Yazılarımda sık sık belirtirim. Bir ülkede ilim ve fikir insanlarının yozlaşması demek, o ülkede çeşitli toplum kesimlerinin de bozulması demektir. Çünkü toplumu aydınlatma ve geliştirme görevi her hal ve şartta onlara düşer. Aşağıda dinî kaynaklarımızı doğru anlayıp yorumlamada her zaman müstesna bir yere konan ilk asırlardaki âlimlerin ilmî sorumluluk ve cesaretlerine ilişkin üç örnek sunacağım (Bu örneklerin ayrıntısı için bkz. Gazzâlî, İhyâ, Diyanet İş.B. yay., İzmir 2020, II, 500-505).
1- İmam Şâfiî’nin naklettiğine göre Abbâsî halifesi Ebû Cafer Mansur (ö.m.775), zamanın saygın âlimlerinden İbn Ebî Züeyb (Zi’b) adlı zatla yapığı uzun görüşme sırasında ona kendisi hakkındaki kanaatini de sorar. Âlim konuşmak istemezse de halife ısrar edince şöyle der: “Siz bu serveti haksız şekilde elde ettiniz ve hak etmeyenlere dağıttınız… Kapınızda zulüm kol geziyor!”
Bu suçlama üzerine halife Mansur yerinden kalkar, elini o zatın başına koyup kendine doğru sert bir şekilde çeker ve şöyle der: “Allah’a yemin ederim ki, bu makamda oturmasaydım Fars, Rum, Deylem ve Türk ülkelerinin (halifesine hakaret etmenin) intikamını senden alırdım!”
İbn Ebî Züeyb cevap verir: “Ey müminlerin emiri! Ebubekir ve Ömer de devlet yönettiler. Onlar devletin hak ettiği geliri (ilgili yerlerden) aldılar ve (hazineden) eşit bir şekilde insanları yararlandırdılar. Onlar (sizin benim başımı tuttuğunuz gibi yapmadılar!) Fars ve Bizans’ın başlarını tutup burunlarını yere sürttüler!”
(Bu şekilde İbn Ebî Züeyb’i deneyen) halife, elini adamın başından çeker ve şöyle der: “Allah’a yemin ederim ki, gerçeği söylemeseydin canından olurdun!”
İbn Ebî Züeyb de şunları söyler: “Ey müminlerin emiri! Ben de Allah’a yemin ederim ki, sizin iyiliğinizi oğlunuz Mehdî’den bile daha çok isterim.”
***
2- Ünlü fıkıh âlimi Evzâî, halife Mansur ile yaptığı uzun sohbetin bir yerinde halifeye şu uyarılarda da bulunmuştu: “Ey müminlerin emiri! Bu yönetim senden öncekilerde sürekli kalsaydı sana ulaşmazdı. Demek ki, yönetim sende de baki kalmayacak… Ey müminlerin emiri! Öğrendiğime göre Ömer b. el-Hattâb,‘Fırat’ın kenarında bir oğlak ölse, korkarım ki onun hesabı da bana sorulacaktır!’ demişti. Ya senin yanı başında bulunup da adaletinden mahrum kalanlar varsa senin halin nice olur!..”
Halife ona, “Nasihatlerin için teşekkür ediyor, onları kabul ediyorum… Beni bu uyarılardan mahrum bırakmamanı rica ediyorum. Sen sözü kabul gören, suçlamadan nasihat etmeyi bilen bir dostsun” der.
Evzâî ayrılırken halife ona mal yardımı yapılmasını emretmiş, fakat Evzâî yardımı kabul etmeyip şöyle demiştir: “Benim yardıma ihtiyacım yok. Öğütlerimi dünya malına satacak değilim.”
***
3- Yine İhyâ’dan (yalnız, tarihlere bakılırsa kaynaklar isimlerde bir hata yapmış olmalıdırlar):
Meşhur âlim Süfyan-ı Sevrî, halife Harun Reşid’e (ö.m.809) uzun bir mektup yazar. Mektubun bir yerinde şöyle diyor: “Düşün ki ey Harun! Yarın Allah’ın nidâcı memurları, ‘Ey zalimler! Yardımcılarınızla birlikte toplanın! Nerede o zalimler ve yardımcıları!’ (Sâffât suresi 37/22) diyerek onları çağırdıklarında, sen de ellerin boynunda bağlı olarak Allah’ın huzuruna çıkacaksın. O zaman seni kurtaracak tek şey, adaletin ve iyi muamelendir… Ey Harun! Allah’tan kork ve halkını ihmal etme! Ümmet-i Muhammed’i koru! Onlar üzerindeki yönetimini en güzel şekilde sürdür...”
Mektubu getiren zat diyor ki: “Halife mektubu okumaya başladı. Gözlerinden yaşlar akıyor, okudukça hıçkırığa boğuluyordu. Yanındakilerden biri, ‘Süfyan size karşı küstahlık yapmış. İzin verirseniz gidip yakalamak, zincire vurup hapse atmak isterim…” deyince Harun, ‘Bizi rahat bırakın ey dünya kulları! Size uyan aldanır, tuzağınıza düşen bedbaht olur!.. Süfyan’ı rahat bırakın!’ dedi. Harun o günden sonra Süfyan’ın mektubunu hep yanında taşır, ölünceye kadar her namaz sırasında okurdu.”