Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden hemen önce, ABD’nin New Jersey eyaletinin Newark kentinde, Drew Ali isimli bir adam kendisine küçük bir dinî cemaat kurmuştu. Bağlılarının “peygamber” olarak iman ettiği Drew Ali, Mısır’a ve Kuzey Afrika’ya seyahatler yaptığını, orada kendisine “Kur’ân’ın kayıp bölümü”nün verildiğini, böylece ilahî bir misyonla Amerika’yı aydınlatmak üzere gönderildiğini iddia ediyordu. Newark’tan sonra Philadelphia ve Detroit’te de teşkilâtlanan Drew Ali ve taraftarları, 1925’te Chicago’ya geçerek, ertesi yıl orada büyük bir ibadethane inşa ettiler. “Mağribî Bilim Mabedi” isimli bu yapı, ABD’nin çeşitli kentlerindeki şubeleriyle birlikte 40 bine yakın “mümin”e hitap ediyordu.
Drew Ali 1929’da 43 yaşında öldüğünde, bıraktığı ekonomik ve dinî mirasın nasıl yönetileceği hususunda cemaat içinde ayrılıklar yaşandı. Sadık öğrencilerinden biri olan Wallace Fard Muhammed, sonraki süreçte lider bir şahsiyet olarak sivrildi ve önemli sayıda cemaat üyesini yanına çekmeyi başardı.
Wallace Fard Muhammed, hakkındaki az miktarda bilginin önemli çelişkiler barındırdığı, karanlık bir şahsiyetti. Taraftarları onun Mekke’de dünyaya geldiğine inansa da, FBI raporlarına göre “İngiliz bir baba ile Polinezyalı bir annenin çocuğu olarak Yeni Zelanda’da doğmuş, ardından ABD’ye iltica etmiş”ti. Esmerliği sebebiyle “siyahî” olduğu düşünülen Muhammed, yine aynı raporlarda “beyaz ırka mensup” olarak tanımlanmıştı. 1930’dan itibaren dört yıl boyunca, siyahîlerin yoğunlukta yaşadığı Detroit kentinde elbise satıcılığı ile meşgul olan Muhammed, evden eve dolaşarak siyah ırkın beyazlara olan üstünlüğünü anlattı, İncil ve Kur’ân’dan pasajlarla taraftar topladı. “Nation of Islam” (İslâm Milleti) adını verdiği cemaatinde, sağ kolu ve yardımcısı, 1931’de kendisine tabi olan Elijah Muhammed adlı siyahî bir şahıstı.
Wallace Fard Muhammed’in 1934’te gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasının ardından, Nation of Islam’ın kontrolü tümüyle Elijah Muhammed’e geçti. Elijah, üstadının öğretilerini pratikte bir dine dönüştürerek, onun “Tanrı’nın insan biçiminde tecessümü” olduğu inancını yaydı. Kendisi de -doğal olarak- “Tanrı’nın elçisi”ydi.
Uzun yıllara dayalı çalışmalarla Detroit, Chicago, New York ve Phoenix’te merkezler kuran ve ABD çapında teşkilâtlanan Nation of Islam, 1952’de karizmatik ve güçlü bir hatibi saflarına kattı: Malcolm Little. Müslüman olduktan sonra “X” soyadını benimseyen Malcolm’le birlikte Amerikan kamuoyundaki görünürlüğü artan Nation of Islam, birçok vesileyle ve sıklıkla ülke gündemine giren bir harekete dönüştü. Elijah Muhammed’in yardımcısı ve teşkilâtın ikinci adamı olan Malcolm, bir süre sonra üstadıyla fikir ayrılıklarına düştü. Elijah’ın gayri meşru ilişkilerini ortaya çıkaran Malcolm, bunları teyit ettirince, 1964 martında Nation of Islam’dan ayrıldı.
Hikâyenin devamı, Türkiyeli okurların aşina olduğu ayrıntıları içeriyor: Afrika ve İslâm dünyasında uzun seyahatlere çıkan Malcolm X, nihayet hacca gidip de oradaki “renk cümbüşü”nü görünce, İslâm’ın ırklar üstü kapsayıcılığını idrak eder. Böylece, Nation of Islam’ın kendisinde meydana getirdiği itikadî arızalardan tamamen arınarak, İslâm’ın gerçek yüzüyle tanışır. 21 Şubat 1965 günü, New York’ta Nation of Islam üyelerinin kurşunlara hedef olan Malcolm X, son nefesini verdiğinde henüz 39 yaşındadır.
***
ABD’nin Minneapolis kentinde 25 Mayıs günü George Floyd adlı siyahînin beyaz bir polis memuru tarafından vahşice öldürülmesiyle ülke savaş meydanına dönerken, Malcolm X’in 20 Mayıs 1962’de Los Angeles’ta yaptığı bir konuşma yeniden gündeme geldi. Polis şiddetine kurban giden bir siyahîyi anma töreninde sahneye çıkan Malcolm, konuşmasında, ABD’de hâkim olan düzeni yerden yere vuruyor, siyahlara yapılan ayrımcılığı eleştiriyor ve kendisini dinleyenlere cesaret veren sözler söylüyordu.
Hem sosyal medyada hem de internet ortamında milyonlarca kişi tarafından paylaşılan video kaydına yapılan yorumlar, Malcolm X’in adeta yeniden keşfedildiğini gösteriyordu. Bunlar arasında, “Seni bize yanlış tanıtmışlar”, “Biz seni radikal sanıyorduk, oysa...”, “Sanki bugünü anlatıyor”, “Malcolm, idolümüzsün”, “Bu ülkenin sana ne kadar çok ihtiyacı vardı”, “Keşke bugün yaşıyor olsaydın”, “Bu konuşma, televizyonlarda yayınlanmalı” türünden sayısız cümleyi görmek mümkündü. Yorumların ciddî bir bölümü gayrimüslimlerden ve beyazlardan geliyordu üstelik.
***
Bugünlerden bakınca, Malcolm X’in olağanüstü serüveni bize şunu söylüyor: Doğru adımları atın ve istikametinizden hiç sapmayın. Tarih, sizin hakkınızı asla yemeyecektir.