Selma ailenin tek çocuğu, masal evinin prensesi ve neşesiydi. Doğup büyüdüğü ev büyük dededen kalmaydı ve mahallenin en ihtişamlı mekânı olarak biliniyordu. Ev tarihi mimarisi ve bahçesinde barındırdığı çiçekleri ile herkesin gıpta ile baktığı bir yapıydı. Her zerresi mimari bir zenginliğe sahip olan masal evi, Selma’nın kendisini iyi hissettiği özel bir mekândı.
Selma ailenin umudu ve moral kaynağıydı, evdeki her şey onun zevkine ve taleplerine göre düzenlenirdi. Fakat okula başladığında kendini hiç hayal etmediği bir ortamda buldu ve uyum sağlamakta epey zorlandı. Evde ailenin sevgisi ile desteklenen ve istediği her şeyi elde eden Selma, burada sadece bir öğrenciydi ve sorumlulukları vardı. Selma kurallar karşısında bocalıyor ve yolunu kaybetmiş bir yolcuya dönüşüyordu.
Selma uykuyu severdi ve geç vakte kadar uyurdu. Ama okul vakti sabahın erken bir saatinde kalkıyor ve servise yetişiyordu. Yeni bir ortam, yeni arkadaşlar ve kurallar onu haddinden fazla yoruyordu. Arkadaşları ile daha yakından tanışmak ve sohbet etmek istiyordu ama cesareti kırılıyor ve içine kapanıyordu. Selma adeta robotlaşmıştı, verilen ödevleri yapıyor, sorulan sorulara cevap veriyor ve kendini kurulmuş bir saat gibi hissediyordu.
Aradan yıllar geçti masal evinin kızı büyümüştü ve o yıl üniversite sınavlarına girecek ve özgürlüğe ulaşacaktı. Zira Selma’nın 4 yıllık lise hayatı hep çatışmalı geçmiş ve öğretmenleri tarafından sevilmeyen öğrenci ilan edilmişti. Selma liseye gelinceye kadar isyanını hep iç dünyasında yaşamış, kırgınlıklarını, tepkilerini içine atmış ve gergin bir çocuk olmuştu. Liseye başladığında ilk defa cesaret bulmuş ve ödeyeceği bedeli göze alarak kendisini günah keçisi ilan eden öğretmenlerine tepki göstermeye başlamıştı. Masal evinin kızı okulda istenmeyen asi bir kız olarak tanımlanmış ve dışlanmıştı. Yalnızlığı yoğun yaşadığı bu dönemlerde onu anlayan tek kişi matematik öğretmeniydi, ne zaman haksızlığa uğrasa onun odasına gider ve içini dökerdi.
Selma üniversite sınavına girerken kaygılıydı ama hukuk fakültesini kazandı ve ailenin umudu oldu. Tatil süresince üniversitede geçireceği günleri ve yeni arkadaşlarını düşündü. Üzerinden bir yük kalkmış gibiydi, kendini hiç olmadığı kadar iyi hissetti.
Üniversiteye başladığı gün çok heyecanlıydı ama ortamı beklediğinden daha sıcak ve daha samimi buldu. Kısa sürede okulun sevilen öğrencilerinden biri oldu, arkadaşlarıyla vakit geçiriyor, sosyal etkinliklere katılıyor, siyasi olayları mülahaza ediyor ve bilgi ve tecrübelerini zenginleştirmeye çalışıyordu. Hayatının en verimli dönemlerini geçirdiği lisede istenmeyen öğrenci olarak tanımlanan Selma, üniversiteyi derece ile bitirdi ve başarılı bir hukukçu olarak göreve başladı.
Peki, üniversiteyi derece ile bitiren Selma aynı başarıyı neden lisede gösterememişti? Çünkü burada öğretmenleri ona sevilmediğini hissettiriyor ve motivasyonunu kırıyor, neşesini köreltiyorlardı. Selma sevilmediğini hissettiğinden, okula giderken kendini çok kötü hissediyor ve motivasyonunu kaybediyordu.
Sevildiğini hisseden öğrenci hem eğitim hayatında hem de sosyal hayatında başarılı olur fakat eğitimcilerimiz çocukların duygularını hiçe sayıyor ve sadece ders başarılarını dikkate alıyorlar. O yüzden birçok öğrenci var olan kapasitesini geliştirip ortaya koyamıyor.