Marksist-Liberal

Mehmet Altan'ın yeni yazısı;

Marksist-Liberal

 

‘Hayat nasıl değişiyor’ sorusunun Marksist cevabıyla, ‘kaynaklar en verimli nasıl kullanılır’ sorusunun liberal cevabı bir araya gelebilir mi?


Bir yıl önce, “Silivri’de kendi kitabım bana yasaklıydı” başlıklı yazıda anlattıklarımın devamı var.

Ama önce olup biteni o yazıdan kısa bir alıntıyla özetliyeyim:
 
12 Şubat 2018 tarihinde Le Monde gazetesi benimle ilgili yarım sayfalık bir portre yayınladı. Orada kendimi ‘Marksist-Liberal’ olarak tanımladığım da vurgulanıyordu.
 
Bu ayrıntının altının çizilmesi hoşuma gitti ve kavram üzerine yeni bir yazı yazmak için kitabımı istedim.
 
Kitap ‘komisyon’ tarafından incelemeye alındı. Sabırla peşine düştüysem de kitabı hiçbir zaman ele geçiremedim.
 
Kendi yazdığım kitabı neden bana vermediler tam anlayamadım.
 
Sanıyorum 12 Eylül döneminde olduğu gibi hem markszim hem de liberalizm korku salmaya yeterken bir de ‘Marksist-Liberal’ kavramının ortaya çıkması bu konulara çok da aşina olmayan yönetimde çifte korku yarattı
.”

***

Geçen yıl “kavram üzerine yeni bir yazı yazmak” için Marksist-Liberal isimli kitabımı istediğimi söylemiş ama “yeni yazının” akıbetinden söz etmemiştim…
O yazıyı yazdım ama yayınlamadım.
***
Geçen gün Silivri Notları’na göz atarken, hücrede yazıp yayınlamadığım o yazıya rastladım.
Şöyle yazmışım:
Marksist – Liberal
 
Bir keresinde ünlü bir beyin cerrahı bana, ‘beyin gibi karmaşık, sofistike bir organı kalp gibi basit bir pompanın çalıştırması çok tuhaf’ demişti.
Gözümüzün önünde duran, bildiğimiz ama kelimelere döküldüğünde şaşırtıcı bir gerçekti söylediği.


Ben de aynı şeyi felsefe için düşünüyorum.
Dünyanın en karmaşık, en sofistike cevapları dünyanın en basit sorularından çıkar.
Bu soruların en temel, en kısa en basit olanı da ‘hayat nedir’ sorusudur.
Soru o kadar basittir ki bugüne dek hiç cevaplamamıştır.
Ben bir hapishane hücresinde oturan, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum bir profesörüm.
Her konuya ‘hayat nedir’ sorusuyla başlayacak kadar bol vaktim var.
Ama sizin o kadar vaktiniz olmadığını düşündüğümden biraz daha uzun bir soruyla başlayacağım;
- Biz yüz yılda Oliver Twist romanından Matrix filmine nasıl geldik?


***

Sanattaki bu değişim, iki yapıt arasındaki çarpıcı farklar bize kısa yoldan 19. Yüzyıl'ın koşullarıyla 20. Yüzyıl'ın koşulları arasındaki değişimi de gösteriyor.
Buradan da felsefenin, bilimin, sanatın cevabını ortaklaşa aradığı başka bir temel soruya geliyoruz;
- Hayat nasıl değişiyor?


***

Kabaca, ‘Hayat, üretim araçları değiştikçe değişiyor’ diyen, Marksist açıklama bana hala en doğru cevap gibi gözüküyor.
Buharlı makineden nano teknolojiye geçince Oliver Twist'ten de Matrix'e geçiyorsunuz.
Değişimin sırlarını en iyi Marksist felsefenin çözdüğünü düşünüyorum.


***

İkinci basit soru, ‘bu değişim sırasında kaynakları en verimli nasıl kullanırız’ sorusu.
Liberalizm'in ‘piyasanın sihirli eli’ görüşünün, kaynakların en verimli biçimde kullanılmasının hala en geçerli yöntemi olduğu kanaatindeyim.

***

‘Hayat nasıl değişiyor’ sorusunun Marksist cevabıyla, ‘kaynaklar en verimli nasıl kullanılır’ sorusunun liberal cevabı, bir insanın zihninde bir araya geldiği gibi hayatta ve siyasette de bir araya gelebilir mi?

Eğer bir araya gelirse, 20. Yüzyıl'ın bu iki ‘düşman’ anlayışın sentezinden insanoğlunun mutluluğu ve refahı için ‘üçüncü’ bir anlayış çıkar mı?

***

‘İnsanın eşitliğine ve ortak mülkiyetine’ dayalı Marksist görüş, teoride ‘devlete karşı’ olsa da pratikte ne yazık ki bir devlet zorbalığına dönüştü.

Liberalizmin ‘piyasa’ anlayışı da pratikte vahşi bir bencilliğin ve vicdansızlığın meşrulaşmasına yol açtı.

20. yüzyılın sonuna gelindiğinde özünde sağlam görüşler taşıyan bu iki farklı anlayışın da insanoğlunun mutluluğunu sağlamakta yetersiz olduğu ortaya çıktı.

***

Şimdi 21. yüzyıldayız.
Artık işçi sınıfı çoğunluğu oluşturmuyor.
Sermayenin yerini de bilgi aldı. Bilginin tazelenmesi, sermayenin girişimciliğinden çok daha büyük zenginlik yaratıyor.


*** 

Yeni çağın en büyük ve en yeni gerçeği ne?
Tabii ki ‘sanal’ dünya.
‘Reel’ dünyada çoğunluğu bilgisayarlar ve robotlar tarafından gerçekleştirilen üretimin dağıtımı sanal dünyada yapılıyor artık. Neredeyse üretilen her şey ‘sanal’ alanda duyuruluyor, görüşülüyor, anlaşılıyor, satılıyor.


Bir de üretimi de dağılımı da ‘sanal’ alemde yapılanlar var. Facebook, google, twitter, internet oyunları, internet filmleri ‘sanal’ alemin üretimleri.

Bu iki gerçeğe birden baktığımızda ‘sanal dünyanın’ artık ‘reel’ dünyanın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve sanal olmaktan çıkıp ‘reel’ bir kimlik kazandığını görüyoruz.

***

Bu gelişmeler, ‘sanal âlemin’ artık hem bir ‘üretim aracı’, hem de tarihte eşi görülmemiş biçimde ‘ortak mülkiyeti’ gerçekleştirdiğini gösteriyor.

Sanal âlem, hem ‘ortak mülkiyete’ hem de ‘bireysel yaratıcılığa ve yatırımcılığa’ açık.

Bir bilgisayarı ve bir fikri olan herkes şimdi emeği ve sermayeyi kendi varlığında birleştirebiliyor.

Haliyle sömürü kavramı da değişiyor.
Bir buluş yapan, yeni bir bilgi yaratan herkes bir servet kazanıyor ama bu servetin oluşmasında ‘emeğin’ ve ‘sömürünün’ payı ya tümüyle yok oluyor ya da minimuma iniyor.

***

Sanal alan sömürüyü minimuma indirerek yok olma sürecine sokuyor, ortak mülkiyeti doğal biçimde yaratıyor. Aynı zamanda bireyselliğe, bireysel yaratıcılığa ve girişimciliğe de sonuna kadar açık.

Teknolojik gelişme bize Marksist ve liberal anlayışın ‘ortak’ alanını da açıkça gösteriyor zaten.

***

Üretimin insanlar tarafından gerçekleştirildiği, üretim araçlarının tekelinin sadece belli bir azınlığın elinde olduğu, insanın insanı sömürdüğü, devletin zorba bir gücü temsil ettiği ‘reel dünya’ artık eskisi kadar ‘reel’ değil.
Geride kalmış bir dünya.

O yüzden verilen her siyasi kavga da kaçınılmaz biçimde ‘gericileşiyor’, milliyetçiliğe ve sonuçsuz çatışmalara kayıyor.
Çözümü ‘geçmiş’ bir dünyada aradığı için de böyle olması kaçınılmazdır.

***

Bu ‘yeni’ dünyada ‘yeni’ siyaset nasıl olmalı?
Marksist ve liberal anlayışı kendi varlığında birleştiren sanal âlemin yaygınlaştığı, bir dünyada nasıl bir yol izlenmeli, insanlığın ortak memnuniyetini sağlayacak siyasi anlayışı nasıl geliştirmeliyiz?


***

Ben bir hapishane hücresinde oturuyorum, vaktim bol.
Eğer bu konu insanların ilgisini çekerse, yeni siyasetin nasıl olması gerektiği konusundaki fikirlerimi söylemekten de sevinç duyarım.