31. 08. 2018 Cuma
SAO PAULO - Hüsamettin Aslan(*)
Yirmi birinci yüzyılın başında, Latin Amerika solunda olağanüstü bir canlanma yaşandı. ?Yeni Sol? adıyla ülkeden ülkeye yayılarak, merkez ve sağ hükümetleri seçimlerde yenmeyi başardı. Nihayetinde 2009 yılına kadar Latin Amerika´nın -yaklaşık üçte ikisi- bir şekilde sol ulusal hükümetlerin hakimiyetine girdi.
Latin Amerika´da yaşanan sosyoekonomik temelli siyasi tıkanma yeni arayışlara sebep oldu. Hugo Chavez´in Venezüella´da iktidara geldiği 1999´dan başlayarak, özellikle Brezilya´da 2002 yılında Lula da Silva ile birlikte, Arjantin´de Nestor Kirchner, Bolivya´da Evo Morales, Uruguay´da Vazquez, Paraguay´da Fernando Lugo, Şili´de Michelle Bachelet, Ekvador´da Rafael Correa ve Nikaragua´da Daniel Ortega´dan oluşan "sol tsunamiler" birbirini takip etti.
On beş yıl sonra, Venezüella´nın Bolivarcı devriminin başı ABD ile derde girdi. Brezilya ve Paraguay´ın solcu cumhurbaşkanları ?sivil darbeler? yoluyla görevlerinden alındı. Arjantin´de ise sağcı bir cumhurbaşkanı seçildi. Ekvator, Venezüella ve Bolivya´da ise sol hükümetler hâlâ iktidarda, ancak onları seçen toplumsal hareketlerde önemli çatışmalar ve kırılmalar yaşanıyor. Latin Amerika´da ?solunun ölümü? üzerine Batılı düşünce ve medya kuruluşları tarafından, özellikle 2015-2017 yılları arasında birçok abartılı analiz yayımlandı. Bu analizlerin temelini Brezilya ve Arjantin´deki sol hükümetlerin yerlerini sağ iktidarlara bırakması oluşturuyordu. Oysa her ülkenin iç dinamikleri farklıydı. Dolayısıyla Latin Amerika ülkelerini tek tek ele almadan, bahsi geçen ülkelerin ekonomik ve sosyolojik yönlerini, neden-sonuç ilişkisini ve iç-dış etkenlerini görmeden ?genel? bir analiz yapmak mümkün değildir.
İdeolojik döngünün tarihsel arka planı: Sağın hegemonyası
Latin Amerika´daki ideolojik döngü tarihsel bir bakış açısıyla incelendiğinde, Lazaro Cardenas, Juan Peron ve Getulio Vargas gibi karizmatik liderlerin sırasıyla Meksika, Arjantin ve Brezilya´da ortaya çıktığı ve ABD hegemonyasındaki oligarşik iktidarları devirmek için halklarına umut verdikleri görülür. Latin Amerika´nın başat üç ülkesi olan Brezilya, Meksika ve Arjantin´de iktidarı ele geçiren bu liderler de oldukça otoriter ve popülistti. İthal ikameci sanayi politikalarıyla, ulusallaşma ve toprak reformu gibi uygulamalarıyla geniş kitleleri harekete geçirmişlerdi.
Soğuk savaş döneminde kıtanın tamamında ABD´nin büyük bir etkisi vardı. Neredeyse tüm ülkelerde ulusalcı-sağcı hükümetler iş başındaydı. Küba´da Fidel Castro ideolojik açıdan ABD´ye karşı ayakta kalsa da, Küba ekonomik açıdan iflas etti. Şili´de yumuşak geçişi savunan Marksist lider Salvador Allende kendi sarayında bir askeri darbeye maruz kalarak öldürüldü. Bu gelişmelere ek olarak birçok ülkede ABD karşıtı sosyalist ve komünist silahlı gruplar harekete geçti.
1970´lerin ortasına gelindiğinde ise ithal ikame stratejisi buhar oldu. Latin Amerika hükümetleri ticari bankalardan yoğun bir şekilde borç almaya başladı ve 1980´lerin borç krizi ile 1990´ların başlarındaki yapısal uyum politikaları çelişkiler oluşturdu. Bu sert geçişler ciddi gelir dağılımı uçurumlarının oluşmasına, refah içinde yaşayanların asayiş olaylarından ötürü hedef alınmasına, dolayısıyla da soğuk savaşta kitlesel ve bireysel reflekslerle hareket eden asayiş bozucu/terör gruplarının oluşmasına, 1980´lerin sonlarından itibaren ise bireysel suçların tavan yapmasına ve kontrolden çıkarak tüm kıtaya yayılmasına neden oldu.
Latin Amerika bu yıllarda çözümü liberal ekonomik politikalar ve yeni pazar arayışlarında aradı. Arjantin´de Carlos Menem, Brezilya´da Fernando Collor ve Peru´da Alberto Fujimori gibi politikacılar özelleştirme, yeni pazar arayışı ve kamu reformu gibi vaatlerde bulunarak iktidar oldu. Ancak bu yeni sağ iktidarlar da çare olamadı. Yapısal uyumsuzluk, devalüasyonlar, kitlesel işten çıkarmalar ve sosyal hizmetlerdeki kesintiler daha büyük eşitsizliklere neden oldu. Bu eşitsizlikler ise asayiş bozucu olayların daha şiddetli bir hâl almasına yol açtı.
Solun yükselişi
Latin Amerika tarihinde uzun süre gücünü idame ettiren sol hükümetler için, Nikaragua Başkanı Daniel Ortega ve Bolivya Başkanı Evo Morales ?21.yüzyıl sosyalistlerin? olacak demişti. Venezuela´da Chavez ABD emperyalizmine karşı ayaklandı; Bolivya´da Morales ABD büyükelçisini kovdu; Correa Ekvador´da bir ABD hava üssünün kira sözleşmesini yenilemeyi reddetti. Arjantin´de Krischer öldürülmesi durumunda, sorumluluğun CIA´de olduğunu açıkladı. Öte yandan Brezilya´da Lula ve Şili´de Bachellet ABD ile daha olumlu tarzda bir ilişki kurdu. Ancak tüm bu sol eğilimli liderler, ülkelerindeki eşitsizliğe ve ABD müdahaleciliğine karşı koymayı amaçladı.
2003´ten 2012´ye kadar Latin Amerika modern tarihinin en büyük emtia patlamalarından birine sahne oldu. Petrolden soya fasulyesine, şekerden canlı/cansız hayvan etine, kahveden kakaoya kadar her şeyi ihraç eden Latin Amerika hükümetleri sosyal programlara ciddi ekonomik destek verdi. Nitekim 2000´li yılların sol hükümetler döneminde, etkileyici büyüme oranlarıyla 17 Latin Amerika ülkesinden 16´sında gelir eşitsizliği azaldı.
Ancak ABD´nin ?arka bahçesi?nde rüzgâr sağdan esmeye başladı. Derinden esen neo-liberal sağcı dalga, tüm kıtayı kuşattı. Ekonomik daralma ve yolsuzluk iddiaları neredeyse Latin Amerika´nın kronik sorunu haline geldi. 2015 yılı Kasım´ında Arjantin´de başkanlık, bir ay sonra da Venezüella´da parlamento çoğunluğu el değiştirdi. Hemen ardından Şubat´ta ise Bolivya´da Evo Morales´in dördüncü cumhurbaşkanlığı döneminin uzatılması bir referandumla kesintiye uğradı.
2015 yılında Arjantin, muhafazakâr Mauricio Macri´yi 12 yıllık Peronist egemenliği sona erdiren başkan olarak seçti. Ağustos 2016´da Brezilya senatosu, 13 yıllık İşçi Partisi iktidarına son vererek Başkan Dilma Rousseff´i görevden aldı; Rousseff´in görevden alınması daha muhafazakâr bir hükümetin başa gelmesine neden oldu. Peru´da eski bir yatırım bankacısı olan Pedro Pablo Kuczynski başkanlığa seçildi. Kolombiya´da Marksist isyancılar Kolombiya hükümetiyle on yıllarca süren savaşı kesin olarak kaybederek silah bıraktı. Şili´de merkez sağcı aday Sebastián Piñera başkanlık seçimlerini tekrar kazandı. 2018 Temmuz´unda ise Küba parlamentosu mülkiyet hakkı ve serbest piyasa konularında düzenlemeye gitti. Son olarak Fidel Castro´nun ölümü, Latin Amerika solunun psikolojisine büyük bir darbe vurdu.
Latin Amerika ülkelerinde iktidarların sağa kaymasının sebebi, ülkeden ülkeye değişiyor. Örneğin Arjantin´de Cristina Fernández de Kirchner petrol ve elektrik şirketlerini millileştirip Avrupalı ve ABD´li şirketlere meydan okurken ülkesini ekonomik açıdan dünyadan da izole etti. Trump yönetimi Venezüella´da sağ muhalefeti örgütleyerek Maduro hükümetini açıktan tehdit ederken, dünyanın en zengin petrol rezervine sahip olan bu ülkede ekonomi kötü yönetiliyor ve kıtlık sorunu baş gösteriyor, Venezüella halkı Kolombiya ve Brezilya´ya göç ediyordu.
Brezilya´da Dilma Rousseff bütçe hesaplarını suiistimal ettiği, yani 2014 genel seçimlerinden önce bütçeyi açıklamayıp seçim sonrasına bıraktığı iddiasıyla görevden alındı. Özellikle evanjelik siyasetçiler Dilma´nın görevden alınması için yoğun şekilde çalıştı. Ayrıca Brezilya´nın en popüler siyasetçisi olan Lula, ülke tarihinin en büyük yolsuzluk soruşturması olan Lava Jota (oto yıkama) operasyonuna bağlı suçlardan 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Lula Ekim ayında yapılacak seçimlere katılmak istiyor; ancak izin verilip verilmeyeceği belli değil.
Latin Amerika´da sol hükümetlerin son yenilgileri, büyük ölçüde ekonomik gerçeklikten kaynaklanıyor. Gerek Arjantin Başkanı Macri, gerekse Brezilya Başkanı Temer´le ilgili olarak hem WikiLeaks belgelerinde hem de yerel/küresel medyada, ABD ajanı olduklarını iddia eden birçok haber yayınlandı. Gidişatta her ne kadar ABD´nin açık etkisi olsa da, solcu iktidarların genel olarak kötü yönetilen ekonomiye ve yolsuzluklara bir tepki olarak halk tarafından cezalandırıldığı görülüyor.
Chavez ülkenin petrol parasını sağlık, eğitim ve yemek-gıda erişimini iyileştirmeyi amaçlayan sosyal programlara harcadı. Programların birçoğu milyar dolarlara varan borçla finanse edildi. Benzer uygulamaları Maduro yönetimi de yaptı. Fakat düşen petrol fiyatları ve ABD´nin ambargosu ülkeyi izole ederken, sosyal politikaları uygulayacak finans kaynaklarının kıtlaşmasına neden oldu. Ekonomik krize rağmen, Venezüellalıların yarısından fazlası hâlâ sosyalistleri destekliyor. Brezilya´da Lula´nın 2002-2010 yılları arasında uyguladığı sosyal politikalara Dilma yönetiminde de devam edildi. Öyle ki İşçi Partisi´nin uyguladığı sosyal politikalar başarılı örnek arasında dünyada emsal gösterildi. ?Bolsa Familia? (aile ödeneği), ?Bolsa Escola? (okul ödeneği) gibi yardımlara doğrudan nakdi yardımlar eklendi. Brezilya vatandaşlarına dünyanın en cömert emeklilik planını, 40´lı yaşlarda emeklilik hakkını verdi. Öyle ki Dilma ve Lula yönetiminde, Brezilya´da yoksulluk sınırında yaşayan 40 milyon kişi orta sınıfa erişti. Ancak İşçi Parti´li bakan ve milletvekillerinin yolsuzluk suçlamalarında görünür olması hem partiye hem de hükümete ciddi bir darbe vurdu.
Arjantin´de Cristina Fernandez, doğrudan nakit ödeme yapmasına karşın enflasyonun yükselmesini kontrol edemedi. Fernandez görevden ayrıldıktan sonra önce Merkez Bankası´nı manipüle etmekle ve daha sonra büyük kamu projelerinde sahtecilik ve yolsuzlukla yapmakla suçlandı. Ekvator´da, sağlık hizmetleri ve beslenmenin iyileştirilmesi için genişletilmiş bir sosyal güvenlik programı uygulandı. Asgari ücret aylık 160 dolardan 366 dolara çıkarıldı. Ancak yolsuzluk iddiaları Correra´nın güvenirliğini sarstı. Şili´de ise Bechellet hükümeti yolsuzluk suçlamaları sonrası önce yerel seçimlerde ağır yara aldı, sonra da genel seçimleri kaybetti.
Sağ´ın tekrar yükselişi
2015 yılında Arjantin´de seçmenler sol iktidarı cezalandırdı. Arjantin´de merkez sol koalisyonu, Mauricio Macri liderliğindeki sağcı ittifaka kaybetti. Brezilya´da Dilma Rousseff 2014 seçimlerinde yeterli oy alamadığı için parlamentodaki üstünlüğünü kaybetti. Benzer gelişmeler Venezüella, Bolivya ve Ekvator´da da yaşandı ve sağ partiler ciddi bir şekilde yükseldi. Öyle ki Venezüella´da Maduro hükümeti ve PSUV 2015´teki milletvekili seçimlerini ve Ulusal Meclis´in kontrolünü kaybetti; Ekvator´da sol hükümet az bir farkla iktidar olurken Bolivya´da 2016´da Evo Morales referandumda istediğini elde edemedi.
Şili´de bir önceki başkanlık döneminde (2010-2014) seçilen sağcı işadamı Sebastián Piñera 2017 yılında da cumhurbaşkanlığına yükseldi. Böylelikle Pinochet diktatörlüğünden sonra göreve gelen ilk sağcı lider Sebastian Piñera oldu. Demokrasi Tarafları Koalisyonu (Concertación) olarak bilinen merkez sol, yirmi yıl boyunca Şili siyasetine hükmetmişti. Fakat 2010 yılında milyoner bir işadamı ve merkez sağ Değişim Koalisyonu üyesi olan Sebastián Piñera´nın seçilmesiyle işler değişti. Bu yenilgi Concertación´a büyük bir darbe vurdu.
Muhalefet seçimlerin hileli olduğunu iddia etse de, eski bir gerilla olan Nikaragua Cumhurbaşkanı Daniel Ortega ve Ekvator´da Correa´nın katılmadığı Nisan 2017 seçimlerinde daha ılımlı bir sol politika izleyen Lenin Moreno ?Vatandaş Devrimi?ni güvence altına aldılar; fakat sol iktidarların oylarında ciddi bir düşüş yaşandı. Arjantin ve Peru´da ?pazar dostu? sağcı adaylar Mauricio Macri ve Pedro Pablo Kuczynski (PPK) 2015 ve 2016 seçimlerden sonra sol iktidarların yerini aldı. Brezilya´da merkez sağ Başkan Yardımcısı Michel Temer 2016-2018 yılları arasında başkan oldu. ?Latin Amerika´nın İsrail´i? olarak tanımlanan Kolombiya´da 2018 yılında yapılan devlet başkanlığı seçimini yüzde 54´le sağcı aday Ivan Duque kazandı. Paraguay´da devlet başkanlığı seçimini iktidardaki sağcı Colorado Partisi´nden Mario Abdo Benitez kazandı.
Meksika´da yapılan başkanlık genel seçimleri ise Marksist lider Andres Manuel Lopez Obrador´un kesin zaferiyle sonuçlandı. Bu zafer, sol hükümetlerin Latin Amerika´da 2013-2018 yılları arasında yaşadığı düşüş sonrası, 2000´li yılların başında olduğu gibi tekrar bir ivme kazanacakları yönünde bir hava estirmeye başladı. Bu bağlamda, Ekim´de yapılacak olan Brezilya seçimlerinin diğer Latin Amerika ülkelerini etkilemesi muhtemel görünüyor. Aslında meselenin özünde sağ veya sol bir ideolojinin üstünlüğünden ziyade, halkın taleplerine seçilmiş hükümetlerin hangi ölçüde cevap verdiği ya da veremediği sorusu bulunuyor. Ekonomik ve sosyal ihtiyaçlar seçim sonuçlarında önemli bir yer tutsa da, dini ve milliyetçi hassasiyetlerin de önemli oranda etkisi bulunuyor. Elbette burada ABD hegemonyasının etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Ancak asıl yapılması gereken vurgu, diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi, Latin Amerika´daki seçmenlerin de kötü ekonomi sebebiyle sol partileri cezalandırabildiği. Solcu ve sağcı partilerin artık seçmenin verdiği cezalarla barışık olmaları, Latin Amerika demokrasisi açısından istikrarının bir işareti olarak kabul ediliyor. Arjantin´de Macri´nin, Şili´de Pinera´nın, Peru´da Kuczynski´nin (Mart 2018´e kadar) ve Brezilya´da Michel Temer´in devam eden başkanlıkları, yirmi birinci yüzyılda Güney Amerika halklarının siyasal haklarına yönelik en önemli dönüşümü temsil ediyor.
Seçmenlerin sağa doğru kayması ekonomik döngünün kötüye gidişine, yolsuzluklara ve beceriksiz yönetimlere bağlanabiliyor. Fakat enerji rezervleri ve tarım ürünlerinde ABD´nin, Latin Amerika´da artan Çin ve Rusya etkisini kırmak için hükümetler üzerinden yaptığı yoğun baskıyı da göz ardı etmemek gerekiyor. Bugün sağcı hükümetler ABD´ye büyük bir rol alma şansı veriyor. Ancak sağ hükümetlerin kısa sürede kronik sorunlara çözüm bulması zor görünüyor. Nitekim Arjantin´de Macri ve Brezilya´da Temer´in sosyal politikalardaki kesintileri ve yolsuzluklara karışması, genel seçimleri kazanmalarını mucizelere bırakıyor. Arjantin´den Peru´ya ve Şili´den Brezilya´ya kadar, iş çevreleri yeni sağ hükümetlerin gelişini kutluyor. Fakat bu, ideolojik çatışmanın yenilenmesini işaret eden politik bir arınma değil, politik pragmatizme doğru ölçülü bir geçiştir. Latin Amerika´da sol hareketleri yükselten aksaklıkları bulmak zor değil. Latin Amerika´da solun düşüşü sakat atları dışarı atmayı amaçlayan küresel ayaklanmanın bir mikro örneğidir.
(*) -Brezilya Sao Paulo Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü´nde misafir araştırmacı olarak bulunmuş ve Yunus Emre Enstitüsü Brezilya Müdürü olarak çalışmış olan Hüsamettin Aslan Afrika Araştırmaları Merkezi´nde (AFAM) araştırmacı olarak görev yapmaktadır.-