03. 09. 2018 Pazartesi
İSTANBUL - Dr. Hüsamettin Aslan(*)
Göreve geldiği ilk günden bu yana iç ve dış politikada aldığı tartışmalı kararlarla büyük tepkilere yol açan, ticari geçmişinden özel hayatına kadar adı birçok skandalla anılan ABD Başkanı Donald Trump, kaba popülist söylemlerin politik karşılık bulduğu Latin Amerika siyasetinde etkili olmuş görünüyor. Trump´ın başkanlık dönemiyle birlikte Latin Amerika siyasetinin ?Trumplaşması´ veya ?Trump tipi´ Latin Amerikalı siyasetçiler daha fazla dikkat çekiyor.
Latin Amerika´da son üç yılda, sağ siyasetçiler Brezilya, Arjantin, Peru ve Şili´de cumhurbaşkanlığına yükseldi. On yıllardır ilk defa, Güney Amerika´nın dört lider ekonomisi, muhafazakâr hükümetlerin eline geçti. Hatta Temer, Macri ve Pinera başkanlar grubunun içerisine Peru´nun -Mart 2018´de istifa eden- lideri Pedro Kuczynski de dahil edilebilir. Özellikle Trump´ın din ve milliyetçilik temelinde gelişen başına buyruk tavırları, skandalları, teo-ekonomik ve pragmatik uygulamaları, Latin Amerika liderleri ile de özdeşleştiriliyor. Bunların dışında cinsiyetçi, homofobik ve ırkçı yaklaşımlarda bulunan ?Latin Amerika´nın Trump´ı´´ olarak bilinen Guatemala Başkanı Jimmy Morales, başkan adaylığı yarışına katılan ?Tropiklerin Trump´ı? olarak bilinen Kosta Rikalı Juan Diego Castro ve ?Brezilya´nın Trump´ı´´ olarak lanse edilen Rio de Jenerio kongre üyesi milliyetçi başkan adayı Bolsonaro, Trump´la benzerlikler taşıyor.
Örneğin Latin Amerikalı liderler de tıpkı Trump gibi ulusal sınırlara bir duvar örme arzusu içerisindeler. Latin liderler de göç ve göçmen karşıtı bir politik görüşe sahip. Beyaz elitlerden oluşan kabineler kurdular. Bu liderler aynı zamanda, sosyal muhafazakâr bir toplum meydana getirme peşinde. Yani Hristiyanlık´tan ziyade, Trump yönetimi üzerinde ciddi etkisi bulunan Evanjelizme bir dönüşüm gayreti içerisindeler. Bu bağlamda Latin Amerika´da ciddi bir Evanjelik topluluk oluştuğunu ve bu toplulukların seçimlerde muhafazakâr partileri/liderleri tercih ettiği açık. Bunun dışında Latin Amerikalı liderlerin de ticaret/ekonomi merkezli bir arka planları bulunmuyor. Bu faktörler Latin Amerika siyasetinde oldukça yeni. Arjantin, Peru ve Şili´nin başkanları olan Mauricio Macri, Pedro Kuczynski ve Sebastián Piñera gibi Trump da iş dünyasının tanınmış isimleri. Özellikle Şili Başkanı Piñera, dünyanın en zengin 859. kişisi.
Latin Amerika´da Evanjelistlerin artan etkisi
Soğuk Savaş´ın başlangıcından 2000´li yılların başlarına kadar Latin Amerika ülkelerinde solcu liderler, çoğunlukla muhalefette kaldı. Bu dönemde Katolik kilisesi özgürlük, insan hakları, işkenceler, gelir eşitsizliği konularında sosyalizmle girift bir ilişki geliştirdi. Bu bağlamda Katolik kilisesi, birçok kez askeri yönetimler veya sivil statükoyla karşı karşıya kaldı. Nitekim Brezilya, Şili, Arjantin askeri darbelerinden sonra Protestanlık ciddi alan ve prestij kazandı. Dünyanın en büyük Protestan nüfusuna sahip ülkesi olan ABD, fiilen veya siyaseten desteklemiş olduğu askeri darbeler sayesinde, Protestanlığın Latin Amerika ülkelerine ihraç edilmesini de sağladı. Bu destek Katolik kiliseleri ile Protestanlar arasında sözle söylenmeyen, yazılı olmayan bir gerilimin sessiz çığlığı olarak günümüze kadar geldi. Günümüzde ABD´nin ihraç ettiği Protestanlığın aşırı kanadı olarak kabul edilen Evanjelizm akımı ve müntesipleri, etki güçleri hasebiyle ABD yörüngesinde politikalar geliştiriyor. Bu durum Latin Amerika siyasetini de ciddi bir şekilde etkiliyor.
Diktatörlük rejimleri neredeyse yarım yüzyıl boyunca Latin Amerika´yı siyasi, sosyal ve ekonomik yönden altüst etti. Sol hareketler, demokrasi mücadelesinde önemli bir rol oynadı ve askeri darbelere karşı çıktıkları için ifade özgürlüğü ve insan haklarına saygının savunuculuğunu yaptı. Dolayısıyla geniş toplum kesimlerinin desteğini aldı.
Bununla birlikte Güney Amerika ülkelerinin sosyal hayatında muhafazakârlık ile seküler yaşam biçimi arasında ciddi bir çekişme yaşanıyor. Sol iktidarların savunuculuğunu yaptığı sosyal liberalizminden eşcinsel haklarına, açık kapı/sınır politikasından kürtajla ilgili düzenlemelere kadar birçok konu, toplumun bir kesiminin daha muhafazakâr bir konumda kümelenmesine sebep oluyor. İşte tam burada, yeni bir Protestan akım olan Evanjelizm, sağ partilerin sosyolojisinin odağı haline geliyor. Bu sosyoloji, Latin Amerika ülkelerinde seçim dönemlerinde iktidarı belirleyen önemli bir faktör haline geldi ve ABD ile girift bir ilişki geliştirdi. Örneğin Brezilya´da Evanjelik liderler, Dilma Rousseff´in 2016´da yolsuzluk suçlamasıyla görevden alınmasının arkasında belirleyici bir güçtü ve bu konuda aktif çaba gösterdiler. Açıkçası çağdaş Latin Amerika siyasetine dair bu yeni anlayış, geleneksel sol-sağ ideolojik bölünmeyle açıklan(a)mıyor. Brezilya, Arjantin, Kosta Rika, Şili, Meksika ve Ekvator´daki son seçimlerde görülen marjinal sonuçlar da bunun kanıtıdır.
Latin Amerika sağı da Evanjelizmi ve sosyal muhafazakârlığı kucaklıyor. Latin Amerika´da Protestanlık, 1980´lerde Amerikan Hristiyanlığı tarafından belirlenen şablonu takip ettiğinden daha sıkı ve özellikle de Brezilya´da hızla büyüyen Evanjelik nüfusuyla daha belirgin. Örneğin Brezilya Başkanı Temer, Lübnanlı mason bir katolik olsa da Evanjeliklerin açık desteğiyle başkanlığa geldi. Meksika´da 2018 genel seçimlerini kazanan Marksist AMLO´nun partisi Morena´nın kurduğu ittifaklarda Evanjelik gruplar da bulunuyor. Dolayısıyla Evanjelist siyasetçiler Meksika´da da iktidar ortağı oldu. 2018 Nisanında da Kosta Rika´da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunu sağcı Evanjelik vaiz Fabrizio Alvarado Munoz önde gelse de, ikinci turda solcu Carlos Alvarado Quesada´a kaybetti. Evanajelik vaiz Munoz kampanyasında eşcinsel evlilikleri iptal etmeyi ve kürtajı zorlaştırmayı vaat ediyordu.
Brezilya´nın başkan adaylarından ?Breziya´nın Trump´ı´´ Bolsonaro, anketlerde eski başkan Lula da Silva´nın arkasında ikinci sırada olsa da seçim kampanyasını hapishaneden yürüten Lula´nın durumu belirsizliğini koruyor. Dolayısıyla Brezilyalı bir Trump´ın başkan olması ihtimaller arasında.
Göç ve göçmen karşıtlığı
ABD Başkanı Trump, seçim vaadi olarak Meksika sınırını güçlendirme ve Hispanik göçlerini engelleyeceği vaadinde bulundu. Seçimi kazandıktan sonra Amerikan ulusal muhafız birliklerini, ABD-Meksika sınırına göndererek göçmenlere engel olmaya çalıştı. Göçmenler aleyhinde büyük infiale yol açan söylemlerde bulunan Trump, Haitililer için ?Hepsinde AIDS var´ ifadesini kullanırken, Meksikalı göçmenleri ise ?tecavüzcü ve uyuşturucu satıcısı´ olmakla itham etti. Şili´nin işadamı sağcı Cumhurbaşkanı Pinera, Venezula, Haiti ve Bolivya´dan gelen göçmenlere karşı Şili göçmen yasalarını değiştirmek için çalışıyor. Benzer adımlar Brezilya´da Temer hükümeti tarafından da atıldı. Venezüella, Paraguay, Bolivya ve Arjantin´den gelen göçmenlerin ülkeye girişini engelleyici uygulamalara gidildi. Brezilya´da vatandaşlık ve vize uygulamalarında kısıtlayıcı yönetmelikler çıkartıldı. Kuzey Brezilya´da Venezuelalı göçmenlere engel olmak için Brezilyalı askerleri sınıra sevk ettirdi. Arjantin´de sağcı Macri hükümeti Bolivya, Peru ve Paraguay´dan gelen göçmenleri durdurmak için 2017 tarihinde bir kararname çıkardı. Macri yaptığı açıklamada ?Göçmenlerin Arjantin´i suç işlemek için bir yer olarak seçmelerine izin veremeyiz? dedi. Peru´nun 2018 Mart´ından sonra iş başına geçen Martin Vizcara´da Venezüellalı göçmenlere engel olacağını açıkladı.
ABD Başkanı Trump, Rusya´nın başkanlık seçimlerine müdahalesine yönelik soruşturma ve itirafçı olan avukat ve danışmanlarıyla başı dertte. Brezilya Cumhurbaşkanı Temer´in de adı, Trump gibi sayısız skandal ve yolsuzluk olaylarına karıştı. Temer, Dilma gibi görevden azledilme tehlikesiyle karşı kaşıya kalsa da Evanjelik siyasetçilerin desteğiyle kuruldu. Peru´da Polonya asıllı Cumhurbaşkanı Pedro Kuczynski, yolsuzluk skandalı yüzünden Mart 2018´de istifa etmek zorunda kaldı. Arjantin´de sağcı Macri, yeni bir refah vaadiyle Evanjelikler ve Yahudi toplumun desteğini aldı. Ancak Macri´nin adı da Panama Papers dahil birçok yolsuzluk skandalına karıştı. İddia ettiği ekonomik refah gerçekleştirilemediği gibi 2018 yılında Arjantin, IMF´den 50 milyar dolar kredi almak zorunda kaldı. Buna ek olarak Şili´de sağcı Pinera hükümeti de birçok yolsuzluk suçlamasıyla karşı karşıya. Guatemala Başkanı Jimmy Morales de masajlar, pahalı çiçekler, viskileri ve pahalı güneş gözlüklerini içeren 40 bin dolarlık harcamalar yüzünden kamuoyunda hâla tartışılıyor. Oğlu ve erkek kardeşi de dolandırıcılık ve kara para aklama nedeniyle yargılanıyor.
İsrail ve BM´de Kudüs oylaması
Evanjelik dünya görüşü, Amerikalı ve İsrailliler arasında güçlü bir bağ kurduğu için ABD´nin İsrail ile olan ilişkilerini sürekli destekliyor. Örneğin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu´nda ABD´nin Güvenlik Konseyi´nde veto ettiği Kudüs tasarısı kabul edildi. 128 ülke kabul, 9 ülke ret, 35 ülke çekimser oy kullandı. Çekimser ve ret oyu kullanan ülkeler arasında, Latin Amerika ülkelerinin de tıpkı Trump ABD´sinin iç ve dış politikasını etkileyen Evanjeliklerin ve sağ muhafazakarların etkilediği görülüyor. ABD ve İsrail dışında Guatemala ve Honduras ret oyu verirken, Arjantin, Panama, Meksika, Haiti, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti ve Paraguay çekimser kaldı.
ABD ile Latin Amerika ülkeleri arasında ırkçılığın siyaseti üzerinden yakınlaşma olması bir tesadüf değildir. Amerikalı Evanjelikler, Latin Amerika´daki muadillerini siyasi partilerden dış politikaya, lobicilikten eşcinsel evliliğe karşı türüttükleri mücadeleye kadar birçok meselede bir tür ´koçluk´ yapmaktadır. Bugün Latin Amerika´da hemen her mahallede Protestan veya Evanjelik kiliseler bulunabiliyor. Muhafazakârlar, sosyal hayattaki taleplerden ötürü özellikle siyasi partileri ve liderleri, yeni bir güç merkezi haline getiriyor. Meksika ve Brezilya´da Evanjelikler -tıpkı Cumhuriyetçilerin ABD´de Trump´a yaptıkları gibi- başkan adaylarına etkin bir şekilde oy verdi. Özellikle, Evanjelik kiliseler, Katolik kilisesinin ihmal ettiği yoksul ve alt orta sınıf alanlara yöneldi ve geleneksel olarak siyasetten dışlanmış olan halkların oy bloğuna dönüştüler. Aslında Latin Amerika´daki sağ-muhafazakâr siyasetçiler, Trump´tan daha önce siyaset sahnesindeydiler. Ancak Trump´ın bir işadamı olması ve destek aldığı kitlenin sosyolojisinin benzer motivasyonları hasebiyle ABD´nin Latin Amerika ülkelerindeki cumhuriyetçi ve muhafazakâr partilerle sıkı ilişkisi, bu benzeşmeyi önemli kılıyor.
***
(*) Brezilya Sao Paulo Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü´nde misafir araştırmacı olarak bulunmuş ve Yunus Emre Enstitüsü Brezilya Müdürü olarak çalışmış olan Hüsamettin Aslan Afrika Araştırmacıları Derneği´nde (AFAM) araştırmacı olarak görev yapmaktadır