En son söyleyeceğimi ilk önce söyleyerek yol alalım. Türkiye’nin son 20 yılına MHP aldığı bazı kararlar ile yön verdi. Bundan sonraki birkaç yılına da vereceği kararlarla HDP yön verecek.
HDP ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar da bu yönün belirlenmesinde temel etkenlerden biri olacak.
İstiklal Caddesi’ndeki saldırı, Suriye’nin kuzeyinden atılan füzeler iç siyaseti hemen güvenlik merkezi içine aldı. İktidar için bu konforlu bir siyaset yapma alanı. Zaten amacı dış politikadaki savrulmaların, ekonomik sıkıntıların konuşulmaması. İktidarın hemen seçmen kitlelerini etkileyecek, domine edecek politikası da devreye girdi. Mesela, bir söylem itibariyle de olsa ABD’ye bağlandı mı işler iktidar açısından hayli kolaylaşıyor. Hele cümlenin içinde PKK / PYD varsa ve bunu bir de HDP ile buluşturdunuz mu işte size konforlu bir siyaset yapma alanı daha ortaya çıktı demektir.
Recep Tayyip Erdoğan siyasetinde açıklamalar mutlaktır, tartışılamaz. Ekonomideki bunca olumsuzluğa karşın hiç kimse “ben ekonomistim” açıklamasını tartışamaz. Yine bir açıklama olarak “Kürt meselesini çözdük, bitirdik” sözü de mesela hiç tartışılmadı. “Bitirdik” denildiği zaman, biten bir mesele midir Kürt meselesi, bu bile konuşulmadı. Oysa 20 yılını AKP’de geçirmiş 40 yıldır Kürt kimliği ile siyaset yapanlar yakın bir zamanda AKP gölgesinde bir çalıştay yaptılar. Çalıştayın başlığı ”bitirilmiş” bir meseleyle bağlantı kurmak için konulduğu anlaşılan “Kürtler ne istiyor?” idi. Çalıştayın başında yapılan konuşmalarda Erdoğan’ın sorunu çözdüğü, kalan eksiklerin tamamlanması gerektiği dile getirildi. İş döndü dolaştı Kürt meselesine geldi doğal olarak. Toplantı başladığı gibi sessizce bitti.
Kürt meselesini öyle ya da böyle sırtlayan en önemli yapılardan birisi kuşkusuz HDP’dir. Bu yazımda da HDP’yi siyasi partiler sicil bürosunda kayıtlı partilerden biri gibi ele alacağım, normali bu ama bunu belirtmek zorunda kalmamım nedenini uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Genel Başkanları “Kürt meselesini çözdük bitirdik” diyor ama hala AKP’liler çalıştay yaparak Kürtlerin ne istediğini bulmaya çalışıyor. 20 yıllık mutlak iktidar iki kez denenmiş çözüm sürecinde edinilemeyen bir bilgiyi bir çalıştayda bulma çabası hayli ilginç doğal olarak. Oysa yıllar önce Kürt meselesini “yoktur” diyerek çözmüş bir iktidar ortağı var AKP’nin, MHP. Daha kestirme bir çözüm yöntemi elinin altında var yani.
HDP’nin Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatılma davası devam ediyor. Yargıtay’ın “isteksiz” açtığı, Anayasa Mahkemesi’nin de “gönülsüz” baktığı davanın prosedürü işliyor. Dava dosyasının çok zayıf olması nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sürekli olarak ek delil olabilecek belge ve olaylarla dosyayı genişletmeye çalışıyor. Bu da doğal olarak zaman alıyor. HDP’nin avukatlarının yasal haklarını sonuna kadar kullanmalarıyla da dava sürecinin daha da uzayacağı belirtiliyor.
Davayı uzatacak etkenlerden birisi de Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan’ın görev süresinin şubat ayında bitiyor olması. Davaların görülme takvimini başkan belirliyor. Başkanlık seçim süreci de araya girince HDP davası, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin istediği gibi hemen ele alınamayacak ve süreç biraz daha uzayacak. Mahkemenin de acelesi yok zaten. Zühtü Aslan tekrar başkanlığa aday olursa ve iktidardan bir biçimde müdahale gelmezse seçilme ihtimali var. Aslan seçilirse ve dava prosedür gereği karar aşamasına seçim takvimi başlayana kadar gelmemişse, üyelerin de hemen hemen tamamına yakınının olumlu karşılayacağı bir yorum ile HDP kapatma davası seçim sonrasına kalabilir.
Bu da aslında AKP’nin de istediği bir durum. MHP istemese de. MHP’nin beklentilerini karşılayacak bir üye profili yok Anayasa Mahkemesi’nin. Hepsi küçük farklar da olsa aynı dünya görüşüne sahipler ve üye olarak tercih edilmelerinin kökeninde de bu yatıyor: Muhafazakârlar. AKP ne düşünüyorsa üyelerinin büyük çoğunluğu da öyle düşünüyor. AKP parti kapatmalara karşı ve bunu zorlaştıran düzenlemeler yaptı. Bu detay mahkeme açısından da önemli. Bir yandan da elinde kalan Kürt seçmeni de HDP’nin kapatılmasıyla kaçırmak istemiyor AKP. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin ağırdan almasına MHP’nin sert eleştirilerine karşın açıklamalarıyla da olsa mahkemeyi karşısına almak için devreye girmiyor ve sanırım girmeyecek.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sisteminin getirdiği yüzde 50 artı 1 nedeniyle oy alma potansiyeline sahip her parti kıymete bindi. Bu nedenle de ittifaklar zorunlu hale geldi. HDP de bir önceki seçimde kurduğu ittifakı bu seçimler için yeniden oluşturdu. TÖP, TİP, EMEP, EHP ve Sosyalist Meclisler Federasyonu ile hem politik olarak yol yürüyecek hem de seçim ittifakı yapacak HDP. Halkevleri ittifakta yok ama oralarda bir yerlerde duruyor. SOL Parti ile TKP’nin de ayrı bir ittifak modeli bulunuyor. Ama bütün bu yapıların tabanları birbirine çok yakın ve sokaklarda sık sık bir araya geliyorlar. Sandıkta da bir araya gelmeleri mümkün yani.
Mevcut anketler üzerinden yapılan değerlendirmelerde HDP’nin yüzde 12 oy alacağı ve TBMM’de 60 ila 80 arası milletvekili ile temsil edilmesinin mümkün olduğu hesaplanıyor, bu işi bilen uzmanlar tarafından.
Önce oy oranı üzerinden gidelim. Yüzde 12 oy oranı ile tek başınıza cumhurbaşkanı seçemezsiniz, belki kimin cumhurbaşkanı olacağına karar da veremezsiniz ama kimin cumhurbaşkanı olmayacağını Millet ve Cumhur ittifakları arasında alacağınız pozisyon, devreye sokacağınız aday çıkarma hamlesiyle karar verebilirsiniz. HDP de bu noktada. HDP içinde bu mesele konuşuluyor doğal olarak ve bir kıvama gelmiş durumda.
Örneğin Erdoğan karşısında kimi anketçilere göre şanslı görünen Mansur Yavaş’a da aday olması durumunda Merak Akşener’e de oy vermemekle kalmayacaklar, karşılarına en az onlar kadar oy alma potansiyeli bulunan bir aday çıkaracaklar. Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olması halinde ise güçsüz de olsa aday çıkarmayacaklar. Bunu çok net ortaya koyuyorlar. Ekrem İmamoğlu’na da biraz mesafeli olduklarını not düşelim.
TBMM’deki sayısal çoğunluklarına gelirsek, ittifaklar ve özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması halinde Millet İttifakı anayasa değişikliğinde referandumsuz kabul için gerekli 400 oyu ya da referanduma gidebilmesi için gerekli 360 oyu bulabilmek için HDP’nin kapısını çalmak zorunda. Bu Millet İttifakı açısından artık hayli kolay. Çünkü anayasa değişikliği için iktidar, bakanıyla, grup başkanvekili ve parti üst düzey yöneticisiyle HDP’nin kapısını çalarak destek istedi. Bunu artık eleştiremezler, eleştirseler de bekledikleri etkiyi yaratamazlar. HDP’nin önüne parlamenter sisteme geçmeyi koymuş olması da ayrıca burada işleri kolaylaştırıyor.
Büyüyen, bünyesi genişleyen partileri yönetmek zordur. HDP içinde çok fazla çeşitlilik barındıran ve bunu da önemseyen bir siyasi parti. Ama sonuçta partiyi yöneten bir irade de mevcut. Ve bu irade uzun zamandır Selahattin Demirtaş’ın “bir bilen gibi” partiye politik rota belirlemesinden, açıklamalarıyla partinin önüne geçmesinden rahatsız. Bunun en somut örneğini cumhurbaşkanlığı seçimlerinde göreceğiz. Hukuki olarak sıkıntı çıkacak olmasa bile HDP Demirtaş’ı aday göstermeyi düşünmüyor. Akıllarında kadın bir aday var.
HDP ile Demirtaş arasındaki bu sıkıntıya çok vakıf olduğu anlaşılan Erdoğan tartışmaya “bir bidon benzin” ile katılarak Demirtaş’ı abartılı bir biçimde Edirne’den alarak Diyarbakır’da hasta olan anne ve babası ile buluşturdu. (Benzer yöntemi Erdoğan “İmralı’daki Edirne’dekine hesap soracak” diyerek daha önce de denemişti.)
Demirtaş ile HDP arasındaki gerilimin çok yükselmesi beklenmiyor. Politik yaklaşım olarak HDP ile Demirtaş aynı noktada. Bu denklemde Abdullah Öcalan’ın pozisyonu merak edilen konu. Bir hükümlü olarak, sıradan hükümlülerin yararlandığı görüşmeleri yapamıyor, tecrit altında tutuluyor. Bu nedenle bir devlet kurumunda da kaldığı unutularak sürekli “devlet ile görüşüyor” yorumlarına muhatap oluyor. Erdoğan’ın onu seçimlerde devreye sokmak için ikna etmeye çalıştığına kadar pek çok söylenti mevcut. Söylenti çok ama ondan edinilmiş bir bilgi yok.
Bu söylentileri ortadan kaldırmak için HDP Eş Genel Başkanları Mithat Sancar ve Pervin Buldan Adalet Bakanlığı’na başvurmuştu. Selahattin Demirtaş’ın da parti disiplini de önemseyerek Öcalan’la görüşmek için başvuruda bulunacağını HDP’ye bildirerek eş genel başkanlardan önce bir tür izin istediği de ortaya çıktı. Bu görüşmeler gerçekleşir mi? Gerçekleşirse çok ilginç olacağından hiç kuşku yok.
Demirtaş, kendisine ziyarete gelen ve çok önemsediği isimlere ilginç açıklamalarda bulunuyor. Ona göre “amasız, fakatsız” PKK silah bırakarak sivil siyasetin önünü açmalı. Daha ileri giderek, “Dışarıda olsam Kandil’e gider, ‘ya beni burada öldürün ya da silah bırakın’ derdim” cümlesini bile kurmuş.
HDP’den de bu görüşleri önemseyen bir grup Kandil’e gitme fikrini tartışmaya açmış. Ama çok fazla destek görmemiş.
Karşımızda bir yandan kapatılma davası ile sistemle cebelleşen, PKK’nın silahlı varlığı nedeniyle her an bir provokasyona uğrama ihtimali olan, parti içi denklemler nedeniyle yorulma potansiyeli yüksek, Öcalan ve Demirtaş’ın denkleme sokulma biçimi nedeniyle kafasının karışma ihtimali de var olan ama Türkiye’nin gelecek, en az 10 yılını belirleme kapasitesi de bulunan bir parti olarak HDP bugün kurulan o masaların tamamının üzerinde yer alıyor…
Kaynak: farklı bakış