Elazığ'ın Sivrice İlçesi’nde meydana gelen deprem felaketi, ülkenin her tarafına maddi ve manevi dalgalar yayarak devam ediyor.
Üç gündür sürekli olarak televizyon başında veya sosyal medya üzerinden takip ediyoruz.
Bazen duygulu, göz yaşartıcı anlara denk gelirken, bazen de sosyal medya üzerindeki bazı mesajlar "Bu kadar da olmaz ki", "Irkçılığın, alçaklığın bu kadarı da fazla" dedirtiyor insana.
Fotoğraf: AA
Şahsen benim ruhumun ve gönlümün bir parçası her zaman Elazığ'dadır.
Zira Elazığ benim sevgili dostum, arkadaşım Süleyman Karababa'nın yaşadığı şehirdir.
Kendisi Elazığlı olduğu halde uzun yıllar İstanbul'da yaşadıktan sonra memleketine döndü.
Dolayısıyla bu şehirle ilişkim son 16-17 yıldır yoğunlaşarak devam ediyor.
Ayrıca ben Elazığ'ı da çok seviyorum. Güzel bir şehir. Temiz ve ferah bir şehir.
Elazığ'daki son yirmi yıllık tamir, tadilat, yeni yapılaşmayı vs. yakından izliyorum.
Hemen her hafta, bazen haftanın birkaç gününde dostum Süleyman ile bu konuları konuşuyoruz.
Haklı olarak diyeceksiniz ki, "Konuşacak başka konu yok mu da yapılaşmayı konuşuyorsunuz?"
Soru haklı, lakin gerçekten yaptığımız uzun telefon konuşmalarının bir kısmı da budur.
Zira ikimizde aynı işi yapıyoruz; mobilya malzemesi satıyoruz. Yani mdflam, suntalam, laminant parke ve kapı gibi, bir inşaatın ev-konut olması için gerekli malzemeler.
Bu parantezi şunun için açtım; Elazığ'da son yıllarda çok ciddi bir yapılaşma var. Muhtemelen ihtiyaçtan bile daha fazla yeni konut var.
6,8 şiddetindeki depremin, yaklaşık bir dakika boyunca salladığı Elazığ ve çevresinde yarattığı bu felaketin sonucunun korkunç boyutlarda olmaması biraz da olsa bu yeni yapılaşmanın eseridir.
Elbette ki bir tek insanın, bırakın ölmesi yaralanması bile fazladır. Zira rant, iltimas, rüşvet vb. ahlaksızca kayırmaların imar ve inşaattan çıkarılması, sağlam binaların yapılması bu memlekette deprem felaketinin sonuçlarını çok daha fazla azaltacaktır.
Depremin yarattığı yıkıma ve yaralara merhem olan bazı davranışlar da var. Bunları da her gün haberlerden ve sosyal medya kanallarından görüyoruz.
İlk karşılaştığım UMKE görevlisi Emine Kuştepe'nin enkaz altındaki Azize Hanım'la olan güven veren ve hayat kurtaran sesiydi.
Felaket anlarında insana güven veren bir ses gerçekten de hayat kurtarıyor.
Emine Hanım'ın Kürtçe ve Türkçe konuşarak hem Azize Hanım'ın kendisine hem de onun vasıtasıyla enkazın altındaki diğer insanlara nasıl seslenmesi gerektiğini anlatırken, yüzündeki samimiyet, sesindeki güven, insanın gözünü yaşartıyordu.
Şahsen o videoyu birkaç kere izledim ve kızın varlığından gurur duydum; insanlık adına umutlandım.
Küçük bir kızın enkaz altından çıktıktan sonra, sanki dışarıda arkadaşları ile oyun oynamış da eve gelirken annesi görmesin diyeymiş gibi, ellerini temizlemeye çalışması hem insanın yüreğini ısıtıyordu, hem de enkazın altından sapasağlam çıkarılmış olması insanı sevindiriyordu.
Suriyeli bir gencin ellerini parçalarcasına bir kadını enkazın altından çıkarması, o kadının hastanedeyken "Elleri parçalandı beni çıkarana kadar, iyileştiğimde gidip onu bulacağım" demesi, insana "İnşallah bu kadın o genci bulsun ve ona minnet duygularını ifade edebilsin" dedirtiyordu.
Belki benim gibi başkaları da dua etmiş olmalı ki o genç anneye onun kurtarıcısını götürdüler.
Kadının bütün ailesinin yanında o gencin ellerine sarılması, o kendisini enkazın altından çıkarmak için kanayan elleri ovması ve minnet duyması gerçekten insanda yürek bırakmıyordu.
Biliyorum, bunlar gibi onlarca hikaye yaşandı. Hele hele bazı muhabirlerin acıyı tarif edecek söz bulamayınca gözyaşlarına hakim olamaması ve bu insani hallerinden dolayı sürekli özür dilemesi insana, insan olduğunu hatırlatıyordu.
Peki... İyi de bu güzel insani halleri görebilmemiz için illa deprem gibi büyük felaketlerle mi karşılaşmamız lazım?
Yani biz bu insani halleri normal zamanda da yaşayamaz mıyız?
Bu ülkede normal zamanlarda siyasala partilerin, medya ve sosyal medya platformlarındaki aşırı kutuplaşma ve nefret söylemi, sürekli olarak toplumsal bir düşmanlık yaratıyor.
Ancak böylesine büyük bir felaketle karşılaştığımızda insan olduğumuzu hatırlıyoruz.
Gerçi bu felaketlere rağmen içindeki şeytanı yenememiş, belki de şeytanı bile eğitecek beşerlerle karşılaşıyoruz.
Sosyal medyadaki insani pek çok paylaşımdan yüz binlerce örnek vardı, ama bazı gayri insani paylaşımlarda insanı insanlığından utandırıyordu.
Özellikle de insan olduğunu sandığımız, etimoloji ve tarihle uğraştığını sandığımız, Ermeni kökenli yazar Sevan Nişanyan'ın Elazığ değerlendirmesi, insanın aklını dumura uğratan cinstendi. Kelimenin tam anlamıyla alçakça idi.
Diyor ki Sevanyan;
Elazığ Türkiye'nin en bağnaz, en cahil, en paranoyak, cinsel saplantılı, tecavüz kültürü gelişkin kentidir. Gasp edilmiş emlak üzerine kuruludur. İnkar edilmiş kimliklerden örülü bir hapishanedir.
Ne demek ya? Bir insan nasıl bu kadar vahşileşebilir. Bir şehri bu kadar toptancı bir mantıkla etiketlemek, kötülemek normal bir davranış değil. Bu ancak hastalıklı bir beynin dışavurumudur.
İnsanı en çok üzen şey ise, Elazığ'ın yüzde 50'ye yakını AKP'ye oy verirken, bu partinin bazı yöneticilerinin bu adamı meşhur etmesi, kitaplarını yayımlaması ve dağıtmasıdır.
Gerçi 'Adlar Sözlüğü' kitabında yüzlerce tahrifat ve yalan var da, o şimdinin mevzusu değil.
Ama başka bir vesile ile söylediğim gibi, bu türden acılı felaketlerin olumlu sonuçlarından biri de insanın hem kendisi hem de başkası ile yeniden tanışmasıdır.
Bu türden felaketler, gerçek insanları da, alçak ve kötücül insanları da ortaya çıkarması babından turnusol kağıdı gibidirler. Mihenk taşıdırlar.
Ne yapalım ki ancak acılarımızdan ders alabiliyoruz.
Öte yandan Google'deki "Elazığ Kürt mü?" soruşturmasına insan bir şey diyemez. Bilen vardır, bilmeyen vardır.
Google'a soru soran her insanın neden sorduğunu, niyetini ölçecek bir alet yok elimizde.
Lakin Ergani Belediyesi'nin gönderdiği yardımların kabul edilmeyip iade edilmesinin sebebini de niyetini de biliyoruz.
Bunun tek sebebi, ülke insanlarının birbiri ile dayanışmasını, kaynaşmasını, yardımlaşmasını engellemektir. Ülkenin her tarafına kin ve nefret tohumları ekmektir.
Sürekli birlik ve beraberlik mesajı verenlerin, aslında kin ve nefretten beslendiğini, büyük felaketlerin bile bu dile ve davranış tarzına tesir etmediğini görmek de çok üzücü.
Elazığ depreminde ölenlere Allaht'an rahmet ve mağfiret, yaralılara acil şifa, ülke yöneticilerine de akıl, izan ve feraset diliyorum...
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish