 698 Sayılı BMGK Kararını kabulü ile sona eren İran-Irak Savaşı idi. Zira adı geçen savaşta küresel güçler başta olmak üzere neredeyse tüm Körfez ülkeleri Saddam’a yoğun bir şekilde destek oldular. Silah tüccarları Saddam’a kimyasal, biyolojik ve konveksiyonel tüm silahları verdiler. Kimyasal Ali'nin Halepçe Katliamı onların verdiği kimyasal silahlarla gerçekleşmişti. Saddam'ın elindeki silahlar ateşkes sonrası İsrail için tehdit teşkil ediyordu ya da öyle algılanıyordu. Bu nedenle silahların etkisiz hale getirilmesi için ABD'nin o dönem Bağdat Büyükelçisi olan April Glospie’nin Saddam'ı ikna etmesiyle başlayan Kuveyt'in işgali (2 Ağustos 1990) sonrası ABD Saddam'a karşı harekete geçti. Çeşitli uyduruk aslı-astarı olmayan bahanelerle 17 Ocak 1991'de ABD öncülüğündeki Müttefik Kuvvetleri “Körfez Harekatı”nı başlattılar. Hareket beraberinde ciddi sorunları da getirdi. Sorun sadece Irak’a yönelik değil, tüm bölgeyi kuşatmaktaydı. Keza bu gün yaşananlar da o harekatın devamı.
Cezayir'de 1989 Anayasası’na göre kurulan FİS (İslami Selamet Partisi) kuruluşundan hemen sonra yerel seçimlerde önemli bir başarı elde etmişti. Kurucu lider Abbas Medeni (öl. 24 Nisan 2019) ve arkadaşı Ali Bilhac, Cezair yönetimi tarafından sürekli taciz ediliyordu. Zaten Aralık 1991'deki genel seçimlerin ardından hem tutuklandılar hem de partileri kapatıldı. Tabii ki bu durumda ister istemez Biz Türkiyeli Müslümanlara bir sorumluluk yüklüyordu. Keza Tunus’da Cezayir’den farklı değildi. Tunus'un o dönemdeki Cumhurbaşkanlığı Zeynel Abidin Bin Ali ülkesindeki özellikle genç Müslümanlara olağanüstü işkence yapmakta beis görmüyordu. Tüm bu olanların yanı sıra Türkiye'de de başta başörtüsü zulmü olmak üzere çeşitli işkence ve insan hakları ihlalleri had safhadaydı. Merhum Abdülhamit Turgut (Şehadeti ,13 Nisan 1992) 12 Mart 1990'da gözaltına alındığında Zaman gazetesi okuyan, oruç tutan Fetöcü polislerin işkencesi altında inim inim inliyordu. Ve onun gibi nice İslami kimlikli ya da rejimin beğenmediği farklı kimlikteki insanlar işkenceden geçiriliyordu. Asıl amaçları da hem İslami çalışmalardan caydırmak hem de faili meçhullere fail bulmaktı. Tüm bu nedenler ve benzerlerinden dolayı insan hakları mücadelesi için çalışmanın, dernek kurmanın lüzumu hasıl olmuştu. Tabii bu arada Güneydoğu'daki beyaz Toros faaliyetleri de bir başka önemli sorun idi.
1990’ın İlkbahar aylarının bir gününde Mehmet Pamak Bey ülkemizde ve bölgemizde ya da en genelde gönül coğrafyamızda ortaya konulan çeşitli insan hakları ihlallerine karşı bir dernek kurmanın gerekli olduğu konusunu ortaya attı. Bu önemli yaklaşım birçoğumuzu etkiledi ve ilgilendirdi. Çeşitli istişareler, görüşmeler başladı. Ankara'da Ercüment ÖZKAN, Hüsnü AKTAŞ, Ömer KÖSE, Cihangir İSLAM, Ahmet TOPRAK, İhsan ARSLAN, Recep VİDİN gibi birçok arkadaşla seri görüşmeler devam etti. Buna İstanbul ve diğer bazı şehirler takip etti. Zaten zulmün, işkencenin insan hakları ihlallerinin en yoğun olduğu yerlerden birisi de İstanbul'du. Orada da Abdurrahman Dilipak, Cüneyt Sarıyaşar, Orhan Poyraz gibi duyarlı birçok kardeşimiz: ‘Mazlum kim olursa olsun mazlumun yanında, Zalim kim olursa olsun zalime karşı’ söylemini benimsediler ve Hilful-Fudul örnekliğinde Mazlumder’in kuruluşu kararlaştırıldı.
Körfez Harekatı (17 Ocak 1991) belirli bir aşamaya gelmişti. Sıra Irak özelinde işgalci ABD öncülüğündeki Müttefik Kuvvetler’in yoğun ve yaygın talan ve katliamına gelmişti. Bunu da bütün şiddetiyle uyguladılar. 1991 ile 2003 yılları arasında öldürülen Iraklıların sayısı yüzbinlerce. O dönem itibarıyla Irak, Suriye, Ürdün, Mısır ve Kuzey Afrika'daki ve Türkiye'deki tüm insan hakları ihlallerine, işkenceye, işgale karşı gerçekten Mazlumder mazlumların sesi olmayı başardı. Mazlumder bir süre inkıta dönemi yaşamış olsa da bugün de varlığının gerekli olduğu ortada. Nasıl olmasın ki? Bugünün sorunları dünden az değil ki! Bir taraftan Arap Baharı sendromu, diğer yandan Işid zulmü ve katliamı bu ve benzerleri bahanesiyle coğrafyamızın küresel güç odakları tarafından fiilen işgali yeni yeni özerk devlet yapılanmalarının ayak sesleri, butik devlet ya da ankavi devlet modellerinin hazırlıkları devam ediyor. Ümmetin neredeyse tüm yer altı ve yer üstü kaynakları talan ediliyor, yok ediliyor. Irak’ın işgali sonrası Bağdat’ın kütüphanesi, tapu kayıtları, arşivi ve müzelerinin nasıl talan edildiği hafızalarımızda. Bugün de benzer olaylar yaşanıyor ve daha da yoğun bir şekilde yaşanacağa benziyor. Bizi, coğrafyamızı, insanımızı çok daha sıkıntılı günler bekliyor. Dün, Aralık 1990'dan bu yana Cezayir’de 200 binin üzerinde insan katledildi. Suriye'de, Irak'ta, Mısır'da katledilenlerin haddi hesabı yok! İşgal güçleri ve onların yerli işbirlikçileri bölgemizde varlıklarını artırarak sürdürüyorlar. Bizlere, duyarlı insanlara belki de dünden daha çok insan hakları mücadelesi vermek düşüyor. Bu nedenle Mazlumder vb. STÖ’lerin varlığına her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğu muhakkak. ‘Adam sende’ mantığını bir kenara bırakmak lazım. Yalancı baharlara kanmamamız gerekir. Gerek birey olarak ve gerekse toplum olarak İnsani, İslami kimliğimize, coğrafyamıza, aidiyetimize sahiplenme ısrarımız devam ettiği sürece ne Moskofu, ne İngiliz'i, ne Amerikası bizi ve coğrafyamızı boş bırakmayacaklardır. Görmüyor musunuz sanki 3. Dünya Savaşı'nın fitilini Doğu Akdeniz'den yakacaklar gibi. Netenyahu, Sisi, Beşar Esad v.b. bunların hepsi de proje ürünü kartondan liderler ya da Necip Fazıl'ın 27 Mayısçılarını tarif için ‘Mukavvadan kama’ tanımı bunlar için de geçerli.
Tüm bu olanları ve olacaklara karşı etnik, mezhebi, dini bir ayrım yapmaksızın ‘Zalim kim olursa olsun zalime karşı, mazlum kim olursa olsun mazlumdan yana’ ilkesi doğrultusunda yola devam etmeliyiz. Tekraren Mazlumder’in dünkü ve bugünkü yönetici ve emeği geçenleri saygıyla muhabbetle anıyor, ahirete intikal edenlere Allah’tan rahmet, yaşayanlara erdemli, Hakk’ın rızasına uygun bir ömür diliyorum.
14 Aralık 2019
Kaynak: Her Taraf