Tarih: 10.07.2020 16:55

Libya, ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem mi açıyor? (*)

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye’nin Libya savaşına Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan başkent Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) lehine müdahil olmasının ardından Libya İç Savaşı’nda dengeler değişince diğer aktörler de kendi pozisyonlarını gözden geçirme ihtiyacı hissettiler. Buna, 2011 sonrası dönemde Libya’ya yönelik politikasında uzun vadeli hedeflerden, kapsamlı bir yol haritasından yoksun ancak son zamanlarda meseleyi Rusya’yı dengeleme açısından görmeye başlayan ABD de dâhil.

ABD’nin bu gözden geçirmeyi ne ölçüde yapabileceğini anlamak için biraz geriye gitmek gerekir. 2011 yılında, Libya’yı 42 sene yöneten Muammer Kaddafi’yi devirmek amacıyla başlatılan hava operasyonlarının öncüsü olan Fransa’nın da, operasyonlara yeşil ışık yakan ABD’nin de Kaddafi sonrası Libya için bir yol haritası olmadığını hatırlamak gerek. O dönemdeki tek hedef, Batı ile ilişkileri 2000’lerin ortasından itibaren normalleştirmiş olsa da öncesinde Batı ittifakı ile sorunlu ilişkileri olan Kaddafi’nin iktidarına son vermekti. Fransa’nın Libya politikası başka bir yazının konusu olmakla birlikte, ABD için bu politikasızlık meselesi, 2012 yılındaki Bingazi Saldırısı ile birlikte derin bir çatlağa dönüşmüştü.

ABD’yi Libya’da görünmez kılan saldırı

11 Eylül 2012’de Libya’nın Bingazi şehrindeki ABD Büyükelçisi Chris Stevens ve üç elçilik çalışanı ile 10 Libyalı güvenlik görevlisi öldürüldü, büyükelçinin cesedinin fotoğrafları da paylaşıldı. Bu saldırı ile 30 yıldan sonra ilk defa başka bir ülke topraklarında bir Amerikan diplomatı hayatını kaybetti. Bingazi saldırısı Obama yönetimi için büyük bir darbe oldu, saldırının 11 Eylül tarihinde gerçekleşmesi de psikolojik etkisini kuvvetlendirdi. Saldırının ardından ABD, Libya sahnesinde “görünmez” hale geldi, gelişmeleri belli bir mesafeden izleyen pasif bir pozisyona çekildi.

ABD’nin Libya politikasının iç siyasette önemli bir malzeme haline dönüştüğünü, Cumhuriyetçilerin Obama yönetimini ve daha sonra özellikle Hillary Clinton’ı başkanlık yarışı sırasında en çok zorlayan konu başlıklarından biri olduğunu ve Bingazi soruşturmaları çerçevesinde kamu erişimine açılan Clinton’un e-mailleri ile de büyük bir skandala dönüştüğünü de not etmek gerekiyor.

ABD, Libya politikasının merkezine terörle mücadeleyi alıyor

Bingazi Saldırısı sadece ABD’nin Libya politikasını dönüştürmekle kalmadı, Libya krizinin gidişatını da büyük oranda şekillendirdi. 2012 sonrası dönemde ABD, Libya politikasını büyük oranda AFRICOM’a yani 2007 yılında terörle mücadele kapsamında kurulan ABD Afrika Komutanlığı’na devretti.1

Libya dosyasının el değiştirmesinin en önemli sonucu, ABD’nin Libya’yı terörle mücadele başlığı altına alması oldu. ABD, Libya’daki varlığını ve faaliyetlerini AFRICOM üzerinden, kısıtlı operasyonlar düzeyine indirdi. AFRICOM’un müttefik devletlerin kapasite geliştirilmesine katkı sağlamak yönündeki amacıysa hep arka plana itildi.

Buna ek olarak, 2015 yılında Libya’da tarafların Birleşmiş Milletler (BM) arabuluculuğu ile imzaladığı ve geçiş sürecinin yönetiminin Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) verildiği ama General Hafter’in daha sonra tanımadığını ilan ettiği Süheyrat Siyasi Anlaşması’nı imzalamasının ardından ABD’nin gözlerden kaçan ancak ABD dış politikasındaki mevcut eğilimin güçlenmesine neden olan başka bir gelişme yaşandı.

Eğitim ve danışma faaliyetleri kapsamında UMH ile anlaşan AFRICOM, Vatiye Üssü’ne askeri personelini göndermiş ancak, üssü kontrol eden milis güçlerce ABD askeri personeli üstten çıkarılmıştı. Libya Hava Kuvvetleri isimli bir Facebook hesabında, ABD askeri personelin üsten çıkarılma görüntülerinin paylaşılmasının ardından Pentagon, Trablus’taki yetkililer ile askeri üslerdeki güçler arasında iletişim eksikliğinden dolayı böyle bir durum yaşandığını açıklamıştı. Bu hadisenin dışında ABD ile Trablus arasında başka hangi görüşmelerin gerçekleştiğini ya da krizin ne kadar derinleştiğini bilemiyoruz ancak ABD’nin milis güçler konusundaki ısrarı ve Libya’yı terörle mücadele kapsamına aldığı konusu tartışma götürmez birer olgu olarak masada duruyor.

2014’ten sonra ABD’nin Libya’da ağırlıklı olarak uygulamaya çalıştığı programlar kahir ekseriyette bu iki konuya, yani milis güçlerin tasfiyesi ve güvenlik sektörü reformu ile terörle mücadeleye yoğunlaştı. Bu eğilim, ABD’nin dış politikasının ana eksenini büyük güçler rekabetine, yani Rusya ve Çin’in dengelenmesine kaydırmasıyla daha da perçinlendi. Zaten 2017 yılında yayınlanan ABD Ulusal Savunma Strateji Belgesi ABD’nin Ortadoğu’daki cephe savaşlarından çekilmeyi ve yerine ABD’nin Rusya ve Çin’in küresel boyutta dengelenmesini önceleyeceğini ortaya koymuştu. Aynı yıl Trump, İtalya’nın Libya’da ABD’ye yönelik çağrısına cevaben “Libya’da oynayacağımız bir rol yok” diyerek bölgedeki önceliklerinin terörle mücadele olacağını ifade etmesi de bu yansımayı ortaya koyuyordu.

ABD’nin “Bekle ve gör” stratejisi

ABD’nin Libya dosyasını büyük oranda AFRICOM’a devretmesi ve terörle mücadele kapsamına almasına ek olarak bir üçüncü önemli husus ise ABD’nin Libya’yı bölgedeki müttefiklerine havale etmesi oldu.

ABD dış politikasını bu dönemde büyük oranda BM’nin Libya girişimlerine hizalasa da, bu girişimlerle örtüşmeyen ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Fransa, Ürdün gibi müttefikler tarafından ortaya konan alternatif girişimlere de sessiz kaldı. Sonuç itibariyle Fransa, İtalya gibi Avrupalı; Mısır, BAE ve Suudi Arabistan ile Katar ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin sahadaki gelişmelere doğrudan müdahil olduğu ve şekillendirdiği Libya’da ABD, taraflardan “kazananın” belli olmasını bekleyen bir politika ile gelişmeleri belli bir mesafeden takip etti. Kendi faaliyetlerini de büyük oranda bölgedeki IŞİD ve Mağrip el Kaidesi gibi örgütlerle mücadeleyle sınırlandırdı. “Bekle ve gör” stratejisi benimsedi.

ABD’nin bu konfor alanına çekilmesinde Libya’da krize taraf aktörlerin tamamının ABD yanlısı aktörler olması ve nasıl bir güç dengesi oluşursa oluşsun, bundan kaygı duymasını gerektirecek bir tehdit olmaması da etkili oldu.

ABD’nin aradığı partner Ankara mı?

Ancak gördüğümüz kadarıyla Rusya’nın Libya’da askeri tahkimatlarını, özellikle hava kapasitesini arttıracak biçimde yoğunlaştırması ile birlikte ABD, Libya’da politika değişikliğine gitmeye zorlanıyor. Bununla birlikte seçim yarışına girmeye hazırlanan ABD de siyasi zeminin yeni bir doktrinel atılıma ne kadar uygun kestirmek oldukça zor.

Bir yandan Rusya’nın Libya’da kendine açtığı askeri nüfuz alanını kısmak ve mümkünse Rusya’yı denklemden çıkarmak isteyen ABD, öte yandan hem Rusya ile askeri olarak karşı karşıya gelmek istemiyor hem de müttefiklerinin de olası bir askeri çatışmanın içine sürüklenmesini engellemeye çalışıyor. Bu zorlu hedefler silsilesi içinde de ABD’nin Libya konusunda, özellikle Türkiye ile iş birliği konusunda hem olumlu hem de olumsuz yönde görüş vermeye devam ettiği bir düzlemdeyiz.

Libya politikasında değişim sinyalleri

Öncelikle ABD’nin Libya’ya yönelik politikasında değişime doğru gittiği, Rusya konusunda adım atmak istediğini belirtelim. AFRICOM’un 26 Mayıs’ta yaptığı basın açıklamasında Rusya’nın Libya’ya 4. Nesil savaş uçakları konuşlandırarak Afrika’daki askeri etkisini güçlendirmeye çalıştığı vurgulandı. Aynı açıklamada ABD Avrupa ve Afrika Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Jeff Harrigian’ın şu sözlerine de yer verildi: “Rusya, Libya’da kıyılardaki üsleri ele geçirirse bir sonraki adımı uzun menzilli Geçişe Kapatma ve Alan Hakimiyeti (A2AD) silahlarını (hava savunma sistemleri) oraya yerleştirmek olacaktır. O gün geldiğinde, bu durumda Avrupa’nın güney kanadı için büyük bir güvenlik kaygısı söz konusu olacaktır.” 18 Haziran’da yeni görüntüler eşliğinde bir açıklama daha yapan AFRİCOM, Rusya’nın Mayıs ortasından beri askeri tahkimlerine hız verdiğini ve NATO’nun güney kanadında askeri varlığını arttırmaya çalıştığını açıkladı.

Şartlar böyleyken, ABD’nin Suriye ve Avrupa’dan asker çektiği bu dönemde Türkiye ile iş birliğinin artacağına yönelik beklenti de artıyor. Türkiye’nin Libya’da elde ettiği başarının, Washington’daki karar alıcıların Ankara’yı istikrarsızlığın giderilmesi için uygulanacak politikalarda uygun bir partner olarak algılamasına neden olduğunu ifade ediliyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye ile ABD arasında geçen yıla kıyasla bir yumuşama olduğunu, Libya’da birlikte çalışılabileceğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da benzer şekilde Libya’da Türkiye ve ABD’nin birlikte olumlu yönde bir farklılık ortaya koyabileceğini ifade etti.

ABD, Ankara’ya karşı mı?

Öte yandan NATO ABD Büyükelçisi Kay Bailey Hutchinson’ın verdiği bir röportajda, hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi Libya’da istikrarsızlaştırıcı ülkeler olarak gördüklerini, iki ülkenin de Libya’dan çekilerek siyasi çözümün önünü açmaları gerektiğini ifade eden sözleri ABD içinde Türkiye’ye yönelik bir fikir birliği olmadığını da gösteriyor.

ABD’nin Yunanistan Büyükelçisi Geoffrey Pyatt’ın 23 Haziran’da Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias ile gerçekleştirdiği görüşmesinin ardından yaptığı paylaşım da bu fikir birliğinin olmadığının başka bir göstergesi. Pyatt paylaşımında, Türkiye ve Rusya’nın silah ve cihatçı sevk edilmesine son vermeleri ve Türkiye’nin haklarını hiçe sayar bir biçimde Yunan adalarının Münhasır Ekonomik Bölge ve kıta sahanlığı haklarını tanıdıklarını teyit ettiklerini açıklamıştı.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Sonuç itibariyle bugün ABD’nin Libya politikasını Rusya’nın Afrika açılımının önünü kesecek şekilde yeniden şekillendirmeye çalıştığını gözlemliyoruz. Rusya’nın Libya’da kalıcı bir askeri nüfuz elde etmesi, ciddi ve stratejik bir tehdit olarak algılanıyor. Bu nedenle Pentagon’un Beyaz Saray’ı bazı somut adımlar atması için ikna etmeye çalıştığı da iddia ediliyor.

Çavuşoğlu’nun bir panel sırasında yaptığı konuşmasında Erdoğan-Trump telefon görüşmesinin ardından Dışişleri, Savunma Bakanlığı ve İstihbarat Teşkilatları düzeyinde çalışma talimatı aldıklarını ve şu anda da teknik düzeyde görüşmelerin başladığını ifade etmişti. Ancak herkesin kafasında bu yakınlaşmanın ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni ve temiz bir sayfa açıp açmayacağı sorusu bulunuyor.

İş birliği hangi şartlar altında mümkün?

Bu soruya cevap bulmak için önce ilişkileri tıkayan belli başlı hususları gözden geçirmekte fayda var.

İlk olarak, görüldüğü üzere ABD’nin hem Libya konusunda hem de Türkiye konusunda net bir politika ve görüş ortaya koyduğunu söylemek zor. Pandemi, seçimler ve eylemler gibi ağır iç siyaset konularına boğulmuş Trump’ın hakkıyla dolduramadığı dış politika alanını çok sayıda ABD kurumunun farklı hedefler, vizyonlar ve bu vizyonlara uygun bölgesel müttefiklerle doldurmaya çalıştığı günümüzde bu fikir ayrılıklarının sürece etkisinin ne olacağını öngörememekle birlikte, en azından AFRİCOM ve ABD Avrupa Komutanlığı’nın (EUCOM) Türkiye’ye Merkez Kuvvetler Komutanlığı’na (CENTCOM) kıyasla daha ılımlı yaklaştığını belirtelim. Ancak Biden’in olası başkanlığı ihtimali de büyük bir politika değişikliğinin en azından daha yavaştan alınması anlamına gelebilir.

ABD-Türkiye ilişkilerinde iş birliği olanaklarının genişletilmesine engel bir diğer faktör ise ABD’nin bölgedeki diğer müttefiklerinin Türkiye ile gerilimli ilişkisi ve tarafların Libya’da karşı karşıya gelmesi.

ABD’nin müttefiklerine havale ettiği Libya’nın oldukça hızlı bir şekilde Rusya’nın alan kazandığı bir diğer Akdeniz ülkesi haline gelmesinden ötürü, ABD ile Hafter’i destekleyen müttefikleri arasında bir anlaşmazlık olup olmadığını şimdilik bilmiyoruz ama bu yönde düşünmemize neden olacak çıkışlar yaşanmıyor. BAE’nin Libya’daki varlığı ve verdiği askeri, siyasi ve finansal destek ABD nezdinde resmî açıklamalara hâlâ girebilmiş değil. Her ne kadar her açıklamasında BM sürecine referans verilse de Mısır’ın Kahire Bildirisi2 de ABD tarafından memnuniyetle karşılandı. BAE ve Ürdün’ün de ABD yapımı drone’ları alabilmesinin önünü açan yasal düzenlemenin yakında geleceğine yönelik iddialar, ABD’nin Türkiye’nin bölgesel rakipleri ile ilişkilerini iyi tutmaya azami özen göstermeye devam edeceğini gösteriyor. Libya İç Savaşı’nda Çin yapımı Wing Loong’lara sahip BAE’nin ABD drone teknolojisine erişimi kuşkusuz önümüzdeki yıllardaki drone savaşlarının muhteviyatını da büyük oranda değiştirecektir. Mısır’ın Cufra ve Sirte kırmızı çizgisini açıklaması ve askeri müdahalede bulunacağını açıklaması üzerine de ABD’den bir açıklama gelmedi.

ABD’nin Avrupalı müttefikleri ile görüş ayrılığı

Benzer bir dinamik ABD’nin Avrupalı ittifakları için de geçerliliğini koruyor. ABD’nin Avrupalı müttefikleri ile ilişkilerinin çok da yolunda olmadığı bu dönemde, Rusya’nın Avrupa güvenliğine yönelik tehdit oluşturup oluşturmadığı ve bu tehdit ile nasıl mücadele edileceği konusunda bir fikir birliği yok.

ABD ve Avrupalı devletler arasında zemin kayganlaştıkça, Rusya daha fazla hareket alanı kazanırken, Avrupalı devletler Libya’da kimin dengelenmesi ve çevrelenmesi gerektiği konusunda ABD’den daha farklı düşünüyor.

Sonuç itibariyle ABD’nin hâlâ bir Libya politikası yok ama Libya dosyasını, büyük güçler arasında rekabet stratejisi torbasına attığını söylemek mümkün. Yani, ABD’nin Libya’da ortaya koyduğu yeni adımların bel kemiğini, Rusya’nın bu ülkede de askeri nüfuz elde etmesini engellemek ya da kısıtlamak oluşturuyor. Bu hedefine de bölgede çok sayıda konu üzerinde anlaşmaları şimdiye kadar mümkün olmayan müttefiklerini bir araya getirmek üzerine kurulu bir siyasi uzlaşı üzerinden gitmeye çalışıyor.

Bu stratejinin bir ayağının Türkiye’nin Batı Libya’daki pozisyonunu güçlendirecek birtakım adımları içermesi kuvvetle muhtemel, çünkü Libya’da Rusya’nın karşısına oturacak tarafın güçlü olması oldukça elzem görünüyor.

Öte yandan Doğu Libya’da etkin tek aktörün Rusya olmadığı gerçeğinden hareketle, ABD’nin BAE ve özellikle Mısır’ın pozisyonunu da güçlendirerek Rusya’nın hareket alanını kısıtlamaya çalışması mevcut tabloda makul senaryolardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

ABD’nin şu anda Libya Petrol Şirketi ve başkanı Mustafa Sanalla üzerinden yürüttüğü ve Libya’da petrol gelirlerinin Trablus’ta bulunan Merkez Bankası yerine bir süreliğine Libya Petrol Şirketi’nin hesabına aktarılmasını öngören müzakere süreci de bunu gösteriyor.

Tüm bu dizaynın orta yerinde ise bu iki kutupta yer alan ülkelerin, özellikle Türkiye ve Mısır’ın en azından Libya konusunda uzlaşması meselesi var. Meselenin uzandığı Doğu Akdeniz sorunu ise şimdilik ABD’nin gündeminde değil. Bu nedenle de önümüzdeki günler Türkiye-ABD yakınlaşmasında Türkiye’nin beklentileri ile ABD’nin Libya’da üstleneceği rolün ne kadar dengede olacağını test edeceğe benziyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

-AFRICOM’un öncelikli faaliyet alanları el-Şebab, Boko Haram ve Magrib el-Kaidesi başta olmak üzere Afrika’da faaliyet gösteren terör örgütleri ile mücadele ve Afrika’daki müttefik devletlerin kapasitesinin arttırılmasından oluşuyor.
-6 Haziran’da Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Libya Ulusal Ordusu (LUO) lideri Halife Hafter ve Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih tarafından açıklanan Kahire Bildirisi, tek taraflı ateşkes ile siyasi sürece dönülmesini öngören bir yol haritasını içermektedir. Bildirinin temel şartları BM gözetiminde 5+5 formatında siyasi müzakerelerin başlatılması, ülkedeki tüm yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesi, “milislerin” silahlarını LUO’ya teslim etmeleri ve ulusal seçimlerin gerçekleştirilmesidir.

 (*) Nebahat Tanrıverdi Yaşar Kimdir?


Nebahat Tanrıverdi Yaşar - Bağımsız Araştırmacı olarak Tunus, Libya ve Mısır üzerine çalışmalar yapan Yaşar, aynı zamanda Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam Tanrıverdi Yaşar, daha önce Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nde (ORSAM) ve dış politikası dergisi Panaroma’da çalıştı. Tanrıverdi Yaşar, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları alanında yüksek lisans derecesine sahip ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora adayı olarak eğitimine devam ediyor.

Kaynak: dunyabulteni.net




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —