ABD gerçekten Brunson´u istiyor mu emin değilim. Kanaatimce tansiyonu bilerek, taammüden yükseltiyorlar. Şayet dertleri Brunson´u almak olsa idi, en azından Merkel gibi davranırlar, kendileri açısından önemli(?) olan Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi seçmezlerdi. Ancak tehdit dilini kullanarak bir şeyleri örtmek istiyorlar gibi bir hava var sanki. Suriye mi, İran mı, Kıbrıs mı, 15 Temmuz´daki ülkelerinin rolünü tamamen tartışma alanından çıkarmak mı, ya da başka bir şey mi bunu yakın zaman içinde göreceğiz.
Diğer taraftan aklıselim sahibi herkes bu ekonomik krizin sadece Rahip Brunson´dan kaynaklanmadığını ama ABD´nin tavrının krizi daha da derinleştirdiğini bilir. Zaten uzun zamandan beri ekonomideki bazı gelişmeler ve veriler bu kadar olmasa da böyle bir krizin geleceğini haber veriyordu. Yani bu sorunun Brunson´la başlayıp onunla biteceğini düşünenler büyük bir yanılgı içine düşmüş olurlar. Problem sağlıklı bir bakışla teşhis edilmezse krizin etkisi kalıcı hale gelir. Önce biz ne yaptık da bunlar başımıza geldi diyerek sorunun içerdeki boyutuna odaklanmak gerekir.
Peki, hangi adımları atarak işe başlayabiliriz?
Öncelikle ekonomide Derviş-Fischer modelinden bir an önce vazgeçilmelidir.
Tarımdaki kotalar planlı bir şekilde ve acil olarak, aşama aşama kaldırılmalıdır. Sanayicinin, üreticinin, çiftçinin, hayvancılıkla uğraşanların ana gider kalemlerindeki vergi oranlarını düşürerek onlara bu yolla üretim desteği sağlanmalıdır.
Müteahhit için sıfır risk anlamına gelen, yanlış sonuçları bugün daha net ortaya çıkan, milletin sırtına yük olan Yap-İşlet-Devret modeli bırakılmalı ve üretime dönük olmayan yatırımlar ertelenmelidir. İnsanları doğduğu yerde doyuracak makro planlar yapılmadan ekonominin ayağa kalkamayacağı gerçeği iyi anlaşılmalıdır.
Neredeyse bir yılda ödenen faiz kadar olan israfa son verilmeden, kamuda tasarruf seferberliği başlatılmadan millet yöneticilerin ciddiyetine inanmaz. Hiç kimse kendisini kandırmasın. Başını kuma gömmesin. Et, buğday, şeker, bakliyat gibi temel gıda maddelerinde bile ithalat yapmadan duramayan, yükselen fiyatları planlı üretimi teşvik yerine ithalatla düşürmeye çalışan hiçbir ülke ne enflasyona, ne de dövize karşı başarılı olamaz. İbrahim Kahveci, ?Dış borç oranı yükseldikçe, bağımsızlık oranı düşer? diyor. Çok doğru söylüyor. Çünkü ekonomisi dışa bağımlı olan, cari açık, bütçe açığı gibi açıklar ekonomisinin genel karakteristiği haline gelen, kendi ayakları üzerinde durabilmeyi başaramayan bir ülke bağımsızlığından taviz vermek gibi bir yanlış sürecin içine girer.
Bu arada Amerika´nın tavrına şaşıranlara hayret ediyorum. ABD Soğuk Savaş sonrası her şeyi gözümüzün içine baka baka yapıyor. Hâl böyleyken ABD´den stratejik müttefik olmayacağını bugün anladıysak vay halimize. Türkiye tutarlı, mantıklı ve akıllı hareket etmek zorundadır.
Dün çok yaşa Trump, bugün kahrol Amerika diyenlerle sorunlar çözülmez, aksine artar.
Son olarak bu krizle ilgili nasıl bir tavır içinde olunması gerektiğine dair şunları ifade etmek isterim. İster iktidarı destekleyin, ister karşısında olun. Her hâl ve şart altında sağduyulu bakış asla kaybedilmemelidir. Sevgide de, yergide de ölçülü ve adil olunmalıdır.
Yanlış yapanlardan hesap sorulması gerekiyor ise bu millet kendisi sorar. Bir tane çakıl taşımızı bile şunun bunun önünde pazarlık konusu yapmayız. Eksiğimizle, fazlamızla, yanlışlarımızla, doğrularımızla, iktidarımızla, muhalefetimizle bizler aynı vatanın evlatlarıyız.
Unutmayalım ki, bu ülke Trump´ın anladığı dilden ?MakeTurkey Great Again? yani bir anlamda ?Yeniden Büyük Türkiye? olacaksa, bu ancak onurlu, ilkeli, sabırlı, tutarlı, kucaklayıcı, toparlayan, fedakâr, gayretli, basiret sahibi, olaylara feraset penceresinden bakabilen, dirayetli ve derdini sırtına yük olarak görmeyen insanlarıyla mümkün olabilecektir.