Marksizm’den İslam’a: Bir Vekilin Serencamı -Mamak’tan Mekke’ye-

Sait Alioğlu, düşünsel serüveninde Marksizm'den İslam'a yönelen ve bir dönem AK Parti'den milletvekilliği de yapan Mahmut Esad Güven'in hatıralarını anlattığı eserini değerlendirdi.

Marksizm’den İslam’a: Bir Vekilin Serencamı -Mamak’tan Mekke’ye-

“Solcu Mahmut, Dönek Mahmut, Hacı Mahmut”(*)

Osmanlının tarih sahnesinden çekilişine denk düşen bir vasatta, gerek dünyada ve gerekse de ülkemizde insanlar, birilerinin emr-i vaki çabalarıyla(!) iki kampa ayrılmışlardı. Bunlar, Sosyalist blok(Sovyetler, Çin vb.) ve Kapitalist blok. Biri, kızıl komünist idi, diğeri ise Hür Dünya’yı temsil ediyordu. Bu kızıl komünist ve Hür Dünya söylemi, her ne kadar salt bir Batı propagandasını içeriyor idi ise de, yabana atılır gibi değildi.

Sosyalist bloğun karşı söylemi de, karşıtını yok saymada onu ‘rezil’ etmede, yekdiğerinden pek farklı değildi, ama bir farkla, o da henüz Batı(Amerika) günümüzde olduğu üzere, dünyanın geri kalanına, özellikle de Müslüman toprakları henüz işgal etmemiş, ‘din adına’ bir savaş çıkarmamıştı. (Demek ki onun da bir zamanı vardı) Bununla birlikte Sovyet Rusya Orta Asya(Türkistan) Müslümanlarını kendine esir kılıp, onları kolhozlarda yabancı oldukları farklı ve ‘yanlış’ bir yaşama zorlamıştı.

“Mamak’tan Mekke’ye” adlı eserin sahibi olan, daha sonra Milli Görüş içerisinde aktif siyaset yapan, AK Parti’nin, yerelde kuruluşuna katkı sunan, bulunduğu ilde(Kars) il başkanlığı ve daha sonrada 2007 seçimlerinde yapılan genel seçimler sonucunda aynı ilden AK Parti milletvekilliğini bir dönem ifa eden ve adı solcu arkadaşlarının ‘indirgemeci’ ifadesi ile söylersek “Solcu Mahmut, Dönek Mahmut ve Hacı Mahmut”a çıkan Mahmut Esat Güven’in, içeriden, bir dönemin panoramasını sunan ve haritasını çizen, ders veren hatıraları…

Mahmut Esat Güven’inde, İslam’a yönelmesinde, aynı yolu takip eden mühtediler gibi hemen hemen aynı süreçleri yaşadığı söylenebilirdi. Zira aklın yolu birdi.. Tabi iki birisi için, bu Kur’an’a ve İslam’a yönelme darbenin bizzat öngördüğü bir şeydi. Darbe solu bitirmek için ve ‘sağ’ı da devletin işlerine koşmak için yapılmıştı. Bu arkadaşlar, tüm darbeleri ve konu gereği 12 Eylül darbesini yargılama işini, genelde Müslüman çoğunluk ve özelde de, üzerine risk alarak AK Parti iktidarının sonuçlandırmaya çalıştığını ise, görmeden, görmezden gelerek, yok sayarak bir nevi inkara yöneliyorlardı.

Esere dönersek…

Bu eser, ailece öteden beri Kars’ta CHP içerisinde bulunmuş, fertlerinden birisini(yazarın amcası) mensubu bulunduğu parti kontenjanından bir dönem TBMM Başkanlığı yapmış, dolayısıyla çevrelerinde solun sosyal demokrasi yorumunu beğenmiş bir çevre içerisinde yetişmiş, Kars’ın ileri gelen varlıklı bir ailesine mensup, inşaat mühendisliği eğitimi tahsil etmiş, üniversite döneminde Marksist felsefeye gönül vermiş, o uğurda mücadele etmiş, hatta gıyabında, herhangi bir şekilde katledilmiş bir ülkücünün katili olduğu savıyla dava edilen, yargılanan ve işlemediği siyasi bir cinayetten dolayı yargılanıp dokuz yıl cezaevinde yatmış ve akabinde darbenin altıncı yılında salıverilmiş, eski solcu ve ‘yeni, yeniden! Müslüman olarak hayatını sürdüren, dönemine tanıklık eden bir siyasi kişinin hayatını, hatıralarını içermekte…

Biz Mahmut Esat Güven’in kendi beyanını dikkate alarak İslam’la tanışmasında, bu anekdotun önemli olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz: “Diyalektik tarihi materyalizmden sıyrılmam, inanç sistemimdeki dönüşüm, 1983’te Afyon Cezaevi’nde başladı. Seyyid Kutub’un 16 ciltlik Fi Zilal İl Kuran’ını okudum. Kenan Evren cezaevlerine öğretmenler, hocalar gönderiyordu. Bu kitabı, bir hoca gizlice vermişti. Çünkü yasaktı.” (S. 171) İlgilisi bilirdi ki gerek İslam dünyasında ve gerekse de Türkiye’de sol cenahtan ve hatırı sayılır bir sayı ile Ülkücü cenahtan epeyce kişi Seyyid Kutub’un vb. eserlerinde diyalektik materyalizme getirmiş olduğu önemli ve anlamlı eleştirel yorumların sonucunda İslam dünya görüşü ile tanış olmuşlardı.

Kemalizm’in demokrasicilik oyunu…

Güven bu konuda şunları ifade etmektedir. “Türkiye … demokrasi ile idare edilen, laik, demokratik bir hukuk devletidir diye lanse ediliyor. Aynı zamanda cumhuriyet ve laiklik adına devletin “Kemalizm” isminde bir de resmi ideolojisi var. Devletin siyaseti, Asker-Sivil kendini Kemalist olarak tanımlayan bir grup insan tarafından belirleniyor.” (S. 25)

Kemalizm’in öteden beri oynadı bu oyunu, başta CHP olmak üzere irili ufaklı sol grupların önemli bir kısmı, muhafazakar tandaslı siyasi çevrelere karşı oynamaya adeta bayılıyordu!

Soldan ricat ettikten sonra uzun bir dönem Milli Görüş çizgisi içerisinde Refah ve Fazilet partilerinde yerel (Kars) teşkilatta siyaset yapan Güven, daha sonra ise kuruluş aşamasında AK Parti saflarına katılıyor. Yine bir müddet AK Parti Kars teşkilat başkanlığının akabinde, 2007 genel seçimlerinde AK Parti’den Kars Milletvekili seçilerek TBMM’ye giriyor.

Güven’in hatıralarının önemli bir kısmı, başta Necmettin Erbakan’ın şahsında ‘millici, maneviyatçı’ temele dayanan, ama türüne özgü bir otoriterlik çerçevesinde, onun izni dahilinde yürütülen politik anlatılara dayanmaktadır. Bu eserin özellikle de Erbakan faslı okunduğunda, topluma mal olmuş bir liderin ancak bu kadar otoriter olabileceği söz konusu olabilirdi. Adeta yerden bir yaprak kımıldamaya görsün hesabını lidere şu ya da bu şekilde vermek zorunda olduğu gibi lider ve ‘ekibi’ farklı düşünenleri hainde ilan edebiliyordu! Böyle bir durum, parti içerisinde bir ikiliğe yol açmıştı. Ki bu ikililik sonunda ‘hainlerin’ yeni bir oluşum içerisinde bulunmalarına yol açmıştı. Aynen şimdi de AK Parti’nin kendisinden ayrılan, farklı politik zeminlerde kendine yer bulan ‘eski arkadaş’larına karşı ortaya koyduğu tutumlara benzer bir şekilde…

Demokratik Merkeziyetçilik yerine Muhafazakar Demokrasi söylemi…

Güven AK Parti kurulduğunda, yeni bir paradigma olarak ‘demokratik merkeziyetçilik’ önerisinde bulunuyordu.  Şöyle diyor: “Demokratik merkeziyetçilik… Yani merkezden alınacak kararların taşradaki en küçük birimlere kadar aynen uygulanması ve bu birimlerin uygulamadan sonraki eleştirilerinin de Genel Merkez’e iletilebilmesidir.” (S.84) Ama eski bir sosyalistin oldukça rasyonel fikrinin yerine Risale-i Nur çevrelerinden gelen Yalçın Akdoğan’ın formüle ederek partinin mottosu haline gelen “muhafazakar demokrasi” söylemi daha ağır basmıştı.

1 Mart Tezkeresine Karşı Çıkış, tutum ve Red…

Güven, o dönem vekil olmamasına rağmen, özellikle de Erdoğan’ın onay verilmesini istediği 1 Mart tezkeresi ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Oysa Mart tezkeresine olur vermek, ülkemizin gizlice işgali demekti. 80 bin ABD askerinin Türkiye’de konuşlanıp hava sahamızın ve limanlarımızın ABD emperyalizmi tarafından serbestçe kullanılmasıydı.” (S. 110) diyerek dönemin AK Partili vekillerin önemli bir kısmının telafisi imkansız bir yanlışa ‘dur’ dediğini teyit ediyor.

OHAL Uygulamasının Kaldırılması ve Çözüm Süreci…

Salt Kürt milliyetçiliğini bir tarafa koyarak söylersek Kürt solunun, içerisinden çıktığı zemin olan Türk solunun, izlemeye çalıştığı politikaların temelinde hem Marksizm’den kaynaklı bir diyalektik yaklaşım düşüncesi ile kendini ona yaslayan Kemalist felsefe gereği Kürt solunun milliyetçi handikaplara düşmemesi gerekirdi. Daha sonra Türk solunun, hemen her açıdan ‘gördüğü tehlike’ye binaen kendini tamamen Kemalizm’e yaslamasına koşut olarak Kürt solunun, özellikle de PKK’nin görünürde varlık sebebinin bağımsız bir Kürt devleri olduğu varsayılabilirdi. Gerçi işin içerisinde başka saiklerde vardı, her neyse…

PKK’nin giderek milliyetçileşmesi ve kangren halini alan Kürt sorununun çözümü için Erdoğan’ın şahsınsa AK Parti iktidarı, üzerine büyük bir yük almıştı. Bunun  canlı şahitlerinden biri de, solculuk döneminde bir müddet, ortak mekanlarda Öcalan ile bulunmuş olan Güven’in kendisi idi.”Ak Parti’nin, iktidara geldikten sonraki ilk icraatı OHAL yasasını kaldırmak oldu. Böylece insanlar duğu ve güneydoğuda rahatladılar. İstenmeyen olaylar belli ölçüde engellenmiş oldu. … “…devlet kendisinin yapması gereken işi Apo’ya havale etmiyordu.” (S. 117) Ama çözüm sürecinde esen barış rüzgarları ve oluşan bahar havası Güven’in de vurguladığı üzere sabote edilmişti: “Ben de Habur’daki karşılama törenlerinin abartıldığını ancak kamuoyunun tepkisini yükseltip süreci baltalamada PKK ile birlikte CHP; MHP ve barışa karşı olan dış ülkeleri, uyuşturucu mafyasını da hesaba katmamız gerektiğini söyledim.” (S. 155) dediğini ifade ediyor.

Geldik 12 Eylül İle Hesaplaşmaya…

CHP’yi konudan sarf-ın nazar ederek söylersek, 12 Eylül’den en çok şikayette bulunan MHP’nin ve onun vefat etmiş bulunan kurucu lideri olan Alparslan Türkeş’in yapması gerekmez miydi? Mamak’ın dili olsa da konuşsa idi ve susmasalardı. Güven ”Ah Mamak Cezaevi’nin dili olsa da… Metris’in, Bayrampaşa’nın dili olsa da orada kararan hayatları anlatsa, Ah Diyarbakır Cezaevi’nin dili olsa da konuşsa,  Diyarbakır Cezaevi’nin dili yok ama 12 Eylül’de orada yatan bazı MHP yöneticileri dürüstçe konuşsa.” (S. 160) diyerek onları kendileri ile yüzleşmeye çağırıyor, ama nafile. Kutsal devlet anlayışı güme giderdi galiba!

Güven MHP’lileri bu konuda konuşmaya, bildiklerini anlatmaya davet ederken, kendini salt milliyetçi ve ulusalcı olarak takdim eden zevat, siyasetçi, gazetecisi vb. bir koro oluşturarak, aslında İslami söylemden intikam alma hırsıyla Güven örneğinde olduğu üzere sol cenahtan gelip Müslüman/İslamcı olan şahsiyetlere karşı, çoğu kez de geçmişte ‘işlemedikleri’ “siyasi cinayetleri” onların üzerine atarak muhayyeli taşlıyorlardı.

Apo Benim Ev Arkadaşım!

Güven Ankara’da olduğu zamanlarda, birçok ortak mekanda Öcalan ile karşılaştıklarını altını çizmekte olup onunla birçok konuda farklı düşündüğünü belirtmektedir. Zaten Öcalan’ın –ve de birçok solcu Kürt gencinin- kendini/kendilerini giderek dönemin Türk solu içerisinden çekip almaları, akabinde onların bir kısmının Öcalan’ın liderliğinde farklı bir yapılanmaya gitmeleri dahi gösteriyordu Buna rağmen,  Hürriyet Gazetesi’nden bir bayan gazetecinin onunla yapmış olduğu röportajda öyle bir ifade geçmediği halde, kendisiyle görüşülen kişinin “Apo benim ev arkadaşımdı” ifadesi, bazı insanlar tarafından gazete unsurunun –günümüzde tüm çeşitleri ile medya- silah olarak kullanıldığını, kullanılabileceğini gösteriyordu. Bu sadece muhabirlerin ve gazetecilerin işi olmaktan ziyade patronlarında başvurduğu ‘geçerli’ bir yoldu, şimdide de olduğu üzere…

Eser bir dönemin aynası olup ideolojik kamplaşmanın tavan yaptığı bir süreci bizlere sunmaktadır.

(*)Bu indirgemeci ifadeyi, onun bazı eski arkadaşları 'bir 'ileri(!) zeka ürünü olarak yumurtlamış bulunmaktadırlar.  

Mamak’tan Mekke’ye, Mahmut Esat Güven, Bengisu Yayınları 1.Baskı, Mart-2020 İstanbul

Mahmut Esat Güven; AK Parti Kars eski milletvekili