Tarih: 14.08.2019 11:33

Mahşerin dört atlısına karşı

Facebook Twitter Linked-in

Ak Parti´nin çizgi değiştirip ırkçı/milliyetçi ideolojiye savrulması ile beraber Türkiye´de kurşun gibi ağır bir yönetim krizi baş gösterdi. AKP´nin muhafazakâr milliyetçi kutup ile seküler milliyetçi kutup arasında bir gondol gibi gidip gelmesi iktidar krizini derinleştirdiği gibi, devleti oluşturan kurumların da kimlik krizine girmesine sebep oldu. 

Türkiye´de ?tek adam? iktidarını inşa etme yolunda, devletin bütün kurumları tek rengin tonlarına bürünüp tek adama güç katarken, kendi kuvvetlerini kaybedip yüzlerce kurumu, binlerce çalışanı ile beraber zayıflatıp tek insan kuvvetine düşürdü.

Bu trajediyi müşahhaslaştırmak için Türkiye´nin medya düzenine bakmak yeterli olacaktır. Ulusal bazda yayın yapan onlarca gazetenin, tek bir bağımsız gazete kadar etkiye sahip olmadığını ve onlarca televizyon kanalının, bir özgür kanal kadar inandırıcılığının olmadığını bunları idare edenler dahi bazen ağızlarından kaçırıyorlar. Öyle ki, bu mecraları süsleyen yüzlerce gazeteci, televizyoncu, akademisyenin de bir tek kişi kadar toplum üzerinde etkisi olup olmadığı tartışmalıdır. Ama bu etkinin, bir gerçek düşünürün topluma etkisinden daha fazla olmadığı bir gerçektir. Bütün bu vahamet, tek adam rejiminin her şeyi tekleştirirken, herkesin ve her şeyin etkisini, tek adam etki düzeyine düşürmesinden başka bir şey değildir.

Aynı vahametin siyasi partiler arasında da yaşandığı bir gerçektir. AKP, CHP, MHP ve İYİ P bir rengin dört farklı tonundan başka bir şey değildirler. İktidarın uyguladığı iç ve dış temel politikalarda bu dört partinin ortak bir mutabakata sahip olduğu bir gerçektir. 

AKP´nin insan onurunu hiçe sayarak oluşturduğu terör paradigması bu dört parti tarafından aşağı yukarı paylaşılmaktadır. Bu paradigmaya göre (aynı zamanda Emniyet´in resmi rakamlarına göre) Türkiye´de 10 milyon civarında terör şüphelisi ve milyonlarca terörist vardır. Nerede ise hane başına bir terörist düşmektedir. Üstelik on milyonlarca da vatan haini bulunmaktadır. Almanya da bir ara aşağı yukarı böyle idi. Almanya´nın yıkımı ile sonuçlanan bu paradigmadan sonra yazılan Alman Anayasası´nın ilk maddesi ?İnsan onur ve haysiyeti dokunulmazdır? şeklinde olmuştu. Şimdi Türkiye yıkılmadan, bu deli saçması paradigmanın yerine insan onur ve haysiyetini korumayı garanti edecek bir siyasi harekete ihtiyaç vardır.

Türkiye´nin son iki asırdır çözüm üretemediği Kürt sorununa bu dört partinin yaklaşımı aşağı yukarı aynıdır. Aynı otoriter, militer ve devletçi çözümü savunagelmektedirler. Üstelik iki yüzyıldır sorunu çözemeyen bu yöntemde anlaşılmaz bir şekilde hep beraber ısrar etmektedirler.

Dış politikada da aynı garabet yaşanmaktadır. Aleni bir şekilde Türkiye´ye düşmanlık eden ve tarihsel olarak sürekli Türk topraklarını işgal ederek Türkiye´ye doğru ilerleyen Ruslara karşı anlaşılmaz bir aşk duyulmaktadır. Düne kadar Ruslarla ve ideolojileri ile mücadele etmek için dernek kuranların bir anda Rusların kara sevdalıları olarak yollara dökülmesi ?veminelgaraib?dendir. Solcuların Moskof aşkını anlarım da Ülkücülerin ve İslamcıların bu aşka nasıl tutulduklarını anlamakta zorlanıyorum. ?Ülkücüler ve İslamcılar Moskova´ya? diye tezahürat yapasım geliyor. Bu durumun bağımsızlık olarak topluma anlatılması tarihin gördüğü en büyük çelişkilerdendir. 

Evet buhranlar, krizler ve belirsizlikler girdabında savrulan Türkiye´nin iktidar sorunu kadar muhalefet sorunu da derinleşerek devam ediyor. Arada sırada başını kaldırıp birkaç muhalif kelamla muhalefet edenlerin, birkaç gün sonra iktidar ile aynı çizgide durduklarına şahit oluyoruz. 1930´lu yılların CHP´sinin siyasi idealleri bir bir gerçekleşirken, CHP´den esaslı bir muhalefet beklemek tam bir ham hayal ve safdillik olur. Aynı şekilde MHP ve İYİ P de iktidar olamadıkları halde, milliyetçi politikalarının iktidar eliyle gerçekleştirilmiş olmasının verdiği konforu yaşamaktadırlar. Her üç parti de devletin amaçları gerçekleştirilirken meydana gelen yıkımın faturasının AKP´ye kesileceğini biliyorlar.

Ak Parti´nin çizgi değiştirip, düne kadar muhalefet ettikleri ile aynı doğrultuda bir organizmaya dönüşmesinin, Türkiye´de hürriyeti, ileri demokrasiyi, evrensel hukuku, toplumsal barışı, adalet ve refahı savunan vicdanlarda rahatsızlık oluşturduğu bir gerçektir. Ali Babacan´ın başlattığı, Türkiye´nin kangren olmuş sorunlarına çözüm bulma iradesi ile yeni hareket iktidar kadar muhalefet partilerini de rahatsız etmişe benziyor. Bu durum bir taraftan muhalefet partilerini iktidara yaklaştırırken, diğer taraftan iktidarı da muhalefetin politikalarını daha fazla uygulamaya sevk edecektir. Bundan sonra tonları birbirine daha da çok benzeyecek dört partinin Meclis çatısı altında daha fazla konuda ortak hareket ettiğini görmemiz de mümkün olacaktır. Kriz daha da derinleşecek demektir.

Bu durum her ne kadar yeni kurulacak parti için bir dezavantaj olarak görülse de aslında avantajın tam da kendisidir. Her şeyden evvel bu dört parti Abdullah Gül destekli Ali Babacan´ın kuracağı partinin doğuşunu engellemeye çalışacaklardır. Bunun için aklınıza gelemeyecek en çılgın işleri yapabilirler. Ama bu çalışmalar sadece bu dört partinin oylarını azaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

İkincisi Ak Parti´nin potansiyel oy oranı %58 idi. İleri demokrasi inşa etmek için yapılan 2010 referandumundaki oran bu. Şimdi ise AKP´nin %30 civarına düşmüş bir oy oranı var. Bu %30 içinde oy verecek parti bulamadığı için hala AKP´de kalan oylar da vardır.

İleri demokrasi, evrensel hukuk, özgürlük ve insan haklarını içselleştirecek her partinin potansiyel oy oranı %60 civarındadır. Bu potansiyel Ali Babacan´ın partisi için de muhtemeldir. Bu hedefler doğrultusundaki yeni partinin ilk seçimlerden birinci parti olarak çıkması kuvvetle muhtemeldir.  

Unutmayalım her gecenin bir sabahı, her yokuşun da bir inişi vardır. Ve her buhran rahminde yeni doğumları hazırlar.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —