Bilindiği gibi Kuran, peygamberlerin asıl amaçlarrınn tevhide, hayatı ve kâinatı hak ve adalet çizgisinde bütünleyen bir anlayışa çağrı olduğunu belirtir. Zulme veya egemen sisteme karşı mücadeleden önce, inanmıs ve erdemli bir toplumun oluşturulması, temel ilkeler etrafında yapılanma, hınca ve tepkiselliğe değil, olumluluğa ve özgürleşmeye dayanan bir toplumsal mücadelenin, bir özgürleşme çabasının temel şartıdır. Şayet maduniyetten kurtuluş için yeni bir kuşak ve toplum oluşturulmazsa, bu çaba mekanik ve biçimsel bir kurtuluş olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu takdirde ise, özgür ve adil bir toplum oluşturulmak yerine, yeni bir efendilik ve kölelik mücadelesine dönüşülecek; sadece efendilerle köleler yer değiştirecek, belki bu bile gerçekleşemeyecektir.
Nitekim firavunun baskıcı ve köleleştirici sisteminden kurtulmak için Musa’nin etrafında toparlananlar, önce Sina Dağı’nın çevresinde ruhsal yaralarını sağaltmak için sabır, arınma ve imanlarını pekiştirme eğitiminden geçmişler; kendilerine yönelik çağrıyı kavramaya çalışmışlardı. Bu kurtuluşçu, özgürleşmeci ve tevhidî çağrı ise insanlar üzerlerindeki (dinsel, örfi, ideolojik, batıl inanışlara dayanan) ağır yükleri kaldırır, esaret (maduniyet) zincirlerini kırar; yani siyasi ve iktisadi açılardan özgürleşmenin yollarını açar. Ürerimsel ve sınıfsal olduğu kadar ideolojik icbarın dışına çıkış, insanin hayatla doğrudan karşı karşıya geldiği bir yüzleşme, hurafelerden ve kölelik şartlandırmalarından kurtuluşun ve özgürleşmenin asli yoludur.