Laiklik ve Diyanet

İlahiyatçı yazar Mehmet Gündoğdu, kuruluşu itibarıyla özerk olan, ama onun bu özelliği tüm iktidarlar tarafından görmezden gelinen Diyanet’in laiklik ilkesi karşısındaki konumuna vurgu yapmaktadır.

Laiklik ve Diyanet

Son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanı sayın Ali Erbaş’ın sosyal medyada mesajları yayımlanması üzerine   yeniden laiklik konusu gündeme geldi. Bizde bu önemli konuyu ele alarak bir değerlendirme yaptık.

Tanım

Türkçemizde kullanılan “laik” kelimesi; Yunanca’da “laikos” tabiri önce Latince ’ye daha sonra Fransızca ’ya ve Fransızca’ya intikal etmiş biçiminden Türkçeye geçmiştir.

Eski Yunan toplumunda sıradan halk kesimini ifade eden laik kavramı, hıristiyan Batı dünyasının toplum yapısında kilise örgütünde görevli olmayan halk kesimi için kullanılmıştır.

Laiklik Fransız İhtilâli’nden sonra devlet yapılanmasında kendini göstermiş ve çağdaş toplumların siyasal ve yönetsel örgütlenmelerinde bir amaç mevkiine çıkmıştır.

En genel anlamı ile “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak ifade edilen laiklik, çeşitli açılardan farklı şekillerde tanımlanmaktadır.

Kimi yazarlar, büyük ölçüde pozitivist bir yaklaşımla meseleyi din-akıl ve din-bilim karşıtlığı çerçevesinde görerek, inanç yerine, aklın egemenliğinin konulmasını ifade ederek; kanunlar yapılırken dinî kuralların dışında kalınıp akla, bilime ve toplumun ve çağın ihtiyaç ve gerçeklerine dayanılması anlamında “felsefî laiklik” tanımını yapmışlar;

Bazıları da, Devlet ile dinin birbirine karışmaması anlamında “hukukî laiklik” tanımını esas almışlardır.

Laik devlet yönetimi

Bugün dünyada tartışılan husus siyasî iktidarın, dinî iktidardan ayrılması biçiminde ifade edilen  laikliğin anlam ve sınırlarının ne olduğudur.

Hukukçular nezdinde kabul gören genel anlayışa göre laik devlet:  Bütün vatandaşların dinî akîdelerine hürmet eden; fakat hiçbir dini, diğer dinlere tercih etmeyen; her dine karşı aynı muameleyi yapan; din ve itikad sahasını fertlerin özel işi telakki ettiği için, din işlerine müdahale etmeyen; hiçbir dini menetmediği gibi hiçbir dinin millete hakim olması için herhangi bir yardım ve destek sağlamayan;  dinlere karşı tarafsız kalan devlettir.

Laiklik dini bir kavram olmayıp bilakis devlete ait bir kavram olması, devletin laik olabileceği fakat fertlerin laik olamayacağı fikri de bu temele dayanır.

Ali Fuat Başgil’e göre: “Laik devlet, dinî akîde ve esaslara dayanmayan devlettir. Bu sistemde devlet ve din ilişkilerinde bir denge ve paralellik vardır; Din ve devlet (ayrı, ayrı) özerk olup, biri diğerine bağlanamaz”.

Laiklik uygulamasının İslamda karşılığı var mıdır?

Esasen İslamın kaynakları Kur’an ve sahih sünnet’e bakıldığı zaman, din seçimi, dini inançların korunması ve inanç özgürlüğü açısından laiklik kavramın ve uygulamalarının aslında İslamda varlığı açıkça görülecektir. Çünkü İslama göre; Hiç kimse bir dine girmeye veya inanmaya zorlanamaz.

İslâm’dan önce Medine de ensar kadınlarından birinin çocuğu yaşamazsa, bir adakta bulunurdu.  “Şu çocuğum yaşarsa onu yahudi yapacağım” derdi.  Ve Yahudi bir aileye verir, çocuk o ailede büyürdü. Bu uygulama sonunda Medine’de oturan yahudi boyları içinde birçok yahudileşmiş ensar çocukları bulunuyordu.  

Musevi Nadîroğulları’nın, hiyanetleri sebebiyle Medine’den çıkarılmalarına karar verilince, artık İslâm’a girmiş bulunan ensar aileleri;  “Biz çocuklarımızı yahudileştirirken o dinin bizimkinden daha üstün olduğu inancında idik. Şimdi ise hak din İslâm geldi, çocuklarımızı onlardan alıp müslümanlaştıralım” dediler.

İşte bu olaylar üzerine; “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 2/256 ), dinde  zorlamayı yasaklayan bu âyet gelince; Resûlullah yahudileşmiş ensar çocuklarına seçim hakkı verdi. Yahudilik’te kalmak isteyenleri İslâm’a girmeye zorlamadı.

Bu örnek uygulama islam tarihinde herkes için uygulanmış ve Müslümanların yönetimlerinde genel bir ilke olmuştur. Bu Ayet, (Bakara suresi 2/ 256.ayeti) bu anlamda laikliğin kaynağını oluşturmaktadır.

Peygamber efendimizin Medine’deki uygulamaları bu düzlemdedir. Medine’de yaşayan gayri Müslimlerle yaptığı “Medine Sözleşmesi” yönetimde laiklik anlayışının bir örneği/ifadesidir.

İslam tarihİnde de çeşitli dönemlerde (Teokratik ve Bizantinizm yönetim biçimleri yanında)   laiklik uygulaması şeklinde alınabilecek bir çok hukuki ve yönetimsel uygulamalar vardır.

Dolayısı ile İslamın Akıl ve naklin aynı seviyede esas kabul edildiği Sünni yorumu doğrultusunda;

İslami yönetim anlayışı; hiçbir dinin inançlarını esas almadan, bütün dinlere aynı mesafede kalarak, ötekileştirmeden, düşmanlaştırılmadan yapılan devlet yönetimi şeklindeki bir laiklik anlayışı ve insan hakları açısından, demokrasi kavramı ile örtüştüğü gibi, laiklik kavramı ile de örtüşmektedir.

İslami yönetimde, akaid/inanç ve ibadetler dinin sabiteleridir. Devleti İdare/Yönetim ise, Kur’an’da yönetim ile ilgili belirli ilkeler doğrultusunda, içtihatlarla yapılır. Asrı saadet ve Hulefa-i Raşidin dönemi bunu örnekleri ile doludur.

İslamda kutsal bir “İslam Devleti” anlayışı yoktur.

Evet İslamda “İslam Devleti” anlayışı yoktur. Ancak adalet, liyakat, emanet,vb. belirli ilkeler doğrultusunda müslümanların idaresinde yönetişim biçimi vardır.

Bu yönetişimin kaynağı ve meşruluğu millettir. İlk dört Halife’nin seçilmeleri bunun kaynağı/ uygulamasıdır.  “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” cümlesindeki Hakimiyet; Devlet, yönetim, otorite, güç manasına gelir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında laiklik uygulaması ve Diyanet

Daha Cumhuriyet kuruluş aşamasında, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir dizi istişareleri neticesinde: Muamelat/idare yani yönetişim iş ve işlemleri TBMM’ne;

Dini sabiteler, İnanç ve ibadet iş ve işlemleri Diyanet İşleri Başkanlığına; verilmiştir.

Merhum Ali Fuat   Başgil hocanın görüşlerindeki Özerklik konusuna gelince, TBMM özerkliği tamam.  Ancak Diyanet İşleri Başkanlığının özerkliği eksik kalmıştır. Diyanet İşleri Başkanları seçimle değil atama ile gelmektedir.  Onun için Diyanet İşleri Başkanın mesajları, onu bu makama getiren siyasi iradenin görüşleri ve siyasi uygulamalı paralelinde, hatta destek olmak şeklinde gerçekleşmekte, değilse bile öyle anlaşılmaktadır.

Osmanlı’da şeyhulislam’larda aynı konumda idi. (Kardeş katli ve Dürrizade fetvaları bu kabilden fetvalardandır.

Şayet TBMM gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı da özerk bir yapıya kavuşturulsa (ki hiçbir yönetim erki şu ana kadar bunu istemedi) asıl manasında laiklik uygulaması gerçekleşmiş olacaktır.

İşte O zaman Diyanet İşleri Başkanları iktidarların siyasi icraatlarının savunucuları olarak görülen pozisyonlara düşmeyecektir.

Kaynaklar: Diyanet, İlmihal-II,258; Yunus Şahbaz, Maneviyatçılık ve Din ve Vicdan bağlamında Ali Fuad BAŞGİL’de Laiklik anlayışı.