Lübnan´daki son siyasi gelişmeler üzerine bir analiz yapan Altekin Dursunoğlu, bugün itibarıyla sıcak savaşın yaşandığı Ortadoğu coğrafyasında stratejik kayıplar yaşayan Suudi Arabistan olduğu üzerinde duruyor ve bu siyasi kavganın kazananı Fransa olduğunun altını çiziyor.
Ben Altekin kardeşime şu soruyu soruyorum; niye hep Batılılar kazanıyor da İslam dünyası kaybediyor, biz bu sorunun cevabını aramalıyız.
Gerek sıcak savaşın yaşandığı Suriye; Irak ve Yemen uzun yıllar diktatörler tarafından yönetildi ve bu zalim yöneticiler göstermelik seçimlerle yönetimleri gasp ettiler. Bu ülkelerin halkları kendi ülkelerinin yöneticilerini seçme gibi bir haklarının olduğunu yaşayamadılar, nesneleştiler.
Diğer yanda savaşın eşiğine gelmiş Lübnan; yeniden hizipçi ve mezhepçi bir anlayışa kurban edilmek üzere kirli bir savaşın içine sürüklenmesi için bütün kozlar sahneleniyor. Alptekin kardeş Lübnan´ın siyasi yapısıyla ilgili şu tespitte bulunuyor: ?Taifeci siyasi sistemle yönetilen Lübnan´da yasal olarak cumhurbaşkanlığını elinde bulunduran Hıristiyanlar üzerinde Fransa´nın, başbakanlığı elinde bulunduran Sünniler üzerinde Suudi Arabistan´ın ve meclis başkanlığını elinde bulunduran Şiiler üzerinde de İran ve Suriye´nin nüfuzu olduğu bilinir.? Bu manzara gösteriyor ki Lübnan halkının iradesi birileri tarafında rehin alınmış. Bu fasit bir dairedir, bu çıkmaz bir sokaktır, burada bir irade çıkmaz. Bu bağlamda; Sorumluluk sahibi bütün aydınlar bu tuzağa işaret etmeli, ülkelerinin yöneticilerini uyarmalı ve halkı daha duyarlı olmaya çağırmalıdır.
Biz daha 4 yıl önce Müslüman bölge ülkeleri olarak neleri konuşuyorduk ve ne fırsatlarımız vardı, sizi bu satırlarla baş başa bırakıyorum;
?07. 02. 2013´de 12. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Zirvesi´nde, 11. Cumhurbaşkanı Gül´den İslam Dünyası´na Dört Öneri;
12. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Zirvesi ve Mısır ziyareti vesilesiyle iki gündür Kahire´de bulunan Cumhurbaşkanı Gül, zirvede yaptığı konuşmada İslam dünyasına, ?bugünden demokratik tekamül ve barışa yatırım yapılması?, ?ekonomik alanda ülkeleri birbirine bağlayacak bir entegrasyon mekanizmasının kurulması?, ?temel hak ve özgürlükler ile insan onuruna yakışır standartların hayata geçirilip güçlendirilmesi? ve ?ortak bir küresel iletişim stratejisi oluşturulması? şeklinde dört yapısal öneri getirdi. Ayrıca, 2016´da gerçekleştirilecek İİT Zirvesi´ne Türkiye´nin ev sahipliği yapması kararlaştırıldı.
Cumhurbaşkanı Gül, ayrıca, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile beraber üçlü bir görüşme gerçekleştirdi.
Burada yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Gül,
konuştu.
?ORTA DOĞU´DA KALICI BARIŞ VE İSTİKRARIN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL İSRAİL´DİR?
Daha sonra zirve çerçevesinde düzenlenen, ?Filistin´deki Yerleşimler? konulu özel oturumda bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Gül, Orta Doğu´da adil ve kalıcı bir barışın sağlanmasının önünde en büyük engelin, İsrail´in, Filistin´deki yasadışı yerleşim faaliyetleri olduğunu vurgulayarak, bu durumun, sadece İslam dünyasının değil tüm insanlığın vicdanını derinden yaraladığını belirtti.
Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasında, ?Bugünkü özel oturumla, İsrail´in, kardeş Filistin halkının haklarını gasp eden bu hukuk tanımaz tutumunu, İslam ülkelerinin tek vücut halinde reddettiklerini ve İsrail´in oldu-bittilerini hiçbir şekilde tanımayacaklarını bir kez daha ilan etmekteyiz. Sayın Genel Sekreterin istifademize sunduğu kavram kâğıdı, İsrail´in yasadışı yerleşim faaliyetlerinin arkasındaki saikleri ve bu yıkıcı tutumunun olumsuz etkilerini tüm boyutlarıyla gözler önüne sermektedir? dedi.
?FİLİSTİNLİ KARDEŞLERİMİZİN VATAN TOPRAKLARI DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE GASP EDİLMEKTEDİR?
Cumhurbaşkanı Gül, Oslo Sürecinin başladığı dönemde 200 bin civarında olan Batı Şeria´daki İsrailli yerleşimci sayısının, bugün 650 bine ulaşmış olmasının, iki devletli çözüm çerçevesinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti için hayati bir tehdit oluşturduğunu ve ilgili BM kararları çerçevesinde sonuçlandırılmaya çalışılan barış sürecinin önündeki en büyük engellerden birisini teşkil ettiğine dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Gül şunları söyledi: ?Filistinli kardeşlerimizin sadece vazgeçilemez hakları değil, vatan toprakları da tüm dünyanın gözü önünde gasp edilmektedir. Başta Doğu Kudüs olmak üzere, Filistin topraklarındaki yerleşimler uluslararası toplumun tüm uyarılarına rağmen genişlemekte, çoğalmakta ve kendilerince, ?yasal´ hale getirilmektedir.?
Cumhurbaşkanı Gül, zirvenin ikinci gününde de, ?İslam Dünyası: Yeni Sınamalar ve Genişleyen Fırsatlar? başlıklı çalışma oturumunda bir konuşma yaptı.
İsrail´in Gazze´ye saldırısının sona erdirilmesinde tanık olunduğu üzere, Mısır´ın özellikle son dönemde bölge istikrarı bakımından öne çıkan katkılarının takdirle karşılandığını belirten Cumhurbaşkanı Gül, ?Bugün Dönem Başkanlığını devreden Senegal Cumhurbaşkanı Sayın Macky Sall´a, kıymetli çalışmaları nedeniyle teşekkür ediyorum. Ayrıca, geçtiğimiz mübarek Ramazan ayında Olağanüstü İslam Zirvesi´nin Mekke´de toplanmasını sağlayan, muhterem kardeşim Suudi Arabistan Kralı Abdullah´a da buradan şükranlarımızı iletiyorum. Bu vesileyle, Suriye ve Filistin´de baskı ve zulüm rejimlerinin yağdırdığı bombalar altında hayatını kaybeden kardeşlerimize Yüce Allah´tan rahmet diliyorum? dedi.
?SURİYE YÖNETİMİ GERÇEKLERİ GÖRÜP GÖREVİ BIRAKSIN?
Cumhurbaşkanı Gül, Suriye´de durumun giderek daha trajik hale geldiğini, tüm dünyanın gözleri önünde Suriye´nin adeta kendi kendini tükettiğini söyledi. Suriye´de güvenlik ve istikrarın yeniden tesisinin, ancak rejimin ayrım gözetmeden uyguladığı şiddeti sona erdirmesi ve halkın meşru taleplerinin yerine getirilmesiyle mümkün olabileceğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül şunları söyledi: ?Mevcut aşamada yapılması gereken, ülkedeki çatışma ortamının süratle sonlandırılması ve demokrasiye doğru siyasi geçiş sürecinin önünün bir an önce açılmasıdır. Bunun için, mevcut yönetimin artık gerçekleri görüp, Suriye ve Suriye halkının daha fazla imha olmasına imkân vermemek için görevi bırakması gerekmektedir. Öte yandan, Mali´de yaşanan çatışmaların, Myanmar´daki Müslüman kardeşlerimizin gördüğü eziyetin son bulmasını diliyorum.?
İSLAM DÜNYASINDA YAŞANAN DÖNÜŞÜM SÜRECİ
Yaptığı konuşmada, yaşadığımız çağın bir gereği olan söz konusu evrensel ilkelerin hayata geçirilmemesi durumunda ya halkların ayaklanacağını ya da dış müdahaleye davetiye çıkarılacağını belirttiğine de dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, ?Ne var ki, o dönemde bazı liderler, tüm bu ihtiyaçlar ortadayken, çağın gidişatını okuyamadı ve halkının meşru taleplerini göz ardı ettiler. Neticede, bundan iki yıl önce Tunus´ta, Mısır´da başlayan halk hareketleri, bugün tanık olduğumuz büyük dönüşümü harekete geçirdi. Esasen, İslam dünyasının yaşadığı bu büyük dönüşüm süreci, aslında bizim kendi değerlerimizle yeniden kucaklaşmamıza fırsat verdi. Zira adalet, istişare ve hesap verebilirlik gibi ilkeler, her zaman İslamiyet´in temelini oluşturmuştur. Dolayısıyla, bugün modern anlamda demokrasinin de özünü oluşturan bu değerler, bizim yabancısı olmadığımız değerlerdir? diye konuştu.
?DEĞİŞİM DALGASININ KARGAŞASINDA KAYBOLMADAN UFUKLARA BAKMALIYIZ?
?Arap Uyanışı?yla başlayan büyük dönüşümün kıymetinin bilinmesi gerektiğine de işaret eden Cumhurbaşkanı Gül şunları söyledi: ?Ortaya çıkan tarihî fırsatı, halklarımız için demokrasi, barış ve refaha tahvil etmek için hep birlikte çaba göstermeliyiz. Maazallah, bu sürecin geriye gitmesinin vebalini, İslam âlemi olarak kaldıramayız. Dolayısıyla, bu süreçte, İslam âlemi olarak azami iş birliği ve dayanışmayı sergilemek mecburiyetindeyiz. İslam dünyası olarak, bu değişim dalgasının konjonktürel sancılarının kargaşasında kaybolmadan, ulaşmak istediğimiz ufuklara bakmalıyız. Zira fırsatlar ufuklarda başlar.?
CUMHURBAŞKANI GÜL´DEN ÜYE ÜLKELERE ÖNERİLER
Kendisinin bu konudaki ilk önerisinin, bugünden demokratik tekâmül ve barışa yatırım yapmak olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, bunu bildik söylemleri tekrar ederek değil, ülkeler arasında ve bölgede karşılıklı anlayış ve güveni artıracak, mütevazi, fakat etkin adımlar atmaya başlayarak yapılabileceğini bildirdi.
Konuşmasında, ekonomik alanda ülkeleri ve halkları birbirine bağlayacak, yapılandırılmış ve dinamik bir entegrasyon mekanizmasının hayata geçirilmesi önerisini de ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, ?Kalkınma, sadece bir hedef değil, dayanışmamızın ortak paydası haline gelmelidir. İSEDAK Başkanı olarak, geçtiğimiz dönemde ortaya koyduğumuz stratejinin, bu hedefe yönelik ortak çabalarımıza etkinlikle hizmet edeceğini vurgulamak isterim. Ve nihayet, temel hak ve özgürlüklerin, insan onuruna yakışır standartların hayata geçirilmesi ve güçlendirilmesi için ortak çabalarımızı güçlendirelim İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde ?Bağımsız Daimî İnsan Hakları Komisyonu´nun çalışmalarına başlaması gibi kurumsal adımlar, bu yönde sağlam bir başlangıç oluşturmuştur. Üyelerimiz arasında insan haklarının korunmasına ve demokratik standartların yükseltilmesine dair iş birliği mekanizmalarının ihdas edilmesi, halklarımızın huzur ve mutluluğuna doğrudan katkıda bulunacaktır. İnsan hakları ve demokrasi alanında kendi evimizi düzene koyduğumuz takdirde hem halklarımız hem de uluslararası camia nezdinde meşruiyet ve saygınlığımız yükselir. Demokratik standartlar konusundaki eksikliklerimizi zaaf olarak algılamadan, tüm samimiyet ve kararlılığımızla gerekli iyileştirmeleri hayata geçirmeliyiz? dedi.
Cumhurbaşkanı Gül, bireylerin inancına, düşünce ve etnik kökenlerine bakmadan, insanlık onuruna yakışan tüm hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması gerektiğini belirterek şöyle konuştu: ?Ancak bu takdirde, diğer ülkelerdeki Müslüman azınlıkların haklarını tam bir tutarlılık içinde savunabiliriz. Nihai tahlilde ister büyük olsun ister küçük ister gelişmiş olsun ister az gelişmiş; tüm Müslüman ülkelerin büyük bir potansiyeli vardır. Bu potansiyeli harekete geçirmek, ancak iyi hukuki ve iktisadi kurallar ile bu kuralları uygulayacak iyi yönetimler sayesinde mümkün olabilir.?
Soğuk Savaş´ın son bulmasıyla birlikte uluslararası örgütlerin misyon ve vizyonlarını yeniden tanımladıklarını, küreselleşme gerçeğini hesaba katarak yeni stratejiler oluşturduklarının görüldüğünü, benzer çalışmaların Teşkilat bünyesinde yapıldığını bildiren Cumhurbaşkanı Gül, bugün de, önümüzdeki on yıl içindeki meydan okumaları, fırsat ve beklentileri karşılayacak bir ?Küresel Strateji´ ihtiyacının kendini gösterdiğine işaret etti.
Cumhurbaşkanı Gül, 12. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Zirvesi için bulunduğu Kahire´de, Cumhurbaşkanı Mursi ile Mısır´ı resmî ziyareti çerçevesinde bir araya geldi.
Her iki cumhurbaşkanı, El Kubbe Cumhurbaşkanlığı Sarayı´nda baş başa görüşmelerinin ardından heyetler arası görüşmelere başkanlık ettiler. Daha sonra Cumhurbaşkanı Gül ve Mısır Cumhurbaşkanı Mursi, ortak basın toplantısı düzenledi.
Mısır´ın 12. İİT Zirvesi´ni toplayarak büyük bir organizasyon gerçekleştirdiğini dile getiren Cumhurbaşkanı Gül, ?Bu başarıdan dolayı sizleri tebrik ediyorum. 2016´ya kadar sürecek dönem başkanlığınızda da başarılar diliyorum? dedi. Zirvede, bundan sonraki toplantının Türkiye´de yapılmasının ve dönem başkanlığını Türkiye´nin yürütmesinin kararlaştırıldığını anımsatan Gül, bu konudaki desteği için de Nursi´ye teşekkür etti.
Cumhurbaşkanı Gül, açıklamasında, Mısır ve Türk halklarının birbirlerine çok yakın kardeş olduklarını ifade ederek, ?Daima Mısır ve Türkiye, dayanışma içinde olmuştur? dedi.
Tahrir Devrimi´nden sonra da iki ülke arasındaki ilişkilerin en üst düzeyde seyrettiğini ve geliştiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Gül, bunda Türkiye halkının duyduğu coşku ve Mısır´da gerçekleşen devrime ilginin büyük katkısı olduğunu dile getirerek şöyle konuştu: ?Arap dünyasının amiral gemisi olarak gördüğümüz Mısır´ın demokrasiyi tüm gelenek ve kurumlarıyla gerçekleştirmesi sadece Mısır için değil, bütün Arap ve İslam dünyası için çok büyük anlamlar ifade edecektir. İnanıyorum ki Mısır, bu yolda çok başarılı olacaktır.?
Gerçekleştirdikleri görüşmede, Mursi ile, başta Suriye olmak üzere bölgeyi ilgilendiren önemli konuları konuştuklarını aktaran Cumhurbaşkanı Gül, ?Dün de üçlü bir toplantı yapmıştık bildiğiniz gibi. Burada bazı kararlarımız var. Dışişleri bakanlarımız çalışıyorlar. Ümit ederiz ki Suriye´de akan kanın durmasına katkımız olacak? dedi. Cumhurbaşkanı Gül, Filistin´in de konuşulduğunu dile getirerek, bu konuda Mısır´ın yaptıklarının Türkiye tarafından çok takdir edildiğini söyledi.
?SURİYE KONUSU HEPİMİZ İÇİN BİRİNCİ ÖNCELİKLİ KONU?
Her iki cumhurbaşkanı, açıklamalarını ardından basın mensuplarını sorularını cevapladı. Bir basın mensubunun Türkiye-Mısır ve İran arasında dün gerçekleştirilen toplantıyı hatırlatarak, ?Bu toplantıdan somut ne sonuç çıktı; Sayın Ahmedinejad´ın Suriye rejiminin yanında koşulsuz durmasını geriye çekebildiniz mi, ne mesajlar verdiniz?? sorusuna cevaben Cumhurbaşkanı Gül, ?Suriye konusunun hepimiz için birinci öncelikli konu olduğunu söylemek isterim. Suriye´de olup bitenleri seyrederken sanki kendi evimizin içi yanıyor, yıkılıyor ve kendi insanlarımız ölüyor gibi görüyoruz. Suriye meselesi bu kadar çok içimizi yakıyor. Dünkü konferans marjında, bunun için, Mısır, İran ve Türkiye olarak bir araya geldik. Suudi Arabistan da çok yakın bu konuyla ilgileniyor ama biz üçümüz bir araya geldik. Burada her şeyi çok açık konuştuk kendi aramızda. Suriye´nin bu şekilde kendini tüketmesine fırsat vermemek için bazı çalışmalar başlattık, dışişleri bakanlarımız bunların detaylarını şu anda konuşuyorlar. Ümit ederim ki bu kötü gidişatın durmasına katkımız olur? dedi.?
Alptekin kardeş 2013´de ülkelerimizin liderleri neyi konuşuyordu, bugün neyi konuşuyoruz. Bu gün itibariyle yaman çelişkimiz budur, bunu görmemiz lazım, kaybettiğimiz bu iklimin oluşması için daha bir sorumlu davranmalıyız ve daha dikkatli bir dil kullanmalıyız?
***
Lübnan´da ava giderken av olmak - Alptekin DURSUNOĞLU
Suudiler Lübnanlı Sünniler üzerinde ilk kez bu kadar büyük bir nüfuz kaybı yaşıyor ve Fransa ilk kez Lübnanlı Sünniler üzerinde Suudilerden daha etkili olabiliyor.
Riyad´da istifa eden Saad Hariri´nin Beyrut´ta istifasını geri alması, Suudilerin Lübnan Sünnileri üzerindeki geleneksel patronluğunun ağır bir darbe aldığını gösteriyor.
Saad Hari´nin Fransa´nın girişimleri sayesinde dönmeyi başardığı ülkesinde istifasını geri alması, istifanın arkasında Suudilerin olduğunu artık bir iddia veya yorum olmaktan çıkardı.
İstifanın sadece şekli değil, zamanlaması, gerekçesi ve Suudilerin davranış biçimi de Hariri´nin sadece kendisine verilen rolü oynadığının ispatı oldu.
Saad Hariri´nin en az 12 saat öncesine kadar istifa edeceğinden kendisinin dahi haberdar olmadığını göstermişti. Çünkü Saad Hariri, Suudi başkentinde İran´ı suçlayarak istifa etmeden 12 saat önce İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei´nin Dış Politika Danışmanı Dr. Ali Ekber Velayeti ile görüşmüş ve Lübnan´a desteklerinden dolayı Tahran´a teşekkür etmişti.
Öte yandan hayatının tehlikede olduğundan bahseden, Hizbullah´ı ve İran´ı hedef göstererek suçlayan Saad Hariri, 2 hafta boyunca İran´ın ya da Hizbullah´ın değil Suudilerin elinde tutuklu kaldı. İki hafta boyunca onun Lübnan´a dönmesine izin vermeyen Suudiler, Fransa´nın girişimi ile bu kez ailesini rehin alarak Saad Hariri´nin Paris´e gitmesine izin verdi.
Hariri´yi azleden Suudilerin mesajları
Aslında Suudiler Hariri´nin istifası konusunda oyunu çok açık oynadı. Suudiler, bu aşağılayıcı adımla Hariri ailesine, Lübnanlı Sünnilere, bölgedeki müttefiklerine, İsrail´e ve Batılı dostlarına hem ortak hem de ayrı ayrı mesajlar vermiş oldu.
Suudilerin bunların hepsine birden verdiği ortak mesaj şuydu: ?Lübnan´ın Sünni olması gereken başbakanını ben tayin eder, ben azlederim. Irak, Suriye ve Lübnan´da desteklediğimiz silahlı gruplar, İran, Hizbullah ve müttefikleri tarafından yenilmiş olsa da ben oyundan çekilmiş değilim.?
Gerçekten de Saad Hariri´yi başbakanlığa getiren Suudilerdi; çünkü eğer Suudiler Saad Hariri´nin başbakanlığına karşılık Mişel Aun´un cumhurbaşkanlığını kabul etmeseydi, yıllardır meclis, cumhurbaşkanı ve başbakan seçemeyen Lübnan´da siyasi kriz devam ediyor olacaktı.
Suudilerin bu genel mesajından Hariri ailesinin ve Lübnanlı Sünnilerin payına düşen özel mesaj şu oldu: ?Sizin patronunuz benim, Saad´ın yerine kardeşi Baha´yı tayin ediyorum.?
Gerçi Hariri´nin liderlik ettiği el-Mustakbel partisi ve partinin önde gelen liderlerinden İçişleri Bakanı Nohad Maşnuk Suudilerin bu atamasına ?biz koyun sürüsü veya birinden alınıp bir başkasına satılan tarla değiliz? diye itiraz etse de Suudi kararını engelleyemedi.
Suudilerin Lübnanlı Sünnilere verdiği bu özel mesaj, Batılılara ve İsrail´e de hitap ediyordu. Zira Suudiler Amerika´ya ve İsrail´e ?Lübnanlı Sünnilerin patronu? olarak Lübnan´ı istediği anda istikrarsızlaştırmaya muktedir olduğunu göstermiş ve onları Hizbullah´a ve İran´a karşı bu fırsatı kullanmaya teşvik etmiş oldu.
Lübnan için Yemen senaryosu
Suudilerin Saad Hariri´yi istifa ettirmesi, akıllara hemen ?Yemen senaryosu bu kez Lübnan´da mı tekrar edilecek?? sorusunu getirmişti.
Çünkü Suudilerin istifa oyununun ilki, dünyanın gözlerinin önünde Yemen´in viraneye dönmesine sebep oldu. Suudiler, Lübnan´da olduğu gibi Yemen´de de patronluk iddiasındaydı. Nitekim 2011´de Ali Abdullah Salih´in cumhurbaşkanlığından çekilmesini ve yerine yardımcısı Mansur Hadi´nin gelmesini sağlayacak kadar Yemen üzerinde nüfuz sahibiydi.
Körfez İşbirliği Örgütü adı altında 2011´den 2015´e kadar Yemen´deki tüm siyasi süreçlere müdahale eden Suudiler, 2013´te görev süresi biten Mansur Hadi´nin süresini bir yıl daha uzattırdı.
Ocak 2015´te Husilerin darbe yaptığını iddia ederek Mansur Hadi´yi istifa ettirdi. Husiler yönetim boşluğu oluşmaması için Mansur Hadi´den seçimlere kadar istifa etmemesini istedi.
Hadi´nin istifasını geri almaması üzerine de yönetim boşluğunu gidermek için diğer siyasi gruplara cumhurbaşkanlığı konseyi kurulması çağrısı yaptı.
Diğer siyasi gruplar cumhurbaşkanlığı konseyi kurma konusunda anlaşmak üzere görüşmeler başlatacakken Mansur Hadi Şubat 2015´te Sana´dan Aden´e giderek istifasını geri aldığını açıkladı ve ?cumhurbaşkanı? sıfatıyla da Mart 2015´te dış müdahale çağrısı yaptı.
Yani aslında 2014´te uzatılmış görev süresi de biten Mansur Hadi´yi Ocak 2015´te istifa ettiren de, Şubat 2015´te istifasını geri aldıran da Mart 2015´te askeri müdahale çağrısı yaptıran da Suudilerdi.
Lübnan, Suudiler için Yemen´den daha ağır bir yenilgi
Suudiler, 2015´te Yemen´de sahneye koyduğu senaryonun benzerini Lübnan´da tekrarlamaya çalıştı; ancak kendilerini Yemen´dekinden çok daha rezil bir duruma soktu.
Zira Saad Hariri´nin Lübnan´a döndükten sonra 22 Kasım´da istifasını geri alması, Suudilerin Lübnan için tasarladığı planın çöktüğünün göstergesi oldu.
Suudilerin Lübnan planı
Yemen´deki gibi bir koalisyon oluşturup Lübnan ve Suriye´de Hizbullah´a veya İran´a saldırı yapmak Suudilerin hayallerini süslemiş olabilir. Ancak muhtemelen böylesi bir hayali gerçekleştirmenin imkansız olduğu, Suudi özgüveni ile dahi kavrandığı için Lübnan için şöyle bir plan öngörüldü:
1- Hariri´nin istifası ile Lübnan´da başlayacak siyasi istikrarsızlığı mezhep çatışmaları yaratarak toplumsal bir krize dönüştürmek.
2- Krizden İran ve Hizbullah´ı sorumlu göstermek ve Hizbullah´ın kabine dışı bırakılmasını ve yalnızlaştırılmasını sağlamak.
3- İsrail´i Lübnan´da oluşacak toplumsal krizi ve güvenlik sorunlarını gerekçe göstererek askeri müdahaleye teşvik etmek ve desteklemek.
Suudilerin gazabından Fransa´ya sığınmak
Hariri´nin istifasını geri almasıyla ilgili açıklaması Suudilerin Lübnan üzerindeki patronluğunun Yemen üzerindeki patronluğundan bile daha kötü bir duruma düştüğünün ispatı oldu.
Hariri, 22 Kasım´daki açıklamasında şunları söyledi:
?Cumhurbaşkanı Mişel Aun, benden şimdilik beklememi istedi; ben de onun isteğine olumlu cevap verdim ve istifamı askıya aldım. Umarım bu durum yapıcı müzakereler için zemin yaratır. Kendimizi uluslararası ve bölgesel çatışmalardan uzak tutmalıyız. Kendimizi Arap kardeşlerimize zarar verecek her şeyden uzak tutmalıyız. Ben hükümet revizyonu için tüm siyasi taraflara ortaklık peşindeyim. Ben Lübnan´ın ilerlemesi, çevredeki savaş ve krizlerden korunması için Cumhurbaşkanı ile işbirliği yapmaya bağlı olduğumu vurguluyorum. Ülkemiz mevcut aşamada herkesin istisnai çabalar göstermesini gerektiriyor.?
Hariri´nin istifasını geri alması, Suudilerin Lübnan üzerindeki nüfuz hezimetinin açık bir göstergesi; ancak bu Hariri´nin cesareti veya bağımsızlığı ile ilgili bir şey değil.
Hariri´ye Fransız öpücüğü
Saad Hariri´nin Suudiler karşısında ne kadar ?bağımsız´ veya ?şecaat sahibi´ olduğunu anlamak için şunları hatırlamak yeterli:
12 saat öncesine kadar istifa edeceğinden kendisinin bile haberi olmayan Hariri, Suudi Arabistan´dan ancak Fransa´nın girişimiyle ve ailesini rehin bıraktıktan sonra ayrılabildi ve istifasını ancak Lübnan´a döndükten sonra geri alabildi.
Hariri´nin istifasını geri alması, 22 Kasım itibariyle Fransızların Lübnanlı Sünniler üzerindeki Suudi ?patronluğuna´ ortak olduğunu gösteriyor.
Fransa´ya Lübnan´da istediği kişiyi başbakanlık koltuğuna oturtan istediğinde o koltuktan indiren Suudilerin Sünniler üzerindeki nüfuzuna ortak eden süreç, Lübnan Dışişleri Bakanı Cubran Basil´in Fransa ziyaretiyle başladı.
Cumhurbaşkanı Mişel Aun´un damadı da olan Dışişleri Bakanı Basil, Hariri´nin Suudilerin elinde rehin olduğunun kuşku götürmez bir şekilde ortaya çıktığı günlerde Fransa´ya gitti.
Fransa, Hariri´yi serbest bırakması için Suudilere süre verirken,[1] Cumhurbaşkanı Mişel Aun da Hariri´nin Suudilerin elinde tutuklu olduğunu resmi olarak ilan etti.[2]
Hariri´nin Suudilerin elinde tutuklu olduğu meselesi, istifadan bir gün sonra TV´den açıklama yapan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah tarafından bir soru şeklinde gündeme getirilmişti.
Hariri´nin Beyrut´ta değil de Riyad´da istifa ettiğine, Veliaht Muhammed bin Salman tarafından tutuklanan Suudi prenslerle aynı otelde tutulduğuna dikkat çeken Nasrullah, ?Yoksa Hariri tutuklu mu? Lübnan emniyetinin yalanlamasına rağmen Suudi medyasının Hariri´ye suikast girişiminde bulunulduğuna dair haberi onun Lübnan´a gönderilmemesi için bahane mi yapılacak?? diye sormuştu.
Hariri ailesinin zaman çalması Suudilerin foyasını meydana çıkardı
Suudiler, azlettikleri Saad´ın yerine kardeşi Baha Hariri´yi tayin etmiş; ancak başta Saad ve Baha´nın halası olan Beyihe Hariri olmak üzere el-Mustakbel partisinin liderleri bu dayatmaya tepki göstermişti.
Suudiler, Baha Hariri başkan seçilmeden Saad´ı serbest bırakmak istememişti ve eğer Hariri ailesinin ve el-Mustakbel partisinin direnci kısa sürseydi Saad´ın Suudi Arabistan´da tutuklu olduğu görüntüsü ortaya çıkmayabilir ve bu mesele sadece Nasrullah´ın iddiası olarak kalabilirdi.
Ancak Hizbullah da dahil olmak üzere tüm Lübnan´ın Hariri´ye yapılan Suudi muamelesini Lübnan´a yapılmış bir hakaret olarak nitelemesi ve el-Mustakbel partisinin Baha´yı başkan seçmeyi geciktirmesi, Saad´ın Suudilerin elinde tutuklu olduğu gerçeğini artık gizlenemez hale getirdi.
Suudilerin yanlış hesabı Paris´ten döndü
Lübnan hükümeti ve Fransa´nın uluslararası girişimleri ise Suudileri Hariri´yi serbest bırakmaya mecbur etti.
Taifeci siyasi sistemle yönetilen Lübnan´da yasal olarak cumhurbaşkanlığını elinde bulunduran Hıristiyanlar üzerinde Fransa´nın, başbakanlığı elinde bulunduran Sünniler üzerinde Suudi Arabistan´ın ve meclis başkanlığını elinde bulunduran Şiiler üzerinde de İran ve Suriye´nin nüfuzu olduğu bilinir.
Suudiler, İran nüfuzunu gerekçe göstererek 2005´ten beri Irak´ta, 2011´den beri Suriye´de ve 2015´ten beri de Yemen´de kendince İran´la savaşıyor.
Irak´ta IŞİD´in elindeki son kent olan Rave´nin, Suriye´de ise el-Bukemal´in General Kasım Süleymani komutasındaki ?Direniş Ekseni Güçleri´ tarafından kurtarılması, Yemenlilerin ise Riyad´ı balistik füzelerle vurmaya başlaması, Suudilerin tüm cephelerde yenildiğinin sembolik bir göstergesi oldu.
İran´la savaşa girdiği her cephede yenilen Suudiler, 2015´ten beri artık kameralara poz vermekten çekinmedikleri İsraillilerle birlikte Lübnan´da İran avına çıkayım derken av oldular.
Zira Suudiler Lübnanlı Sünniler üzerinde ilk kez bu kadar büyük bir nüfuz kaybı yaşıyor ve Fransa ilk kez Lübnanlı Sünniler üzerinde Suudilerden daha etkili olabiliyor.
[1]YDH. 14 Kasım 2007 Fransa´dan Hariri konusunda Suudilere süre http://ydh.com.tr/HD15486_fransadan-hariri-konusunda-suudilere-sure.html
[2]YDH. 15 Kasım 2017. Aun: Hariri´nin tutuklanması düşmanca bir adım http://ydh.com.tr/HD15487_aun--haririnin-tutuklanmasi-dusmanca-bir-adim.html