Lafa nereden başlanır?

Ümit Kıvanç, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminde, Noam Chomsky’nin tavrının, işgali destek birçok sol çevrenin aksine ABD’in yaptığı yanlışları da işin içerisine katarak daha anlaşılır ve hakkaniyetli olduğunu belirtiyor.

Lafa nereden başlanır?

Rusya ordusunun Ukrayna topraklarına girerek başlattığı, “insanlık suçu” niteliğindeki savaş bizim burada yine turnusol kağıdına döndü. Kimin temel değerleri, olmazsa olmazları, asla kabul edilmezleri nelerdir; klişeye değer kaybettirmeme, ezberden şaşmama, haklı çıkma vs. kaygılarıyla kimler sözümona uğruna mücadele ettiği insanlık değerlerini ayaklar altına alıveriyor, üstüste yığılıp yıkanmaya yıkanmaya kokmuş çamaşırlar misâli ortaya döküldü. Hoş, kokmuş kirli çamaşırlar arasında yaşamak bizim tarzımız. Yine de artık nihayet biraz temizlik isteyenlerimiz yok değil. Onlar uğruna, anlamaya, öğrenmeye, aktarmaya devam.

Truthout sitesinde, siyaset bilimci, ekonomi politikçi yazar-gazeteci C.J. Polychroniou’nun Noam Chomsky’le yaptığı görüşme yayınlandı. Chomsky’nin söyledikleri, bir türlü deşmek ve anlamak istemediğimiz bazı konularda zihnimizi açabilir. Parçalar aktarayım, üstüne azıcık konuşalım.

Noam Chomsky

 

Son paragraftan başlayacağım; sol düşünce dünyasının en parlak emektarlarından birinin şu sözleriyle bitiyor söyleşi: “…canlı türleri için çekişme ölüm fermanıdır; galibi olmaz. İnsanlık tarihinde çok önemli bir noktadayız. Bu inkâr edilemez. Gözardı edilemez.” Chomsky bunları, Batı’nın Rusya ile savaşı büyütüp yaymasının seçilebilir yol olmayacağını söyledikten ve bütün dünyanın birleşip iklim kriziyle baş etmeye çalışmasının en acil mesele olduğunu vurguladıktan sonra söylüyor.

Şimdi başından başlayabiliriz. Kendisine sorulan ilk soruya karşılık Chomsky lafa şöyle giriyor: “Soruya dönmeden evvel, su götürmez bazı olguları yerli yerine oturtmamız gerekiyor. En can alıcısı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin büyük bir savaş suçu olduğudur; iki çarpıcı örnekle, ABD’nin Irak’ı, Hitler ile Stalin’in 1939 Eylül’ünde Polonya’yı işgal etmeleriyle aynı düzeydedir. Açıklamalar aramak hep mâkûl görünür, ama bunun meşrulaştırıcı, hafifletici sebebi olmaz” (vurgular benim -ük).

Bizim ABD, Rusya, NATO vs. hakkında büyük laflar etmeden, dünya politikasının karmaşık meselelerini iki ezber klişe, üç sloganla şıp diye çözmeye kalkmadan önce konuşmamız gereken mevzu, işte bu. Sahiden. Ve evet, bu kadar basit: Lafa nereden başladığınız cibiliyetinizi ortaya koyar. Eğer sivilleri öldürmeyi göze alarak şehirleri yakıp yıkmaya, bir ülkenin halkını açlığa, susuzluğa, yerini yurdunu terk etmeye zorlamaya girişmiş Rusya ordusunun eylemine itiraz edecekken lafa “ABD-NATO” diye başlıyorsanız ya da yaptığınız güya kınama açıklamalarında Rusya’nın adı bile geçmiyorsa, sizin bal gibi yapılanı onaylıyorsunuz veya en azından yapılabilir buluyorsunuz demektir. (“Ama orada da faşistler var!” bahanesini daha sonra özel olarak ele alacağım. Bizim başımıza benzer iş gelse başkalarının aynı gerekçeyle, belki de fazlasıyla nasıl onaylayabileceğini göstererek.)

1939’daki Polonya işgalinden bahsederken Stalin’i de andığı için o da artık lafına kulak asılmaz liboş safına sokulmamıştır diye umarak Chomsky’nin yaklaşımını aktarmaya devam edeyim.

RUSYA’NIN TAVRI BİLİNİYORDU

Noam Chomsky, güncel faciaya varan süreçte özellikle ABD’nin rolü üzerinde duruyor. (Unutmayalım ki, yurttaşı olduğu, fikriyle, eylemiyle, oyuyla ortamını, gidişatını etkileyebileceği ülkenin devletidir, ABD. Eleştiri oklarını öncelikle ona yöneltmesi “namus meselesi”dir.) Eski ABD Moskova Büyükelçisi William Burns’ün -şu anda CIA başkanı- zamanında söylediklerini aktarıyor: “Putin’in esas talebi NATO’nun yeni üyeler kabul etmeyeceğine, özel olarak Ukrayna ve Gürcistan’ı almayacağına dair güvence olduğundan, Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra ittifak genişlemese veya genişleme Avrupa’da Rusya’yı da kapsayan bir güvenlik mekanizmasıyla uyum halinde gerçekleştirilse bugünkü bunalım için zeminin oluşmayacağı açıktı.” Chomsky, “ABD diplomatik kadrosu içindeki birkaç ciddî Rusya uzmanından biri olan Jack Matlock,” diye devam ediyor, “işgalden kısa süre önce yazdı. Dedi ki, kriz ‘sağduyu devreye sokularak kolaylıkla önlenebilir. (…) Sağduyu, çatışmayı değil barışı savunmanın ABD’nin çıkarına olduğunu gösterir. Ukrayna’yı Rusya etkisinden koparmak -renkli devrimler için ajitasyon yapanların hedefi- aptal işidir, tehlikelidir. Küba Füze Krizi’nden çıkan dersi bu kadar çabuk mu unuttuk?’”

Matlock’ın “yalnız olmadığını”, bu değerlendirmeye katılan başkalarının da olduğunu ekleyen Chomsky, yine eski Moskova büyükelçisi, şimdiki CIA başkanına dönüyor. George W. Bush’un Ukrayna’yı NATO’ya davet etmesi üzerine Rusya’nın askerî genişlemeye tahammül gösterilmeyeceği yolunda sert uyarılar yaptığını Burns’ün ilgili herkese bildirdiğini, bunun Wikileaks tarafından kamuoyuna açıklanan ABD gizli iç yazışmalarında açıkça görüldüğünü hatırlatıyor.

Chomsky, William J. Burns’ün 1 Şubat 2008’de Moskova’dan gönderdiği telgrafa atıfta bulunuyor. Sözkonusu telgraf ABD genelkurmayı, Ulusal Güvenlik Konseyi, savunma bakanlığı, dışişleri bakanlığı ve NATO-AB işbirliğiyle ilgili birime gönderilmişti. Burada Burns, Ukrayna’nın muhtemel NATO üyeliğinin gündeme getirilmesine, başta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, birçok başka üst düzey yetkilinin şiddetle karşı çıktıklarını, NATO’nun doğuya doğru yeni bir yayılmasını askerî tehdit olarak değerlendireceklerini açıkça söylediklerini bildiriyor. Büyükelçi ayrıca hem Rusya hükümetine hem uzmanlara atfen, Ukrayna’nın muhtemel NATO üyeliğinden Rusya’nın savunma sanayisinin, Rusya-Ukrayna “aile ilişkileri”nin ve genel olarak ikili ilişkilerin çok büyük ölçüde etkileneceğini söylüyor.

Sözkonusu telgraftan, araya katayım: Rusya dış politikasına ilişkin yıllık değerlendirmesinde (22-23 Ocak 2008) Lavrov, Rusya yöneticilerinin kendilerine ve başkalarına tanıdıkları haklara ışık tutan, neye ne kadar tahammül edeceklerini belli eden, ultra diplomatik sözler sarf etmiş. İlk bakışta, devletler arası ilişkiler dersine giriş kitabının ilk sayfalarında yeralacak, tekrarlanması fuzulî genel doğrular gibi duran bu sözleri ABD Büyükelçisi, gizli telgrafında özellikle aktarmış. Çünkü diplomasi jargonunda bunların içerdiği anlam açık. Bugün yaşadıklarımızdan hareketle bu sözleri değerlendirdiğimizde, Lavrov’un demek istediğini biz fâniler de anlayabiliyoruz. Ülkelerin kendi güvenliklerine ve hangi siyasî-askerî yapılara katılacaklarına ilişkin kararları vermekte özgür olduklarını, ancak bunların komşularına etkisini hesaba katmaları gerektiğini söylemiş, Rusya’nın kurt siyasetçisi.

VİETNAMLILARLA TOPLANTIDAN ÇIKAN DERS

Değiştirmeyi gözetmeden anlamakla yetinmeyen dünya aydınlarından Chomsky, elbette felaketi daha da korkunçlaşmadan önlemek için neler yapılabileceğine sözü getiriyor. Ve hayli ilginç şeyler söylüyor. “Şimdiye kadar pek çok defa olduğu üzre, uzun zaman önce aldığım dersi hatırladım,” diyerek, 1960’larda Paris’te Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi (“Vietkong”) temsilcileriyle yaptıkları toplantıdan sözediyor. ABD’de savaş karşıtı protestoların yükseldiği, sokaklara dökülen gençlerin kendi eylemlerini yetersiz bularak, ABD ordusunun Vietnam’da sergilediği acımasız şiddete layıkıyla karşı çıkmanın ancak yine şiddet yoluyla olabileceğini savundukları bir zaman aralığı bu: kimisi büyük caddelerde cam çerçeve indirmekten, kimisi, hattâ, biryerleri bombalamaktan sözediyor. Fakat Vietnamlılar bu tür eylem tasavvurlarına toptan karşı çıkıyor ve kendilerinin etkili olacağını düşündükleri protesto şeklini -muhtemelen radikal öğrencileri dehşete düşürerek- örnekliyorlar: Meselâ “Vietnam’da ölen Amerikan askerlerinin mezarları başında birkaç kadın sessizce dursun” diyorlar. Chomsky aradaki farkı şöyle açıklıyor: “Amerikan savaş karşıtlarının ne yaparlarsa kendilerini adil ve onurlu davranmış hissedecekleriyle ilgilenmiyorlardı. Onlar hayatta kalmaya çalışıyorlardı.”

Bizim radikal muhalif mücadele kültürümüzde özellikle yanlış olana işaret ediyor Chomsky: Kendi halini, konumunu, eylemin amacından, somut koşulları ve etkisinden önce gözetmek. Neyi nasıl değiştirebileceğine değil kendinin nasıl gözüktüğüne bakmak. Bu elbette fiili değil faili esas alan ideolojimizle de ilişkili. Konuyu dağıtmayayım. Zaten Rusya meselesinde yeterince dağıldı. Henüz Rusya’nın egemenlerinin anti-emperyalist kurtuluş hareketi merkez komitesi olmadığını kabullenebilme zorluklarını aşma safhasındayız.

Chomsky “aldığı ders”ten hareketle, Rusya’nın başlattığı “suç niteliğindeki savaş”a (“criminal war”) karşı çıkarken kahramanca jestler yapmanın insanı tatmin edebileceğini, fakat işe yaramayacağını, esas olanınsa, durumun nasıl değiştirilebileceği üzerine düşünmek olduğunu söylüyor. Bunun için de, bu hale nasıl düşüldüğünü, ne yapılsaydı/yapılmasaydı sonu felakete varan sürecin engellenebileceğini hatırlamanın farz olduğunu belirtiyor. Yani başta ABD, çeşitli Batı devletleri ve NATO’nun tutumunun Rusya’yı sıkıştırışını hatırlatması, bugünkü kıyıcılığı ve yıkıcılığı meşrulaştırmak, Putin’in işlediği insanlık suçunu hafifletmek amacı taşımıyor. “ABD ve müttefikleri elbette uluslararası hukuku gözlerini kırpmadan çiğnediler,” diyor, “ama bu Putin’in suçları için hafifletici sebep olamaz.” Ayrıca Rusya’dan sözederken, “Putin Reis kodu mu oturtur” yavşaklıklarına kapılıp gidenlere inat, “kleptocratic petrostate” ifadesini gönül rahatlığıyla kullanıyor. Bunu en güzel nasıl çeviririz, bilemedim. “Hırsızların yönettiği petrol devleti” mi demeliyiz?

Noam Chomsky, “Peki şimdi ne yapmalı?” sorusuna cevap verirken, yine hayat derslerine dönüyor. Yıkımı daha da büyütmeden bulunabilecek her mâkûl çözümün saldırganı “cezalandırma yerine ödüllendirme” yerine geçeceğini, ancak başka çare olmadığını ileri sürüyor. Putin’i iyice köşeye sıkıştırıp daha korkunç işler yapmaya kışkırtmanın akıllıca olmayacağını, topyekûn savaşa girişmeninse herkes için çok daha feci sonuçlar yaratacağını söylüyor. Hernekadar şimdi kısa süre öncesindekinden çok daha zor olacaksa da Ukrayna’ya Rusya’yı tatmin edecek bir tarafsızlık statüsü tanınmasından, Putin’e “çıkış yolu” açarak savaşı durdurmasının sağlanmasından başka yol bulunamayacağını belirtiyor. Böyle bir çözümün “adil olmaktan çok uzak”lığını bizzat vurguluyor, “Fakat uluslararası ilişkilerde adalet ne zaman baskın çıktı ki?” diye soruyor.

Öte yandan, “zalim saldırganlar” yüzünden yurtlarını terk etmek zorunda kalanlara, “dehşetten” kaçanlara ve “büyük kişisel riskleri göze alarak kendi devletlerinin suçlarına açıkça karşı çıkan ve hepimize ders veren binlerce cesur Rus”“anlamlı destek sağlamak için yapabileceğimiz ne varsa yapma”nın önemini vurguluyor.

(NOT: Söyleşide geçen “sağduyu” ve “adalet” kavramlarının anlamları için link vermiyorum, internette aramaya bile gerek yok, takındığı kimlikle gözünü kulağını kapatmayan kime sorulsa açıklar.)