‘Marksist’ Prenses’in vurgunu: Filler tepinirken ezilen Angola’nın 47 yıllık hikayesi

Yunus Emre Erdölen, serbestiyet.com’da “‘Marksist’ Prenses’in vurgunu: Filler tepinirken ezilen Angola’nın 47 yıllık hikayesi” başlıklı bir yazı kaleme aldı

‘Marksist’ Prenses’in vurgunu: Filler tepinirken ezilen Angola’nın 47 yıllık hikayesi

47 senedir bağımsız bir ülke olan Angola’da halk geçen çarşamba 5. kez devlet başkanlarını seçmek için sandığa gitti. Ana muhalefet partisi tarihinin en yüksek oyuna ulaşsa da seçimleri 47 senedir olduğu gibi yine iktidar partisi kazandı. 500 bin kişinin öldüğü bir iç savaş yaşayan, elmas ve petrol kaynakları dünün Marksist gerillaları, bugünün paragöz elitleri tarafından sömürülen Angola’nın hikayesi, otoriter bir zihniyetin bir ülkeyi nasıl uçuruma sürükleyebileceğini, verimli bir vahada bile halkına nasıl susuzluk yaşatabileceğini gözler önüne seriyor.

Her yıl dünyanın en zenginlerinin listesini yapan finans dergisi Forbes, 2014 yılında Isabel dos Santos’un 3.7 milyar dolarlık bir servetle Afrika’nın en zengin kadını olduğunu açıkladı.

Isabel dos Santos, Angola’yı 1979 yılından beri demir yumrukla yöneten Devlet Başkanı Jose Eduardo dos Santos’un kızıydı, fakat Forbes’un açıklamasına dek sahip olduğu servet hiç gündem olmamıştı.

Isabel dos Santos’un serveti şaşırtıcıydı. Angola mineral ve petrol kaynaklarıyla, elmas madenleriyle Afrika’nın en şanslı ülkelerinden biriydi. Fakat aynı zamanda nüfusunun %70’inin günlük 2 dolardan az bir gelirle geçindiği, %10’unun ise açlık sınırının altında olduğu bir ülkeydi. Petrol ve elmas satış gelirlerinin doğrudan veya devletin yaptığı yatırımlarla halka yayılmadığı bir ülkeden bir kadının milyarder listesine girmesi Forbes’u de şüphelendirdi. Angola hükümeti, lakabı “Prenses” olan devlet başkanının kızının başarısıyla övünüp ülkenin gururu olarak kamuoyuna duyururken, Forbes adı daha önce hiç duyulmayan bu girişimci iş kadınının servetinin peşine düştü.

Ortaya çıkan tablo sömürgeciliğin yıkımını atlatamayan, vesayet savaşlarına ev sahipliği yapan, ideolojilerin çıkarlar uğruna kenara bırakıldığı, kaynakları sömürülen, filler tepinirken ezilen bir ülkenin hikayesiydi.

Sömürge yönetiminden kurtulalım, sonra birbirimizi vururuz

Angola, 15. yüzyıldan beri Portekiz’in sömürgesi olan bir ülkeydi. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Angola halkı da bağımsız bir ülke olmak istiyor, hatta geç kalındığını düşünüyordu. Bağımsızlık mücadelesi için halk örgütlendi ve Portekiz yönetimine karşı birçok gerilla örgütü kurdu: Muhafazakarlar, Markist-Leninist, Maocu örgütler. Halk kendi siyasi tercihlerine, kabile kimliklerine göre farklı gerilla örgütlerine katılıyor ve güçlü bir direniş sergileniyordu.

Ülkeyi 38 yıl boyunca demir yumrukla yönetecek olan Jose Eduardo dos Santos, 1942 yılında böyle bir atmosferde başkent Luanda’da dünyaya geldi. Annesi temizlikçi, babası ise inşaat işçisiydi. Dos Santos lise yıllarında Marksist-Leninist gerilla örgütü olan MPLA’ya katıldı ve Portekiz sömürge yönetimine karşı mücadele vermeye başladı.

Üniversite yıllarında örgütü aktif bir şekilde destekleyen, silah ve finans desteği veren Sovyetler Birliği’nde eğitim görmek istedi. Sovyet idaresi altındaki Azerbaycan’a gitti. Bakü’de petrol mühendisliği ve radar iletişimi bölümlerinden mezun oldu. Rus asıllı Tatiana Kukanova ile evlendi. “Prenses” lakaplı Isabel dos Santos, Bakü’de doğdu. Tatiana ile Jose’nin evliliği uzun sürmedi, Jose sonrasında 4 evlilik daha yaptı, toplam çocuk sayısı hala bilinmiyor.

Üniversite eğitimini tamamlayan dos Santos ailesiyle birlikte 1970 yılında Angola’ya döndü, MPLA’nın dış ilişkiler komitelerinde aktif görev aldı. 1974’te Portekiz’de yapılan askeri darbe nedeniyle güç kaybeden sömürge yönetimi Angola’daki direnişe daha fazla dayanamadı ve ülkeden çekilmek zorunda kaldı. Marksist-Leninist gerilla örgütü MPLA, başkent Luanda’da kontrolü sağladı ve Angola’nın bağımsızlığını ilan etti. Marksist-Leninist bir devlet olarak kurulan Angola, Sovyetlerin tam desteğini aldı. 1975 yılında ülkenin ilk devlet başkanı Antonio Agostinho Neto oldu. Neto, Sovyetlerde eğitim görmüş, Küba ile yakın ilişkide olan MPLA üyesi dos Santos’u dışişleri bakanı olarak atadı. Neto’nun başkanlığı sadece 4 sene sürdü, kanser nedeniyle 1979 yılında hayatını kaybetti. Neto’nun ölümünün ardından dos Santos başkan seçildi. Karizmatik liderin yeni görevi çok zordu, çünkü Angola kurulduğu günden itibaren büyük bir iç savaşın içindeydi.

Sağcı gerilla örgütü FNLA ve Maocu örgüt UNITA, MPLA yönetimini tanımamış, silahlı direniş başlatmış, ülkenin farklı yerlerinde hak iddia etmişti. İç savaş kısa bir sürede Soğuk Savaş’ın gölgesinde yürütülen bir vesayet mücadelesine dönüştü. ABD, Güney Afrika’daki Apartheid rejimi ve Avrupa FNLA’yı desteklerken, Küba ve Sovyetler MPLA’yı desteklemeye başladı.

Kısa bir süre sonra UNITA da uluslararası destek almak için Maocu kimliğini geride bıraktı ve anti-komünist bir duruş sergileyerek ABD’nin desteğini almayı başardı. CIA ve Güney Afrika FNLA ve UNITA için silah ve asker gönderirken Küba MPLA için ülkeye askeri birlik yolluyor, Sovyetler ise para ve silah desteği sağlıyordu.

CIA’in aktif desteğini alan UNITA ve Sovyetlerin desteklediği MPLA 1992 yılına kadar savaştı. Yaklaşık 300.000 insan hayatını kaybetti. İnsanlar ölürken, eli silah tutanlar para kazanıyordu. UNITA sahip olduğu bölgelerdeki elmas madenlerinden elde ettiği “kanlı elmasları”, MPLA ise kamuya ait petrol şirketi Sonangol üzerinden petrolü dünyaya satmaya başladı.

Parayı bulana kadar devrimci

Dos Santos, Sovyetlerin güç kaybetmesiyle 1990’lı yıllarda Marksist-Leninist ideolojiyi geride bıraktı, ülkeyi yabancı firmaların yatırımlarına açtı, devlet kontrolünde bir “serbest” piyasa ekonomisi benimsedi. Devlete ait olan Sonangal şirketi Amerikan, Fransız şirketleriyle anlaşmalar yaptı, ülkenin petrol ihracatı artmaya başladı. ABD’deki Reagan hükümeti de bu değişimi gördü, MPLA ve UNITA’nın barış masasına oturmasını istedi. 1991’de barış anlaşması imzalandı ve iç savaş sona erdi.

Anlaşmaya göre UNITA silah bırakacak ve bir siyasi partiye dönüşecek, sonrasında da ülkenin ilk serbest seçimleri düzenlenecekti. 1992 seçimlerinde UNITA’nın komutanı Jonas Savimbi, MPLA’nın lideri dos Santos’a karşı aday oldu. Ülkeyi yıllardır yöneten dos Santos ilk kez seçmenin karşısına çıkıyordu.

İlk turda hiçbir aday %50’yi geçemediği için seçimler ikinci tura kaldı, fakat Savimbi birinci turu dos Santos’un 9 puan gerisinde bitirmesini kabullenemedi, seçimlerde hile yapıldığını iddia etti. Seçim gözlemcisi BM ve ABD yetkilileri hile iddialarının doğru olmadığını söyledi, UNITA ve Savimbi alıştıkları desteği kaybettiklerini fark etti, ikinci tura katılmayı reddetti ve yeniden silaha sarıldı. MPLA da bu süreci alevlendirecek şekilde seçim sonuçlarını kabul etmeyen silahsız göstericilerin üzerine ateş açtı, gerginliği alevlendirdi. Böylece iç savaş yeniden başladı.

ABD, UNITA’yı desteklememe kararı almasına rağmen iç savaşın yıkıcılığı devam etti. 2002’de UNITA lideri Savimbi pusuya düşürüldü ve öldürüldü. Savimbi ölür ölmez UNITA silah bırakmayı kabul etti, MPLA ile masaya oturdu ve siyasi bir partiye dönüştü. MPLA ve dos Santos galip gelmişti, fakat 2002 yılına kadar iç savaş nedeniyle 500.000 Angolalı hayatını kaybetmişti.

Dos Santos, 2002’de iç savaşın bitmesiyle ülkenin kapitalizme geçiş sürecini hızlandırdı, yabancı firmaların sayısı arttı, elmas ve petrol kaynakları tam verimli bir şekilde kullanılmaya başladı. ABD, İsrail, Çin elmas ve petrol şirketlerine yatırım yaptı. Sadece Çin tek başına 2004-2010 yılları arasında petrol karşılığında ülkedeki altyapı yatırımları için 10.5 milyar dolarlık kredi verdi.

MPLA rejimi, UNITA’nın kontrolündeki elmas madenlerini ele geçirmiş ve uluslararası yatırımcıların pay aldığı bir devlet şirketiyle işletmeye başlamıştı. Devletin gelirleri artmış, Angola en hızlı büyüyen ekonomiler arasına girmişti, fakat halk hala fakirdi. Devlet şirketlerinin elde ettiği gelir bir şekilde kayboluyordu, IMF’ye göre yaklaşık 32 milyar dolar uçmuştu. Devletin gelirleri nereye kaybolmuştu?

Devletin kasası: Prensesin cüzdanı

Dos Santos’un en büyük çocuğu ve ilk kızı Isabel dos Santos Bakü’de doğdu, Angola’da devlet başkanının kızı olarak büyüdü, eğitimini Londra’da aldı. 24 yaşında başkent Luanda’da “Miami Beach Bar” adında bir gece kulübü açtı, ülkenin en zenginleriyle arkadaşlık etmeye başladı. Zamanla ülkedeki politik elitin bir parçası oldu, iş insanlarıyla babası arasındaki iletişimi sağladı. Kongolu bir iş adamıyla evlendi, Afrika’daki zenginlerle de iletişimi kuvvetlendirdi.

 

Başkan dos Santos, UNITA’nın elinden aldığı elmas madenlerini işletmek için Ascorp adında bir devlet şirketi kurdu. Şirkette Rus ve İsrailli iş insanları %24.5, devlet %51 oranında hisseye sahipti, geri kalan %24.5’lik hisse ise Gibraltar’da kurulan bir yatırım fonuna aitti. Bu fonun sahibi Isabel dos Santos ve Rus kökenli annesi gözüküyordu. Böylece devletin elde ettiği elmas gelirlerinin çeyreği doğrudan dos Santos ailesine aktarılıyordu.

Dos Santos ailesi ikinci vurgunu, telekomünikasyon alanında yaptı. Dos Santos, 1997 yılında telekomünikasyon lisansını kamu ihalesiyle veren bir kararname yayınlamasına rağmen iki sene sonra bu kararnameyi iptal etti ve hükümetin ihale olmadan lisansı kamu-özel ortaklığı olan şirketlere verebileceğini ilan etti. Ülkenin ilk mobil telekomünikasyon şirketi UNİTEL kuruldu. Bu şirkette de %25’lik hissenin sahibi Isabel dos Santos oldu. UNİTEL ülke çapında yayılan cep telefonu kullanımı ile yıllık geliri 2 milyar dolar olan bir şirkete dönüşürken dos Santos ailesinin “Prenses”i hiçbir emek harcamadan para kazanmaya devam etti.

Bu sırada bir zamanların Marksist gerillası Başkan dos Santos lüks hayatın sınırlarını zorluyor, ABD’li şarkıcı Mariah Carey’i kendisine özel Noel konseri vermesi için Angola’ya getirtiyor, şarkıcıya 1 milyon dolar ödüyordu.

 

“Prenses” sahip olduğu hisselerden elde ettiği gelirlerle Portekiz ve Angola’da banka satın aldı, şirketlere ortak oldu, dünyanın çeşitli yerlerinde kayıt dışı para istifledi. Prenses zirveye 2016 yılında ulaştı; başkan babası tarafından devlete ait olan petrol şirketi Sonangol’un başına atandı.

Dos Santos’ların üçüncü vurgunu sağlık sorunları nedeniyle pek uzun sürmedi.

Her şeyin başı da sonu da sağlık

Ülkeyi 38 yıl boyunca demir yumrukla yöneten, 1979-2017 arasında sadece 3 seçim düzenlenmesine müsaade eden dos Santos, sağlık sorunları nedeniyle 2017 seçimlerinde bir daha aday olmayacağını açıkladı. Halefi olarak yakın müttefiki ve Savunma Bakanı Joao Lourenço’yu seçmişti. Lourenço da selefinin izinden gitti, 2017 seçimlerine hile karıştırdı ve oyların %60’ını aldı. Muhalefet ilk başta meclisi boykot etse de sonrasında hile iddialarını unuttu, meclise girdi, düzenin çarkları işlemeye devam etti.

Ülkenin üçüncü devlet başkanı olan Lourenço göreve gelir gelmez devletin kasasının boş olduğunu fark etti. Dos Santos ailesinin vurgununa bizzat tanık oldu. Lourenço ilk iş olarak Isabel dos Santos’u petrol şirketi Sonangol’dan, dos Santos’un oğlunu da Varlık Fonu Başkanlığı’ndan kovdu. Dos Santos’un oğlu Varlık Fonu’ndan 500 milyon doları kişisel hesaplarına aktarmakla suçlandı, tutuklandı ve yargılandığı mahkemede 5 yıl hapis cezası aldı. Isabel dos Santos ise ülkeden kaçtı, görevden alınmadan önceki son talimatı ise devlet şirketine ait 38 milyon doların dos Santos ailesinin yakın dostlarından birinin Dubai’deki şirketine aktarılması oldu.

Yeni devlet başkanı Lourenço, dos Santos ailesinin üstüne giderken yolsuzluk çarklarındaki diğer kişileri unutmayı tercih etti, sistematik bir reform yapmadı, belki de ileride çarkların başındaki kişileri değiştirmek ve düzeni devam ettirmek için kendisine bir yol çizdi.

Baba dos Santos ise tedavi için İspanya’ya gitti, soruşturmalar sırasında da orada kaldı. Bütün bunlar olurken Forbes muhabirleri ve zamanında dos Santos rejimini eleştirdiği için yargılanan ve ölümle tehdit edilen gazeteciler yolsuzlukları araştırmaya ve belgelemeye başladı. Fakat esas bombayı Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) patlattı ve bütün yolsuzluk ağını gözler önüne seren Luanda Belgeleri’ni ifşa etti.  

Isabel dos Santos ve eşi, devletten çaldıkları parayla dünya çapında 400 şirkete yatırım yapmış, Monte Carlo’da 55 milyon dolarlık ev, 35 milyon dolarlık yat, Dubai’de özel bir adada bulunan malikane satın almıştı. Angola’nın çalınan paralarından uluslararası şirketler de pay almış, dos Santos çifti PWC ve Boston Consulting Group’a yatırımlarını büyütmesi için 5.6 milyon dolar danışmanlık ücreti ödemişti. Yazdığı kitaplarda, çıktığı yayınlarda girişimcilik dersi veren ve hayat hikayesini ilham kaynağı olarak yansıtan Isabel dos Santos’un Afrika’nın en zengin kadını olmasını halkının parasını çalmasına borçlu olduğu nihayet ortaya çıkmıştı. Isabel Dubai’ye yerleşti. Belgelerin yayınlanmasından üç gün sonra Isabel dos Santos’un muhasebecisi intihar etti, 5 ay sonra da eşi dalış yaparken hayatını kaybetti.

Angola ve Portekiz’de yargıçlar derhal harekete geçti, hesaplar donduruldu, hisselere el kondu, ABD dos Santos çiftini yaptırım listesine aldı. Forbes de Isabel dos Santos’u milyarderler listesinden çıkardı. Prenses artık Afrika’nın en zengin kadını değildi. Bir zamanlar Paris Hilton’la partileyen, dünyanın en elit insanlarıyla arkadaş olan, Forbes’ta manşetlere taşınan Isabel dos Santos artık dünyanın her yerinde açılan yolsuzluk davalarının muhatabıydı.

 

Ülkeye dönüş

Eski başkan dos Santos, 38 yıl demir yumrukla yönettiği, kaynaklarını sömürdüğü ülkesine yıllar sonra bir tabutun içinde geri döndü.

8 Temmuz 2022’de İspanya’daki bir hastanede ölen dos Santos’un çocukları cenazenin Angola’ya geri verilmemesi için İspanya’da dava açtı, fakat davayı kaybettiler. Cenaze dos Santos’un dördüncü eşine teslim edilmek üzere Angola’ya gönderildi, Ağustos ayında da resmi bir törenle gömüldü.  

Mevcut başkan Lourenço, dos Santos’un cenaze merasimlerini 24 Ağustos’ta düzenlenen seçimler için kullandı, MPLA’nın tabanı hala dos Santos’u seviyor, sömürge karşıtı bir lider olarak görüyordu. Dos Santos’un cenazesi ekonomik adaletsizlik nedeniyle giderek oyu düşen MPLA’ya pek yardımcı olmadı. Seçimlerde MPLA tarihteki en düşük oyunu aldı ve Lourenço %51 ile başkan seçildi. UNITA, seçimlere gerilla olmayan merkez bir adayla girmiş, özellikle genç ve şehirli kesimlerin desteğiyle oyunu %44’e çıkarmıştı. MPLA her ne kadar başkanlık koltuğunu kaybetmese de yaşanan skandallar ve adaletsizlikler halkın oy tercihlerine yansımış, adil düzenlenmeyen ve hile karıştırılan bir seçimde dahi halk tepkisini gösterebilmişti.

Başkan dos Santos yıllar sonra bir tabutun içinde ülkesine dönmüş, bunca yolsuzluk ve skandala rağmen hala kendisini ağlayarak karşılayan bir parti tabanı bulabilmişti. Fakat kızı Dubai’de kaçak, oğlu ise hapisteydi. Ülkeyi soyan dos Santos’ların saltanatı bitse de halkın cebinden çalınan milyonları; kişisel iktidarlar için bir çırpıda harcanan, “büyük” ideolojiler için feda edilen 500.000 kişinin hayatını geri getirmek mümkün değildi.

 

Uluslararası danışmanlık şirketleri, Rus, İsrail, Amerikan, Çin şirketleri kazanırken, başkan ve ailesi ceplerini doldururken, yani filler tepinirken, bu hikayenin de 2022 seçimlerinin de kaybedeni Angola olmuştu.

Bir zamanların idealist, Sovyet destekli Marksist-Leninist gerillaları gücü ele geçirince eleştirdikleri sömürü düzeninin katmerlisini kurup ülkenin bütün kaynaklarını çekirdek ailelerine aktarmış, kendi halkını soymuş, kendi ideolojilerinden geriye sadece giydikleri kırmızı üniformalar kalmıştı.

 

Kaynak: Farklı Bakış