Vahap Coşkun yazdı;
MetroPoll Stratejik ve Sosyal araştırmalar Merkezi, yılın son araştırmasını yayınladı. 2021 Biterken: Ekonomi ve Siyaset başlıklı bu araştırma; seçmenlerin oy verme eğilimleri, ekonomik gidişata dair düşünceleri, ayrımcılık ve göçmenlere dair psikolojileri, partileri ve siyasi aktörleri tasvip etme dereceleri gibi birçok konuda mühim bilgiler içeriyor.
Türkiye, yıl boyunca en çok iktisadi meselelerle meşgul oldu. Bilhassa 2021’in son çeyreğinde yaşanan ve insanları endişeye sevk edecek kadar keskin olan dalgalanmalar nedeniyle, her yerde ekonomi konuşuldu. Halkın % 71’i ülkenin en önemli sorununun ekonomi/işsizlik olduğunu düşünüyor. % 72’si son bir yıl içinde geçim koşullarının kötüleştiğini söylüyor, gelecek yıl ekonomide bir iyileşme bekleyenlerin oranı ise ancak % 18.
Ekonominin kötü idare edildiğine (% 79) dair yerleşmiş bir kanaat var. On kişiden sekizi ekonominin kötü yönetildiğini belirtiyor. İktidar partilerinin seçmenlerinde de rahatsızlık kendini belli ediyor. AK Partili seçmenlerin % 39’u ve MHP’lilerin % 23’ü ekonominin iyi yönetildiğini ifade ederken, ekonominin kötü olduğunu söyleyenlerin oranı AK Partililerde % 59’u ve MHP’lilerde de % 67’yi buluyor. Son bir yıl içinde hükümetin izlediği ekonomik politikalara güveni azalanlar % 76’ya yükselirken, güveninin arttığını belirtenlerin sayısı % 9’da kalıyor.
Halkın kahir ekseriyeti refah düzeyinin kötüleştiğini (% 72), herhangi bir tasarruf yapamadığını (% 79), borçlu olduğunu (% 72), gıda harcamalarını karşılayamadığını (% 14) veya zorlukla karşıladığını (% 57) dillendiriyor. Keza halk, TÜİK’in enflasyon rakamlarına da inanmıyor. TÜİK’in açıkladığı % 21 enflasyon oranıyla hemfikir olanların sayısı yalnızca % 2; buna mukabil halkın % 7’si enflasyonun % 25 ile % 50 arasında, % 29’u % 50 ile % 100 arasında ve % 62’si de % 100 veya üstünde olduğunu düşünüyor.
Sorumlu kim?
Velhasıl iktisadi yara derin; halkın % 84’ü, içinde bulunulan hali bir “ekonomik kriz” olarak tanımlıyor. Hükümete ve geleceğe yönelik beklentiler de karamsar; seçmenin % 70’den fazlası işsizlik, faiz, hayat pahalılığı, ekonomi yönetimi, döviz kurları gibi konularda hükümetin performansını başarısız buluyor. % 78’i de ülkenin gidişatının kötü yönde olacağı kanısını taşıyor.
Her ne kadar iktidar ekonomideki bu kara tablonun sorumluluğunu kendi dışındaki faktörlerle (dış güçler, muhalefet, stokçular, iş dünyası, faiz lobisi, vb.) açıklamaya çalışsa da, sorumluluğu başkasının sırtına yüklemeyi amaçlayan bu strateji, halk nezdinde pek kabul görmüyor. Ekonominin mevcut kötü halinden bütünüyle Erdoğan’ı sorumlu tutanlar % 56, Erdoğan’ı kısmen sorumlu görenler ise % 29 olarak çıkıyor. Dolayısıyla toplamda seçmenlerin % 85’i, iktisadi sahada olan bitenleri Erdoğan’ın hesabına yazıyor.
Tek adam olarak görülmek Erdoğan için yararlı da olabilir, riskli de. Eğer yaşanılan ekonomik krizden bir çıkış yolu bulunursa, bu Erdoğan’a “büyük bir siyasal sermaye” yaratır. Lâkin bir çare bulunamaz ve kriz derinleşirse, bu da Erdoğan’ın ve partisinin seçmen desteğini ağır bir şekilde tahrip edebilir.
Erdoğan için büyük bir riskin olduğu rakamlara da yansıyor. Geçmiş seçimlere rakipsiz olarak giren Erdoğan’ın gelecek seçimde işi zor görünüyor. Çünkü hem Erdoğan’ın seçimi kazanamayacağını düşünenlerin oranı artıyor (% 52), hem de Erdoğan kamuoyunda adı zikredilen muhalefetin dört cumhurbaşkanı adayından sadece birine karşı ipi göğüsleyebilirken diğer üçüne geçiliyor.
Beştepe’nin rüya senaryosu
MetroPoll’e göre; Erdoğan’a karşı Mansur Yavaş 21 puan (% 33’e % 54), Ekrem İmamoğlu 12 puan (% 37’ye % 49) ve Meral Akşener de 2 puan (% 38’e % 40) önde görünüyor. Rakibinin Kılıçdaroğlu olması halinde ise Erdoğan 5 puan farkla (% 37’ye % 42) yarışı kazanıyor. İki noktanın altının çizilmesini gerektiriyor bu veriler.
İlki, bazı muhalif kesimlerde var olan “İktidar o kadar kötü ki aday kim olursa olsun seçimi kazanır” hissiyatının gerçeklerle bağdaşmadığıdır. Adayın kimliği önemlidir; dayanaksız bir erken zafer havasına girmek muhalefette telafisi imkânsız hasarlara neden olabilir.
İkincisi, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a karşı çıkması, Beştepe için bir rüya senaryosudur. CHP genel başkanının, son dönemlerde bir cumhurbaşkanı adayının kampanyasını andıran faaliyetlerinin, en çok Külliye civarlarında memnuniyetle karşılandığını tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Tam bu noktada, İçişleri Bakanlığı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkında başlattığı “özel teftiş”e dikkat edilmelidir. İki gayesi olabilir bu teftişin: Biri, gündemi bulandırmak ve CHP’yi terör soruşturması üzerinden hırpalamaktır. Diğeri ise, İmamoğlu’nun görevden uzaklaştırmak ve kaybı bir türlü hazmedilemeyen belediyeye el koymaktır. Eğer İmamoğlu’na yönelik böyle bir tasarruf olursa, o zaman İmamoğlu cumhurbaşkanlığının doğal bir adayı haline gelir ve neticede iktidar kendi ayağına sıkmış olur.
Direnç noktasının altında
Kararsızlar dağıtılmadan AK Parti % 24, CHP % 20, İYİ Parti, % 11, HDP % 9 ve MHP de % 4 oy alıyor. % 24, MetroPoll’un bugüne kadar ölçtüğü en düşük AK Parti oyunu ifade ediyor. Bir süredir % 25’in üzerinde seyreden AK Parti oylarının bu direnç noktasının da altına düştüğü gözleniyor. Bunun en önemli sebebi olarak, oy deposu olarak görülen alt-gelir grubunun yaşadıkları ekonomik sıkıntılardan ötürü AK Parti’ye verdikleri desteğin kısmi de olsa azalması gösteriliyor.
Kararsızlar dağıtıldığında AK Parti % 32’ye, CHP % 27’ye, İYİ Parti % 14’e, HDP % 12’ye ve MHP de % 5’e ulaşıyor. Toplamda oy tercihini belirtmeyenlerin oranı % 26; bunun % 11’ini kararsızlar, % 10’unu protesto oyu vereceğini söyleyenler ve % 5’ini de cevap vermeyenler oluşturuyor. Kararsızlar içinde AK Parti’nin 9, CHP ve MHP’nin 3, İYİ Parti ve HDP’nin de yaklaşık 1 puanlık oyları var. 24 Haziran’da protesto oyu kullanan ve cevap vermeyen yaklaşık 9 puanlık kitle çıkartıldığında kalan 17 puanın 12’sinin AK Parti ve MHP’den gelen seçmen olduğu anlaşılıyor.
Ekonominin krizde olduğu ve iktidarın da gelecek adına kitlelere umut vermediği bir vasatta, muhalefetin kararsızlar için bir çekim merkezi olması beklenir. Ama kararsızlardaki genel tavır değişmiş değil; iktidar ile arası açılan seçmen doğrudan bir muhalefet partisine yönelmiyor. İktisadi kaynaklı şikâyetlerin ayyuka çıktığı bir dönemde dahi muhalefet bloku, ülkeyi ve ekonomiyi iktidardan daha iyi idare edebileceği algısını seçmende yaratamıyor.
Seçmenin geniş bir kredi açmaması muhalefet için tehlikeyi büyütüyor, iktidara ise bir fırsat kapısı açıyor. Mevduatın dövize bağlanmasında ve asgari ücretin beklentiler ölçeğinde artırılmasında olduğu gibi, kısa vadede memnuniyetsizlikleri nispeten azaltacak ve istikrarı -ya da istikrar umudunu- temin edecek hamleler, iktidarın zaten çeperinde duran kararsızları kendine çekmesini sağlayabilir. Dolayısıyla elinin tersiyle itiyor görünse de iktidar için erken veya baskın bir seçim, makul bir seçenek olarak masada duruyor.